İHAM’ın Mehmet Altan ve Şahin Alpay Kararlarının Özet Çevirisi
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), tahliye edilen gazeteci Şahin Alpay ve hükümlü gazeteci Mehmet Hasan Altan’ın tutuklu yargılanmalarına ilişkin yaptıkları başvuru hakkında uzun zamandır beklenen kararını 20 Mart 2018 tarihinde açıkladı. Mahkeme, gazetecilerin siyasi ve eleştirel açıklamaları ve köşe yazıları nedeniyle tutuklu yargılanmalarını Sözleşme’nin 5. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkına ve 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğüne aykırı buldu. Anayasa Mahkemesi’nin başvurucuların başvuruları hakkında 14 ay 3 gün ve 16 ay 3 gün sonra karar vermesini, somut koşulları gerekçe göstererek Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen ‘tutuk haliyle ilgili hızlı şekilde karar verme yükümlülüğü’ne aykırı bulmadı. Başvurucuların tutuklamaların siyasi amaçla yapıldığı ve başvurucular gibi muhalif sesleri susturma amacı taşıdığı iddiasıyla Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiği şikayetini ise incelemeye gerek görmedi. Başvuruculara 21.500’er Euro manevi tazminat ödenecek.
İHAM’ın ihlal kararının gerekçesi büyük oranda Anayasa Mahkemesi kararına dayandığı için, kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığını gösteren delillerin neler olduğunu Anayasa Mahkemesi kararlarından okuyabilirsiniz: Altan başvurusu, Alpay başvurusu.
Kararlar, Mahkeme’nin darbe girişimi ve olağanüstü hal ilanından (OHAL) sonra tutuklanan gazetecilerle ilgili verdiği ilk kararlar olması ve Mahkeme’nin, 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemelerinin kararlarını yerine getirmemek için direndiği Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun etkililiğine ilişkin değerlendirmeleri nedeniyle önemli elbette ama özellikle Şahin Alpay hakkında verilen karar başka bir ilke daha imza atıyor: Mahkeme, Şahin Alpay kararı ile birlikte, ilk kez Türkiye’ye karşı yapılan bir başvuruda kararın hüküm kısmında başvurucunun serbest bırakılması gerektiğine hükmetti. Anayasa Mahkemesi’nin, ağır ceza mahkemesinin kendi kararını uygulamaması nedeniyle verdiği ikinci ihlal kararı sonrası tahliye edilmesi gerekirken ev hapsine karar verilen Alpay’ın İHAM’ın bu kararı sonrası hemen serbest bırakılması gerekiyor zira Buzadji v. Moldova kararına göre ev hapsi de kişinin serbest bırakılması anlamına gelmiyor.
Hem İngilizce hem Fransızca yayımlanan kararların çevirisi ilerleyen günlerde yapılıp paylaşılacaktır ancak biz hızlıca Mahkeme’nin paylaştığı basın bültenleri üzerinden bir özet çeviri yapmak istedik. Bu nedenle, Serde Atalay ve Ayşe Nur Keskiner ile birlikte İHAM’ın Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında verdiği kararların özet çevirilerini aşağıda paylaşıyoruz.
Mehmet Hasan Altan v. Türkiye, Başvuru no. 13237/17, Karar tarihi: 20.03.2018 [Kararın İngilizce tam metni]
Başvurucu Mehmet Hasan Altan, 1953 doğumlu Türkiye vatandaşıdır. Halen İstanbul’da cezaevindedir.
Ekonomi profesörü ve gazeteci olan başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden önce, daha sonra 27 Temmuz 2016 tarihinde 668 sayılı OHAL KHK’si ile kapatılan Can Erzincan TV’de siyasi bir tartışma programı yapmaktaydı. FETÖ/PDY üyesi oldukları şüphesiyle başlatılan bir soruşturma kapsamında 10 Eylül 2016 tarihinde FETÖ/PDY’nin medya kanadı ile bağlantıları olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır.
22 Eylül 2016 tarihinde İstanbul 10. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır. Çeşitli tarihlerde tahliye edilmek üzere başvuruda bulunan Altan’ın tahliye talepleri reddedilmiştir. 8 Kasım 2016 tarihinde Altan, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
14 Nisan 2017 tarihinde savcı tarafından iddianame hazırlanmış ve aralarında Altan’ın da bulunduğu kişilerin Türk Ceza Kanunu’nun 309., 311. ve 220. maddenin 6. fıkrasıyla bağlantılı olarak 312. maddeleri altında Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istenmiştir.
11 Ocak 2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tahliye edilmesi talebini reddetmiştir.
16 Şubat 2018 tarihinde İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Altan’ın anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
İHAM’ın Kararı
12 Ocak 2017 tarihinde İHAM’a başvuran başvurucu, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının, 5. maddesinin 3. fıkrasının, Anayasa Mahkemesi’nin hızlı bir şekilde karar vermemesi ve kısıtlılık kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişememesi nedeniyle 5. maddesinin 4. fıkrasının, 5. maddesinin 5. fıkrasının, 10. maddesinin ve 5. ve 10. madde ile bağlantılı olarak 18. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
İHAS’ın 5. Maddesinde Güvence Altına Alınan Özgürlük ve Güvenlik Hakkı Yönünden:
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 1. Fıkrası Yönünden:
Mahkeme, aşağıdaki gerekçelerle Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir.
- Anayasa Mahkemesi’nin Kararı
Başvurucu Altan tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi, soruşturma makamlarının, başvurucunun FETÖ/PDY’nin amaçları doğrultusunda ya da olası bir askeri darbeye zemin hazırlama amacıyla hareket ettiğine ilişkin kanaat oluşmasını sağlayacak nitelikte olguların varlığını gösteremediğine karar vermiştir. Savcılık tarafından sunulan deliller incelendiğinde Anayasa Mahkemesi, Altan’ın yargılandığı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığına karar vermiştir.
“Olağanüstü hâl” döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanmasına dair ise Anayasa Mahkemesi, kişilerin bir suçu işlediklerine dair kuvvetli deliller olmadan tutuklanmalarının kabul edilmesi durumunda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının anlamsız hale geleceğini söyleyerek Altan’ın özgürlüğünden mahrum bırakılmasını somut olay bakımından orantısız bulmuştur.
Mahkeme, bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin Altan’ın tutuklanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa’nın 19. maddesinin 3. fıkrasını ihlal ettiğine karar verdiğini gözlemlemiştir. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı yönündeki kararıyla uyumlu olarak, bu durumun Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasına da aykırı olduğuna karar vermiştir.
2. Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra salıverilme için yapılan başvurular
Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğine dair kararına rağmen İstanbul 26. ve 27. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin dava dosyasındaki delillerin değerini belirlemeye yetkisi olmadığını, dolayısıyla da kararının hukuka uygun olmadığını, Altan’ın derhal serbest bırakılmasının hukukun temel ilkelerine, yargının bağımsızlığına, hiçbir kişi ya da kurumun mahkemelere talimat veremeyeceği ilkesine aykırı olacağını belirterek başvurucuyu serbest bırakmayı reddetmiştir.
Mahkeme, 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi’nin dava dosyasındaki delili incelememesi gerekirdi.” argümanını kabul etmemektedir. Zira aksinin kabulü, “Anayasa Mahkemesi, başvurucunun tutuklanmasının ve devam eden tutuk halinin hukuka uygunluğu konusundaki şikayetini, başvurucuya karşı öne sürülen delilleri hesaba katmadan inceleyebilirdi.” sonucuna karşılık gelmektedir.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce Hükümet başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurusunun hala sürmekte olduğunu belirtmek suretiyle Mahkeme’ye iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilmemesi neticesi için açıkça ısrar etmiştir. Bu argüman da Hükümet’in, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru usulünün, Sözleşme’nin 5. maddesinin esasları ışığında etkili bir iç hukuk yolu olduğu görüşünden kaynaklanmaktadır. Dahası bu görüş, Mahkeme’nin Koçintar v. Türkiye davasında belirlediği içtihadı ile de uyumludur.
Mahkeme bu argümanın Türk Hukuku altında, Anayasa Mahkemesi bir başvurucunun tutukluluğunun Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmediyorsa, tutuklama hususunda hükmedecek yetkili mahkemeler tarafından verilecek cevabın, devam eden tutukluluğu meşrulaştıran yeni kanıt ve temeller ortaya konulmadığı sürece, başvurucunun mutlaka salıverilmesini içermesi anlamına geleceğini belirtmektedir. Fakat olayda, 26. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ocak 2018 tarihli kararından sonra, Mahkeme karşısında Hükümet’in belirttiği yaklaşımdan bir hayli uzak biçimde iç hukuku yorumlayarak ve uygulayarak başvurucunun serbest bırakılması için yapılan başvuruyu reddetmiştir.
Mahkeme, yüksek anayasal yargı otoritesinin “nihai” ve “bağlayıcı” olarak verdiği hükmün ardından, başvurucunun serbest bırakılması başvurusunun reddi altında 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen nedenlerin Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının gerekliliklerini tatmin edecek nitelikte olmadığını gözlemlemiştir. Bireysel başvurular üzerinde nihai ve bağlayıcı karar vermesi için bir Anayasa Mahkemesi’ne bahşedilen yetkinin başka bir mahkeme tarafından yerindeliğinin sorgulanması, Sözleşme’nin 5. Maddesinin sağladığı korumanın fıtratında olan ve keyfiliğe karşı korumanın mihenk taşları olan hukukun üstünlüğü ve yasal belirlilik temel ilkelerine ters düşmektedir.
Anayasa Mahkemesi verdiği kararı Ağır Ceza Mahkemesi’ne gereğini yapması için iletmiş olmasına rağmen, Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin tespit etmiş olduğu ihlalin telafi edilmemesi sonucunu doğuracak şekilde, başvurucunun serbest bırakılmasını reddederek Anayasa Mahkemesi’ne direnmiştir.
Mahkeme ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin kararı sonrasında tutukluluğun sebebinin değiştiğini gösteren hiçbir delil veya yeni temelin dava dosyası tarafından ortaya konulmadığını gözlemlemiştir. Bu doğrultuda Mahkeme ayrıca, söylendiğine göre 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ulaşabildiği başvurucu hakkındaki kuvvetli şüpheyi onaylar nitelikteki delillerin, Anayasa Mahkemesi tarafından incelenen delillerden farklı olduğunun Hükümet tarafından hiçbir şekilde gösterilmediğini not etmiştir.
Dolayısıyla Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlalini tespit ettiği açık ve kesin kararından sonra, başvurucunun devam eden tutukluluğunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının gerektirdiği üzere “hukuka uygun” ve “kanunla öngörülmüş bir prosedüre uygun” olmadığına karar vermiştir.
3. Olağanüstü hallerde yükümlülüklerin askıya alınması
Mahkeme Türkiye’nin, Sözleşme’nin 15. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ni yükümlülüklerin askıya alınması altında alınan tedbirler ve sebepleri hakkında bütünüyle bilgilendirme resmi gerekliliğini yerine getirdiğini kabul etmektedir. Mahkeme Sözleşme’nin 15. Maddesi’nin her Yüksek Sözleşmeci Tarafın savaş veya ulusu tehdit eden olağanüstü hal zamanında; aynı maddenin ikinci paragrafında belirtilen maddeler kapsamındaki yükümlülükler haricinde, alınan tedbirlerin durumun zaruretlerine karşılık orantılı olması şartıyla ve uluslararası hukuk altındaki diğer yükümlülüklerle çatışmayacak biçimde Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerini askıya alabileceğini tekrar etmektedir. Mahkeme, anayasal perspektiften olağanüstü hal ilanına yol açan sebepleri incelemiş olan Anayasa Mahkemesi’nin askeri darbe girişiminin ulusun hayatına ve varlığına yoğun tehdit oluşturduğu kanısında olduğunu gözlemlemektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bulgularının ve mevcut emarelerin ışığında Mahkeme, askeri darbe girişiminin Sözleşme’nin anlamı doğrultusunda “ulusun hayatını tehdit eden olağanüstü hal” durumunun varlığına yol açtığını düşünmektedir.
Mevcut davada alınan tedbirlerin kati suretle durumun zaruretinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunda ise Mahkeme, Anayasa Mahkemesi tarafından ortaya konulduğu üzere makul şüphe yokluğu dolayısıyla “hukuka uygun” ve “kanunun buyurduğu bir usule uygun” olmayan bir tedbirin durumun gerekliliği olduğu sonucuna varılamayacağına karar vermiştir.
4. Bireysel Başvuru Yolunun Etkililiği
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar ile Altan’ın tutuk halinin devam ediyor olmasının tutuklulukla ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular yönünden etkili bir yol olup olmadığı konusunda ciddi endişeler uyandırdığını belirtmiştir. Buna rağmen Mahkeme, Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca özgürlüğünden mahrum bırakılan kişiler tarafından yapılan bireysel başvurular bakımından önceki içtihadından ayrılmayacağını (bkz. Koçintar v. Türkiye, para. 44) fakat, yerel mahkemeler ve özellikle ağır ceza mahkemelerinin vereceği kararlar bakımından yaşanacak gelişmeler üzerinden Anayasa Mahkemesi’nin Sözleşme’nin 5. maddesiyle ilgili yapılacak başvurularda etkili bir yol olup olmadığını inceleme hakkını saklı tutmuştur. Bu bağlamda, Mahkeme’ye göre, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının teoride ve pratikte etkili bir yol olup olmadığını kanıtlama görevi Hükümet’tedir.
5. Altan’ın tutuklama kararında ve tutuk halinin devamı kararlarında yeterli gerekçe gösterilmediği şikayeti
Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası altında verdiği karar uyarınca, bu şikayeti ayrıca inceleme gereği görmemiştir.
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 4. Fıkrası Yönünden:
Başvurucu, Anayasa Mahkemesi’nin başvurucunun tutukluluğu ile ilgili yaptığı bireysel başvuru hakkında Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrası uyarınca (Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrası) hızlı şekilde karar vermediğini iddia etmiştir. Mahkeme, başvurucunun yaptığı başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından 14 ay 3 gün sonra karara bağlanmasını normal şartlarda ‘hızlı’ bulamayacağını ancak, Altan başvurucunun karışık bir başvuru olduğunu, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL altında Anayasa Mahkemesi’ne taşınan, özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade özgürlüğüne ilişkin yeni bir dizi dava grubundan biri olduğunu ve özellikle OHAL ilanından sonra Anayasa Mahkemesi’nin dava yükünün istisnai şekilde arttığını dikkate alarak mevcut durum itibarıyla Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Fakat Mahkeme, bu kararının Anayasa Mahkemesi’ne önündeki benzer başvurularla ilgili karar verme konusunda ‘açık çek’ vermediğinin altını çizerek, bu konuda Anayasa Mahkemesi üzerindeki denetiminin devam edeceğini belirtmiştir.
İHAS’ın 10. Maddesinde Güvence Altına Alınan İfade Özgürlüğünün İhlali Yönünden:
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ocak 2018 tarihli kararı ışığında, Altan’ın tutuklu yargılanmasının onun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil ettiğine, söz konusu yargılama biçiminin TCK ve CMK’nin ilgili hükümleri ile düzenlendiğine ve düzeni sağlama ve suçu önleme şeklindeki meşru amaçları güttüğüne karar vermiştir.
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin, Altan’ın fikirlerini ifade etmesini müteakiben başlangıçtaki ve süregiden tutuklu yargılanmasının Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü görülemeyecek kadar ağır bir tedbir teşkil ettiği şeklindeki sonucundan farklı bir sonuca ulaşmak için bir gerekçe görememiştir. Yargılamada mevzubahis hâkimlerin Altan’ı özgürlüğünden mahrum bırakmak için zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı ortaya koyamadıkları sonucuna varan Anayasa Mahkemesi, Altan’ın tutukluluğu, makaleleri ve görüşleri dışında başka herhangi somut bir delile dayandırılmadığı sürece, bu durumun basın ve ifade özgürlüğünü etkisiz kılacak bir etki yaratabileceğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası nezdinde kendi çıkarımlarını yapmıştır.
Mahkeme, önüne gelen davaları çevreleyen koşulları, özellikle de askeri darbe teşebbüsünden sonra Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları göz önünde bulundururken, demokrasinin temel ayırt edici niteliklerinden birinin de sorunları toplumsal müzakere düzleminde çözme imkânı sağlaması olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme pek çok kararında demokrasinin ifade özgürlüğünün üzerinde yükseleceğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, “ulusun varlığını tehdit eden bir olağanüstü halin” varlığı, demokratik bir toplumun kalbinde yer alan toplumsal müzakereyi sınırlamak için bir bahane olarak kullanılmamalıdır. Mahkeme’nin görüşüne göre, olağanüstü bir durumda dahi – ki Anayasa Mahkemesi tarafından da belirtildiği üzere bu rejim, temel hakları garantileyerek normal düzeni yeniden sağlama amacı güden hukuki bir rejimdir – üye devletler, alınacak her türlü tedbirin, demokratik düzeni bu düzene yönelik tehditlerden koruma amacı gütmesi gerektiğini ve demokratik bir toplumun çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi değerlerini korumak için her türlü çabanın gösterilmesi gerektiğini unutmamalıdır. Bundan da öte, hükümetlerin eleştirilmesi ve bir devletin liderlerince milli çıkarları zedelediği öne sürülen bilgilerin yayımlanması, bir terörist organizasyona üye olmak ya da örgütü desteklemek, hükümeti veya anayasal düzeni ortadan kaldırmak ya da terörist propagandası yapmak gibi ciddi suçlamalara sebebiyet vermemelidir. Böylesi ciddi suçlamalar söz konusu olduğunda dahi, tutuklu yargılama, ancak başka her türlü tedbirin takibatın sağlıklı şekilde sürdürülmesini sağlamak bakımından yetersiz kalması halinde son durumda başvurulacak istisnai bir tedbir olarak kullanılmalıdır. Aksi takdirde, yerel mahkemelerin yorumu kabul edilemez. Son olarak, eleştirel görüşler ifade eden herhangi birinin tutuklu yargılanması, hem tutuklananlar üzerinde hem de tüm toplum nezdinde pek çok olumsuz etki yaratmıştır, nitekim mevzubahis davada olduğu gibi özgürlükten mahrum kalmayı gerektiren bir tedbirin uygulanması, sivil toplumu tedirgin ederek ve muhalif görüşleri susturarak kaçınılmaz biçimde ifade özgürlüğünü etkisiz kılma sonucunu doğuracaktır ve böyle bir etki, sonrasında tutuklu beraat etse/aklansa dahi ortaya çıkabilir.
Mahkeme, Türkiye’nin çekincesi göz önünde bulundurularak, Sözleşme’nin 5. maddenin 1. fıkrası ile bağlantılı olarak 15. maddenin uygulanması bakımından yaptığı değerlendirmeden ayrılmak için geçerli bir sebep görmeyerek, vardığı sonuçların ifade özgürlüğü bakımından yaptığı değerlendirme çerçevesinde de geçerli olduğuna hükmetmiştir.
Bu nedenlerle Mahkeme, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
İHAS’ın 18. Maddesinde Güvence Altına Alınan Hakların Sınırlanmasının Kötüye Kullanılması Yasağı Yönünden:
Mahkeme, 18. madde bakımından ayrı bir inceleme yapma gereği görmemiştir.
Kabul Edilemez Bulunan Şikayetler
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 3. Fıkrası Yönünden:
Altan’ın hukuka aykırı olarak gözaltına alınması ve gözaltında tutulduğu X günlük süre bakımından yaptığı şikayeti Mahkeme, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Mahkeme’ye göre Türkiye’deki hukuk sistemi bu şikayetler yönünden iki hukuk yolu öngörmektedir: Bunlar, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesinin 5. fıkrasında yer alan itiraz yolu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 141. maddesi uyarınca açılacak tazminat davası yoludur.
Altan, her ne kadar 91. maddenin 5. fıkrasına göre gözaltından serbest bırakılması için itiraz etmiş olsa da, 141. maddeye dayanarak tazminat davası açmamıştır. Mahkeme, Altan’ın CMK’nin 141. maddesinin etkili bir yol olduğuna dair şüpheler olduğu yönündeki itirazını bu yöndeki bir önyargının başvurucuyu hukuk yollarını tüketmekten alıkoyamayacağını söyleyerek, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 4. Fıkrası Yönünden:
Bilinmeyen bir tarihte İstanbul savcılığı 668 sayılı OHAL KHK’sinin 3. maddesinin 1. fıkrasının f bendine dayanarak başvurucunun ve başvurucunun avukatlarının soruşturma dosyasına erişimini kısıtlamıştır. Ancak önce polis, daha sonra savcılık ve hakimlik önündeki ifade ve sorgu aşamasında Altan’a, avukatlarının eşliğinde, detaylı sorular sorulmuş, böylece Altan tutuklama kararına dayanak olarak gösterilen ve kendisine yöneltilen suçlama ve delillere karşı bu delillere itiraz da edebileceği şekilde yeterli bilgiye sahip olmuştur. Bu nedenle söz konusu şikayet Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur.
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 5. Fıkrası Yönünden:
Başvurucu, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararında yaklaşık 4500 Euro’luk bir tazminat almıştır. Mahkeme her ne kadar bu tazminatın kendi vereceği tazminattan düşük olduğunu söylese de, verilen tazminatın tamamen orantısız/yetersiz de olmadığını dikkate almaktadır. Bu nedenle bu şikayet yönünden de açıkça dayanaktan yoksunluk kararı vermiştir.
Sözleşme’nin 41. Maddesi Uyarınca Tazminat
Mahkeme, başvurucu Mehmet Altan’a 21.500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
Muhalefet Şerhi
[Türkiye yargıcı Işıl Karakaş’ın bu dava özelinde yargıçlıktan çekilmesi üzerine ad hoc hakim olan] Ergin Ergül’ün kararda kısmi muhalefet şerhi var. Yargıçlar Spano, Bianku, Vucinic, Lemmens ve Gritco ise Ergül’ün muhalefet şerhine karşı ortak bir şerh yazmıştır.
Şahin Alpay v. Türkiye, Başvuru no. 16538/17, Karar tarihi: 20.03.2018 [Kararın İngilizce tam metni]
Başvurucu Şahin Alpay, 1944 doğumlu bir Türkiye vatandaşıdır. Başvurucu halen İstanbul’da cezaevinde tutukludur.
Alpay, 2002 yılından bu yana 27 Temmuz 2016 tarihinde 668 sayılı OHAL KHK’si ile kapatılan ve Gülen hareketinin medyadaki amiral gemisi olarak kabul edilen Zaman Gazetesi’nde çalışan bir gazetecidir. Başvurucu ayrıca İstanbul’da bir özel üniversitede karşılaştırmalı siyaset ve Türk siyasi tarihi dersleri de vermiştir.
27 Temmuz 2016 tarihinde evindeyken gözaltına alınan ve FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla emniyete götürülen Alpay, 30 Temmuz 2016 tarihinde İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği tarafından yazdığı köşe yazıları gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır. Tahliye talepleri reddedilen Alpay, 8 Eylül 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
10 Nisan 2017 tarihinde İstanbul savcılığı tarafından iddianame hazırlanmış ve aralarında Altan’ın da bulunduğu kişilerin Türk Ceza Kanunu’nun 309., 311. ve 220. maddenin 6. fıkrasıyla bağlantılı olarak 312. maddeleri altında Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istenmiştir.
11 Ocak 2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkında kararını açıklamış ve başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir.
Başvurucunun yargılanmakta olduğu ceza davası halen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdesttir.
İHAM’ın Kararı
28 Şubat 2017 tarihinde İHAM’a başvuran başvurucu, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının, 5. maddesinin 3. fıkrasının, Anayasa Mahkemesi’nin hızlı bir şekilde karar vermemesi ve kısıtlılık kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişememesi nedeniyle 5. maddesinin 4. fıkrasının, 5. maddesinin 5. fıkrasının, 10. maddesinin ve 5. ve 10. madde ile bağlantılı olarak 18. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
İHAS’ın 5. Maddesinde Güvence Altına Alınan Özgürlük ve Güvenlik Hakkı Yönünden:
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 1. Fıkrası Yönünden:
Mahkeme, aşağıdaki gerekçelerle Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir.
- Anayasa Mahkemesi’nin Kararı
Anayasa Mahkemesi 11 Ocak 2018 tarihli kararında, başvurucunun FETÖ/PDY’nin amaçlarıyla örtüşecek şekilde hareket ettiğine dair soruşturma makamının gerçeğe dayanan herhangi bir temel gösterememiş olmasından bahisle, başvurucunun tutukluluğunun Anayasa’nın 19. maddesinin 3. fıkrasını ihlal ettiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi, Savcılık tarafından sunulan deliller ışığında başvurucunun suçlandığı suçları işlediğine dair güçlü emareler olmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin nazarında, başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakılması durumun mutlak zaruretleri karşısında orantısızdır.
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin esasında başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakılması hakkında vardığı sonucun, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasına da uymadığını belirterek Anayasa Mahkeme’sinin tespitlerini uygun bulmuştur.
2. Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra salıverilme için yapılan başvurular
Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğine dair kararına rağmen, İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuyu serbest bırakmayı reddetmiştir. Özellikle 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin dava dosyasındaki kanıtların değerini belirlemeye yetkisi olmadığını, dolayısıyla da kararının hukuka uygun olmadığı ve yetki gaspı olduğunu belirtmiştir.
Mahkeme, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi’nin dava dosyasındaki delili incelememesi gerekirdi.” argümanını kabul etmemektedir. Zira aksinin kabulü, “Anayasa Mahkemesi, başvurucunun tutuklanmasının ve devam eden tutuk halinin hukuka uygunluğu konusundaki şikayetini, başvurucuya karşı öne sürülen delilleri hesaba katmadan inceleyebilirdi.” sonucuna karşılık gelmektedir.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce Hükümet başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurusunun hala sürmekte olduğunu belirtmek suretiyle Mahkeme’ye iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilmemesi neticesi için açıkça ısrar etmiştir. Bu argüman da Hükümet’in, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru usulünün, Sözleşme’nin 5. maddesinin esasları ışığında etkili bir iç hukuk yolu olduğu görüşünden kaynaklanmaktadır. Dahası bu görüş, Mahkeme’nin Koçintar v. Türkiye davasında belirlediği içtihadı ile de uyumludur. Mahkeme bu argümanın Türk Hukuku altında, Anayasa Mahkemesi bir başvurucunun tutukluluğunun Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmediyorsa, tutuklama hususunda hükmedecek yetkili mahkemeler tarafından verilecek cevabın, devam eden tutukluluğu meşrulaştıran yeni kanıt ve temeller ortaya konulmadığı sürece, başvurucunun mutlaka salıverilmesini içermesi anlamına geleceğini belirtmektedir. Fakat olayda, 13. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ocak 2018 tarihli kararından sonra, Mahkeme karşısında Hükümet’in belirttiği yaklaşımdan bir hayli uzak biçimde iç hukuku yorumlayarak ve uygulayarak başvurucunun serbest bırakılması için yapılan başvuruyu reddetmiştir.
Mahkeme, yüksek anayasal yargı otoritesinin “nihai” ve “bağlayıcı” olarak verdiği hükmün ardından, başvurucunun serbest bırakılması başvurusunun reddi altında 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen nedenlerin Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının gerekliliklerini tatmin edecek nitelikte olmadığını gözlemlemiştir. Bireysel başvurular üzerinde nihai ve bağlayıcı karar vermesi için bir Anayasa Mahkemesi’ne bahşedilen yetkinin başka bir mahkeme tarafından yerindeliğinin sorgulanması, Sözleşme’nin 5. Maddesinin sağladığı korumanın fıtratında olan ve keyfiliğe karşı korumanın mihenk taşları olan hukukun üstünlüğü ve yasal belirlilik temel ilkelerine ters düşmektedir.
Anayasa Mahkemesi verdiği kararı Ağır Ceza Mahkemesi’ne gereğini yapması için iletmiş olmasına rağmen, Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin tespit etmiş olduğu ihlalin telafi edilmemesi sonucunu doğuracak şekilde, başvurucunun serbest bırakılmasını reddederek Anayasa Mahkemesi’ne direnmiştir. Mahkeme ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin kararı sonrasında tutukluluğun sebebinin değiştiğini gösteren hiçbir delil veya yeni temelin dava dosyası tarafından ortaya konulmadığını gözlemlemiştir. Bu doğrultuda Mahkeme ayrıca, söylendiğine göre 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ulaşabildiği başvurucu hakkındaki kuvvetli şüpheyi onaylar nitelikteki delillerin, Anayasa Mahkemesi tarafından incelenen delillerden farklı olduğunun Hükümet tarafından hiçbir şekilde gösterilmediğini not etmiştir.
Dolayısıyla Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlalini tespit ettiği açık ve kesin kararından sonra, başvurucunun devam eden tutukluluğunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının gerektirdiği üzere “hukuka uygun” ve “kanunla öngörülmüş bir prosedüre uygun” olmadığına karar vermiştir.
3. Olağanüstü hallerde yükümlülüklerin askıya alınması
Mahkeme Türkiye’nin, Sözleşme’nin 15. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ni yükümlülüklerin askıya alınması altında alınan tedbirler ve sebepleri hakkında bütünüyle bilgilendirme resmi gerekliliğini yerine getirdiğini kabul etmektedir. Mahkeme Sözleşme’nin 15. maddesinin her Yüksek Sözleşmeci Tarafın savaş veya ulusu tehdit eden olağanüstü hal zamanında; aynı maddenin ikinci paragrafında belirtilen maddeler kapsamındaki yükümlülükler haricinde, alınan tedbirlerin durumun zaruretlerine karşılık orantılı olması şartıyla ve uluslararası hukuk altındaki diğer yükümlülüklerle çatışmayacak biçimde Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerini askıya alabileceğini tekrar etmektedir. Mahkeme, anayasal perspektiften olağanüstü hal ilanına yol açan sebepleri incelemiş olan Anayasa Mahkemesi’nin askeri darbe girişiminin ulusun hayatına ve varlığına yoğun tehdit oluşturduğu kanısında olduğunu gözlemlemektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bulgularının ve mevcut emarelerin ışığında Mahkeme, askeri darbe girişiminin Sözleşme’nin anlamı doğrultusunda “ulusun hayatını tehdit eden olağanüstü hal” durumunun varlığına yol açtığını düşünmektedir.
Mevcut davada alınan tedbirlerin kati suretle durumun zaruretinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunda ise Mahkeme, Anayasa Mahkemesi tarafından ortaya konulduğu üzere makul şüphe yokluğu dolayısıyla “hukuka uygun” ve “kanunun öngördüğü bir usule uygun” olmayan bir tedbirin durumun gerekliliği olduğu sonucuna varılamayacağına karar vermiştir.
4. Bireysel Başvuru Yolunun Etkililiği
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar ile Alpay’ın tutuk halinin devam ediyor olmasının tutuklulukla ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular yönünden etkili bir yol olup olmadığı konusunda ciddi endişeler uyandırdığını belirtmiştir. Buna rağmen Mahkeme, Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca özgürlüğünden mahrum bırakılan kişiler tarafından yapılan bireysel başvurular bakımından önceki içtihadından ayrılmayacağını (bkz. Koçintar v. Türkiye, para. 44) fakat, yerel mahkemeler ve özellikle ağır ceza mahkemelerinin vereceği kararlar bakımından yaşanacak gelişmeler üzerinden Anayasa Mahkemesi’nin Sözleşme’nin 5. maddesiyle ilgili yapılacak başvurularda etkili bir yol olup olmadığını inceleme hakkını saklı tutmuştur. Bu bağlamda, Mahkeme’ye göre, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının teoride ve pratikte etkili bir yol olup olmadığını kanıtlama görevi Hükümet’tedir.
5. Altan’ın tutuklama kararında ve tutuk halinin devamı kararlarında yeterli gerekçe gösterilmediği şikayeti
Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası altında verdiği karar uyarınca, bu şikayeti ayrıca inceleme gereği görmemiştir.
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 4. Fıkrası Yönünden:
Başvurucu, Anayasa Mahkemesi’nin başvurucunun tutukluluğu ile ilgili yaptığı bireysel başvuru hakkında Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrası uyarınca (Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrası) hızlı şekilde karar vermediğini iddia etmiştir. Mahkeme, başvurucunun yaptığı başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından 14 ay 3 gün sonra karara bağlanmasını normal şartlarda ‘hızlı’ bulamayacağını ancak, başvurunun karışık bir başvuru olduğunu, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL altında Anayasa Mahkemesi’ne taşınan, özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade özgürlüğüne ilişkin yeni bir dizi dava grubundan biri olduğunu ve özellikle OHAL ilanından sonra Anayasa Mahkemesi’nin dava yükünün istisnai şekilde arttığını dikkate alarak mevcut durum itibarıyla Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Fakat Mahkeme, bu kararının Anayasa Mahkemesi’ne önündeki benzer başvurularla ilgili karar verme konusunda ‘açık çek’ vermediğinin altını çizerek, bu konuda Anayasa Mahkemesi üzerindeki denetiminin devam edeceğini belirtmiştir.
Sözleşme’nin 5. Maddesinin 5. Fıkrası Yönünden:
Alpay, tutuklu yargılanması nedeniyle yaşadığı mağduriyetin tazmini için etkili bir yol olmadığından şikayet etmiştir. Mahkeme başvuruyu konu bakımından kabul edilemez bulmuştur. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı sonucu tazminat alabilme imkanı tanıyan içtihatları olduğunu, dolayısıyla bu konuda etkili bir yol olduğunu ve zaten Anayasa Mahkemesi’nin de başvurucu hakkında verdiği ihlal kararında tazminata da hükmettiğini söylemiştir.
İHAS’ın 10. Maddesinde Güvence Altına Alınan İfade Özgürlüğünün İhlali Yönünden:
Mahkeme ilk olarak, Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ocak 2018 tarihli kararı ışığında, Alpay’ın tutuklu yargılanmasının onun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil ettiğine, söz konusu yargılama biçiminin TCK ve CMK’nin ilgili hükümleri ile düzenlendiğine ve kamu düzenini sağlama ve suçu önleme şeklindeki meşru amaçları güttüğüne karar vermiştir.
Sonrasında Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin, Alpay’ın fikirlerini ifade etmesini müteakiben başlangıçtaki ve süregiden tutuklu yargılanmasının Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü görülemeyecek kadar ağır bir tedbir teşkil ettiği şeklindeki sonucundan farklı bir sonuca ulaşmak için bir gerekçe görememiştir. Yargılamada mevzubahis hâkimlerin Alpay’ı özgürlüğünden mahrum bırakmak için zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı ortaya koyamadıkları sonucuna varan Anayasa Mahkemesi, Alpay’ın tutukluluğu, makaleleri ve görüşleri dışında başka herhangi somut bir delile dayandırılmadığı sürece, bu durumun basın ve ifade özgürlüğünü etkisiz kılacak bir etki yaratabileceğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası nezdinde kendi çıkarımlarını yapmıştır.
Mahkeme, önüne gelen davaları çevreleyen koşulları, özellikle de askeri darbe teşebbüsünden sonra Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları göz önünde bulundururken, demokrasinin temel ayırt edici niteliklerinden birinin de sorunları toplumsal müzakere düzleminde çözme imkânı sağlaması olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme pek çok kararında demokrasinin ifade özgürlüğünün üzerinde yükseleceğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, “ulusun varlığını tehdit eden bir olağanüstü halin” varlığı, demokratik bir toplumun kalbinde yer alan toplumsal müzakereyi sınırlamak için bir bahane olarak kullanılmamalıdır. Mahkeme’nin görüşüne göre, olağanüstü bir durumda dahi – ki Anayasa Mahkemesi tarafından da belirtildiği üzere bu rejim, temel hakları garantileyerek normal düzeni yeniden sağlama amacı güden hukuki bir rejimdir – üye devletler, alınacak her türlü tedbirin, demokratik düzeni bu düzene yönelik tehditlerden koruma amacı gütmesi gerektiğini ve demokratik bir toplumun çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi değerlerini korumak için her türlü çabanın gösterilmesi gerektiğini unutmamalıdır. Bundan da öte, hükümetlerin eleştirilmesi ve bir devletin liderlerince milli çıkarları zedelediği öne sürülen bilgilerin yayımlanması, bir terör örgütüne üye olmak ya da örgütü desteklemek, hükümeti veya anayasal düzeni ortadan kaldırmak ya da terörist propagandası yapmak gibi ciddi suçlamalara sebebiyet vermemelidir. Böylesi ciddi suçlamalar söz konusu olduğunda dahi, tutuklu yargılama, ancak başka her türlü tedbirin takibatın sağlıklı şekilde sürdürülmesini sağlamak bakımından yetersiz kalması halinde son durumda başvurulacak istisnai bir tedbir olarak kullanılmalıdır. Aksi takdirde, yerel mahkemelerin yorumu kabul edilemez. Son olarak, eleştirel görüşler ifade eden herhangi birinin tutuklu yargılanması, hem tutuklananlar üzerinde hem de tüm toplum nezdinde pek çok olumsuz etki yaratmıştır, nitekim mevzubahis davada olduğu gibi özgürlükten mahrum kalmayı gerektiren bir tedbirin uygulanması, sivil toplumu tedirgin ederek ve muhalif görüşleri susturarak kaçınılmaz biçimde ifade özgürlüğünü etkisiz kılma sonucunu doğuracaktır ve böyle bir etki, sonrasında tutuklu beraat etse/aklansa dahi ortaya çıkabilir.
Mahkeme, Türkiye’nin çekincesi göz önünde bulundurularak, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası ile bağlantılı olarak 15. maddenin uygulanması bakımından yaptığı değerlendirmeden ayrılmak için geçerli bir sebep görmeyerek, vardığı sonuçların 10. madde bakımından yaptığı değerlendirme çerçevesinde de geçerli olduğuna hükmetmiştir.
Bu nedenlerle Mahkeme, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
İHAS’ın 18. Maddesinde Güvence Altına Alınan Hakların Sınırlanmasının Kötüye Kullanılması Yasağı Yönünden:
Mahkeme, 18. madde bakımından ayrı bir inceleme yapma gereği görmemiştir.
İHAS’ın 46. Maddesi Uyarınca Hükümet’e Yüklenen Yükümlülükler ve İHAM Kararlarının Bağlayıcılığı
Mahkeme, Şahin Alpay’ın tutukluluğunun devam etmesi durumunda Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası altında tespit edilen ihlalin devam edeceğini, bunun da Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca Hükümet’e yüklenen yükümlülüğünün ihlali anlamına geleceğini vurgulamıştır. Bu nedenle Mahkeme, ihlal kararının gerekçesi ve davanın somut durumu itibarıyla Alpay’ın tutuk halinin mümkün olan en kısa zamanda sona erdirilmesinin Hükümet tarafından güvence altına alınmasını istemiştir.
Sözleşme’nin 41. Maddesi Uyarınca Adil Tazminat
Mahkeme, başvurucu Şahin Alpay’a 21.500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
Muhalefet Şerhi
[Türkiye yargıcı Işıl Karakaş’ın bu dava özelinde yargıçlıktan çekilmesi üzerine ad hoc hakim olan] Ergin Ergül’ün kararda kısmi muhalefet şerhi var. Yargıçlar Spano, Bianku, Vucinic, Lemmens ve Gritco ise Ergül’ün muhalefet şerhine karşı ortak bir şerh yazmıştır.
Trackbacks & Pingbacks