avukat, Azerbaycan, çeviri, Barolar Birliği, bireysel başvuru hakkı, ifade özgürlüğü, ruhsat, Serde Atalay, İHAM
İHAM’ın Hajibeyli ve Aliyev v. Azerbaycan kararının özet çevirisi: “Avukatları, mesleki eleştirileri nedeniyle Barolar Birliği üyeliğine kabul etmemek ifade özgürlüğü ihlalidir.”
İHAM, 19 Nisan 2018 tarihinde, insan hakları alanında çalışan avukat başvurucuların Azerbaycan Barolar Birliği’nin işleyişi ve ülkede hukuk mesleğinin icrasının geldiği durumla ilgili belirttikleri görüşleri nedeniyle Azerbaycan Barolar Birliği’ne kabul edilmemelerini ifade özgürlüğüne, İHAM’a yaptıkları başvurulara Azerbaycan Hükümeti tarafından 2.5 ay süreyle el konulmasını bireysel başvuru hakkına aykırı buldu.
Stajyer avukat Serde Atalay ile birlikte çevirdiğimiz Hajibeyli ve Aliyev v. Azerbaycan kararının tamamına (İngilizce) buradan ulaşabilirsiniz.
Hajibeyli ve Aliyev v. Azerbaycan, Başvuru no. 6477/08 ve 10414/08, Karar tarihi: 19.04.2018
OLAYLAR
Birinci başvurucu Annagi Bahadur oğlu Hajibeyli ve ikinci başvurucu İntigam Kamil oğlu Aliyev, Azerbaycan’da insan haklarının korunması alanında çalışan tanınan insan hakları savunucuları ve avukatlardır. İkinci başvurucu Aliyev’in İHAM önünden yüzden fazla başvurusu bulunmaktadır.
Ülkede avukatlığın durumu hakkında yaptıkları eleştiriler ve yazdıkları makaleler sıklıkla medyada yer alan başvurucular, başvuru konusu olay tarihinde Adalet Bakanlığı’ndan verilen özel izinle (ruhsatla) avukatlık yapmaktaydı.
28 Aralık 1999 tarihinde çıkartılan Avukatlık ve Avukatlık Faaliyetleri hakkında bir kanun ile avukatlara, avukatlık sınavına girmeksizin Azerbaycan Barolar Birliği’nin kurucu üyesi olma imkanı tanınmıştır. 2004 yılının Kasım ayında başvurucular gibi özel bir ruhsatla avukatlık yapan avukatların da Azerbaycan Barolar Birliği’ne üye olmasının önü açılmıştır. Ancak, aralarında başvurucuların da olduğu bazı avukatların bu hakları tanınmamış, başvurucular da Azerbaycan Barolar Birliği’nin bu kurucu heyetinin yasadışı olduğunu belirten bir metni imzalamışlardır.
Birinci Başvurucu Yönünden
2005 yılında, Kanun’da yapılan bir değişiklik üzerine başvurucu Azerbaycan Barolar Birliği’ne kabul edilmek üzere başvuru yapmış, başvurusu 27 Ocak 2006 tarihinde Azerbaycan Barolar Birliği heyeti tarafından reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı açtığı davalar da reddedilmiştir.
Başvurucuya gerekçe olarak yalnızca 27 Ocak 2006 tarihinde yapılan toplantının tutanağı verilmiştir. Bu toplantı sırasında başvurucuya “Bay Hajibeyli, Azerbaycan Barolar Birliği’nin kurucu meclisinin yasadışı olduğunu belirterek dava açan avukatlardan birisiniz, bu konuda ne söylemek istersiniz?” ve “Madem bu meclisin yasadışı olduğunu düşünüyorsunuz, neden bir üyesi olmak istiyorsunuz?” diye sorulmuş, başvurucunun cevaplarından yalnızca bir dakika sonra başvurusunun reddedildiği kararı bildirilmiştir.
İkinci Başvurucu Yönünden
2005 yılında, Kanun’da yapılan bir değişiklik üzerine başvurucu Azerbaycan Barolar Birliği’ne kabul edilmek üzere başvuru yapmış, başvurusu 19 Kasım 2005 tarihinde Azerbaycan Barolar Birliği heyeti tarafından reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı açtığı davalar da reddedilmiştir.
Başvurucuya gerekçe olarak yalnızca 19 Kasım 2005 tarihinde yapılan toplantının tutanağı verilmiştir. Bu toplantı sırasında başvurucuya “Bay Hajibeyli, Azerbaycan Barolar Birliği’nin kurucu meclisinin yasadışı olduğunu belirterek dava açan avukatlardan birisiniz, bu konuda ne söylemek istersiniz?”, “Basında çıkan yazılarınızda ülkede mahkemelerin içinde bulunduğu felaket durumun temel nedenlerinden biri olarak avukatlığın kötü durumunu göstermişiniz, bu konuda fikirlerinizi öğrenmek isteriz”, “size ve avukatlığınıza büyük saygı duyuyorum ancak basında ve Hukuk Gazetesi’nde yayımlanan makalelerinizde Azerbaycan Barolar Birliği üyelerine hakaret ettiniz” ve “Barolar Birliği’ne üye olmak istiyorsunuz ama ona karşı dava açıyorsunuz?” diye sorulmuş, başvurucunun cevaplarından sonra başvurusunun reddedildiği kararı bildirilmiştir.
Başvurucuların Başvurularına El Konulması Yönünden
8 Ağustos 2014 tarihinde ikinci başvurucu Aliyev hakkında cezai soruşturma başlatılmış ve 8 ve 9 Ağustos 2014 tarihinde o sırada İHAM önünde aralarında bu başvurunun da olduğu yaklaşık yüz tane başvurusu olan avukat Aliyev’in bütün dava dosyalarına el konulmuştur. 25 Ekim 2014 tarihinde bu dosyalar başvurucuya iade edilmiştir.
MAHKEME’NİN KARARI
Sözleşme’nin 10. Maddesinde Güvence Altına Alınan İfade Özgürlüğünün İhlali
Başvurucular, ülkede hukuk mesleğinin icrasının geldiği durumla ilgili belirttikleri görüşleri nedeniyle Azerbaycan Barolar Birliği’ne kabul edilmediklerini, bu durumun Sözleşme’nin 10. ve 11. maddeleri uyarınca ifade özgürlüklerini ve toplantı özgürlüklerini ihlal ettiğini öne sürmüşlerdir. Mahkeme ihlal iddiasını kabul edilebilir bularak işin esasına girmiştir.
Başvurucuların İddiaları
Başvuruculara göre, Heyet tarafından Azerbaycan Barolar Birliği’ne kabul edilmeme nedenleri, Birlik’in işleyişine ve ülkede hukuk mesleğinin kötü durumuna yönelik getirdikleri eleştiriler olmuştur. Başvurucular iddialarına dayanak olarak Heyet’in kendileri hakkında karar verdiği iki toplantının tutanaklarına ve Birlik’in temsilcisinin duruşmada yaptığı savunmaya dayanmışlardır.
Başvurucular ayrıca Birlik’e kabul edememelerinin yasal olmadığını, çünkü avukat olarak kabul edilmek için getirilen yasayla öngörülen tüm koşulları sağladıklarını ifade etmişlerdir.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Hakka yönelik bir müdahale olup olmadığı
Her ne kadar başvuruculardan ikisi de Sözleşme’nin 10. maddesi bakımından bir müdahale olup olmadığı konusunda açık bir beyanda bulunmasa da, Mahkeme mevcut müdahalenin ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil edip etmediğini araştırmayı gerekli görmektedir. Bu araştırmanın yapılabilmesi için, öngörülen müdahalenin kapsamı, olayın koşulları ve ilgili hukuki düzenlemeler nezdinde ortaya konulmalıdır.
Öncelikle Mahkeme, Hükümet’in, başvurucuların iddialarına dayanak yaptıkları toplantı tutanaklarının gerçek olmadığına ilişkin iddiasını kabul etmemektedir. Zira Hükümet bu iddiasına uygun şekilde Mahkeme’ye bu tutanakların asılları olduğunu iddia ettiği kopyaları sunmadığı gibi, hâlihazırda dosyada mevcut tutanakların gerçekliği hiçbir aşamada tartışma konusu da olmamıştır.
Bundan da öte tutanaklara bakıldığında görülmektedir ki Heyet’in üyeleri, başvurucuları Birlik’e kabul edilmeleri konusunda sorgularken sadece onların Birlik ve ülkede hukuk mesleğinin durumu konusundaki görüşleri üzerinde durmuş, kabul edilebilirlik kriterlerinin sağlanması ya da başvurucuların hukuki yeterliliği hakkında tek bir yorumda dahi bulunmamışlardır. Bu durum, yerel mahkemedeki savunmasında başvurucuların kabul edilmeme nedenlerinin Birlik hakkındaki görüşleri olduğunu açıkça söyleyen Birlik avukatının savunması ile de doğrulanmıştır. Mahkeme ayrıca, yerel mahkemelerin, başvurucuların Birlik’in kararlarının asıl gerekçesine itiraz ettiklerini kabul ettiği gerçeğini de göz ardı edemez.
Sonuç olarak Mahkeme, Heyet’in başvurucuları Birlik’e kabul etmeme kararının, başvurucuların özel yetkileri olan avukatlar olarak mesleki kapasiteleri dâhilinde yaptıkları eleştirel açıklamalara dayandığını kabul etmiştir. Dolayısıyla söz konusu ret kararı, başvurucuların ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil etmiştir. Bu noktada Mahkeme’nin, söz konusu müdahalenin Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrası bağlamında meşru olup olmadığını incelemesi gerekir.
Müdahalenin meşru olup olmadığı
Söz konusu müdahale, hukuk tarafından öngörülmediği, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasındaki meşru amaçlardan birini ya da daha fazlasını gütmediği ve demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sürece 10. maddenin ihlaline yol açacaktır.
Hukuk tarafından öngörülmek, müdahalenin sadece hukuki bir dayanağa sahip olması anlamına gelmez, ayrıca bu hukuki dayanağın kalitesine de işaret eder. Buna göre mevzubahis hukuk kuralı ulaşılabilir ve öngörülebilir, yeterli açıklıkta ve anlaşılabilir olmalıdır. Her ne kadar hukuk kurallarının mutlak bir kesinlikle kaleme alınması imkânı bulunmadığından belli oranda yoruma yol açacak belirsiz ifadeler kullanılması gerekse de bu kuralların değişen koşullara uyum sağlayabilmesi gerekir. Dolayısıyla da pek çok hukuki düzenleme kaçınılmaz olarak az ya da çok belirsiz kavramlar kullanılarak öngörülmekte ve hükme yönelik yorumu uygulama şekillendirmektedir.
Bu ilkeler somut olaya uygulanırsa, Birlik’e kabul edilme şartlarını düzenleyen kanun ile öngörülen koşullara bakıldığında görülmektedir ki, başvurucular gibi ellerinde özel yetki bulunduran avukatlar bakımından Birlik’e kabul edilmek için aranan tek koşul, Heyet tarafından yapılacak inceleme ile bu kişilerin avukat olarak faaliyette bulunmak için gerekli şartları sağlayıp sağlamadıklarına karar verilmesidir.
Fakat Mahkeme, işbu davada Heyet’in başvurucular bakımından yaptığı incelemede, sadece onların Birlik ve ülkedeki hukuk mesleğinin durumu hakkında belirttikleri görüşleri üzerinde durduğunu çoktan tespit etmiştir. Heyet, başvurucuların avukat olarak faaliyet göstermek için gerekli şartları sağlayıp sağlamadıkları konusunda tek bir soru sormamıştır. Başvurucuların Birlik’e kabul taleplerinin reddi için Heyet tarafından hiçbir gerekçe sunulmuş değildir. Her durumda sadece başvurucuların taleplerinin reddedildiği belirtilmekle yetinilmiş, başvurucuların avukat olarak faaliyet göstermek için gerekli nitelikleri haiz olup olmadıkları ile ilgili tek bir açıklamada bulunulmamıştır.
Hükümet, başvurucuların söz konusu gereklilikleri sağladıklarına itiraz etmediği gibi, Heyet’in ret kararına herhangi bir gerekçe de sunamamış, sadece bu meselenin Heyet’in yetkisi kapsamında olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Yine yerel mahkemeler de aynı şekilde bu çerçevede herhangi bir gerekçe sunmakta yetersiz kalmıştır.
Bu çerçevede, Mahkeme, avukatların ifade özgürlüğünün hukuk mesleğinin bağımsızlığıyla ilgili olduğunu ve bunun da adaletin düzgün şekilde tecellisi için elzem olduğunu tekrarlar. Buna ek olarak, profesyonel avukat birlikleri insan haklarının korunmasında çok önemli bir rol oynar ve bu nedenle bağımsız kalabilmeyi başarmalıdır, nitekim meslektaşlara ve hukuk mesleğinin özerkliğine saygı vazgeçilmezdir. Baro birlikleri bir otokontrol işlevi görür ve bunu etkin şekilde yerine getirmeleri için hukuk mesleğini icra edecek kişiler hakkında tam bilgi edinmek isteyebilirler. Ancak Mahkeme, Hükümet’in ve yerel mahkemelerin, Heyet’in hukuk ile öngörülmeyen gerekçelerle mesleğe erişimlerini engelleyerek avukatları ifade özgürlüklerine yapılabilecek muhtemel müdahalelere karşı korunmaktan mahrum bırakan iddialarını kabul edemez. Mahkeme, Hükümet’in dikkatini, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin avukatların ifade özgürlüğüne ilişkin olan ve avukatların ifade özgürlüğünden faydalanması gerektiğini, mesleğe erişim kararlarını ise bağımsız ve tarafsız hukuki mercilerin vermesi gerektiğini belirten R (2000) 21 numaralı Tavsiye kararına çekmeyi gerekli görmektedir.
Tüm bu hususlar, Mahkeme’nin mevzubahis müdahalenin Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrası bağlamında “kanun tarafından öngörülmediği” sonucuna varması için yeterlidir. Bu sonuca ulaşmakla Mahkeme, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen diğer iki koşula (meşru amaç ve demokratik toplumda gereklilik) uyulup uyulmadığını incelemeyi gerekli görmemektedir.
Sonuç itibarıyla, Sözleşme’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ihlal edilmiştir.
Sözleşme’nin 6. Maddesinde Düzenlenen Gerekçeli Karar Hakkı Bağlamında Adil Yargılanma Hakkının ihlali
Başvurucuları, yerel mahkemelerin gerekçesiz olarak karar vermeleri nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarını Mahkeme açıkça dayanaktan yoksun bulmadı ancak Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin bulguları yeterli görerek ayrıca Sözleşme’nin 6. maddesinden bir inceleme yapma gereği duymadı.
Sözleşme’nin 34. Maddesinde Düzenlenen Bireysel Başvuru Hakkının İhlali
İkinci başvurucu, aynı zamanda söz konusu başvuruyu İHAM’a taşıyan avukat olan Aliyev, 9 Eylül 2014 tarihinde Mahkeme’ye gönderdiği faksta başvurucuların İHAM’a yaptıkları başvuruya dair bütün evraklara el koyulduğunu, bu durumun da Sözleşme’nin 34. maddesinde düzenlenen bireysel başvuru hakkının kullanımını engelleme amacı taşıdığını belirtmişti.
Mahkeme, her ne kadar söz konusu evraklar aradan yaklaşık 2.5 ay geçtikten sonra başvurucuya iade edilse de, bu durumun Sözleşme’nin 34. maddesinde öngörülen yükümlülükler ile bağdaşmadığına karar vererek 34. maddeden ihlal buldu.
ADLİ TAZMİN
Mahkeme, her bir başvurucuya ayrı ayrı 7.000 Euro tazminat ödenmesine ve birinci başvurucuya masrafları için 2.500 Euro ödenmesine karar verdi.
From → Haberler, İnsan hakları
Trackbacks & Pingbacks