Ağustos 2018 – AYM ve İHAM Kararları Bülteni
Ağustos 2018’de çıkan 6 Anayasa Mahkemesi ve 4 İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararının yer aldığı bülten aşağıda.
Kadın hukuk fakültesi öğrencileriyle hazırladığımız bu bültende İHAM karar çevirilerini Serde Atalay, Ayşenur Keskiner, İlkay Nadir yaptı.
Önümüzdeki ay görüşmek üzere.
AYM Kararları
İşkence Yasağı ve Etkili Soruşturma Yürütme Yükümlülüğü
1 Ağustos 2018
E.A. başvurusu, Başvuru no. 2014/19112, Karar tarihi: 17.05.2018
Başvurucuya cinsel tacizde bulunan kişi hakkında başvurucunun ruh sağlığı bozulmadığı gerekçesiyle ceza arttırımına gidilmeden verilen cinsel saldırı suçunun cezasının “duruşmalardaki iyi hali ve yargılama sürecindeki davranışları” dikkate alınarak takdir indirimi uygulanarak 1 yıl 8 aya düşürülmesi ve ceza miktarı ile sabıkasız geçmişi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Kötü muamele yasağının usul yönünden ihlali
Elif Dost Aydın, Başvuru no. 2014/19954, Karar tarihi: 12.06.2018
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde öğrenciyken 21 Eylül 2006 tarihinde üniversite harçlarına yapılan zammı protesto sırasında başvurucunun sağ el parmağını kıran polise zor kullanma yetkisinde sınırı aşmak suretiyle yaralama suçundan 11 ay 20 ay hapis cezası verilmesi ve cezanın ertelenmesi – İnsanlıkdışı muamele yasağının ve soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlali
Özgürlük ve Güvenlik Hakkı
2 Ağustos 2018
Kadri Enes Berberoğlu başvurusu, Başvuru no. 2017/27793, Karar tarihi: 18.07.2018
CHP milletvekili Berberoğlu hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme ve bilgileri açıklama suçundan 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılması – Tutuklama kararı ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükmüyle birlikte verildiğinden 5. maddenin ihlal edildiği iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulundu. [Serbest seçim hakkının ihlali iddiası da açıkça dayanaktan yoksun bulundu.]
Din ve Vicdan Özgürlüğü
2 Ağustos 2018
B.S. başvurusu, Başvuru no. 2015/8491, Karar tarihi: 18.07.2018
Maliye Bakanlığı Ankara defterdarlığında memur olarak görev yaptığı dönemde başörtüsü taktığı gerekçesiyle uyarı ve kınama cezaları alan başvurucunun 2001 yılında devlet memurluğundan çıkartılması – Din ve vicdan özgürlüğünün ihlali
İfade Özgürlüğü
2 Ağustos 2018
Kemal Kılıçdaroğlu başvurusu (no. 3), Başvuru no. 2015/1220, Karar tarihi: 18.07.2018
Kılıçdaroğlu’nun 2010 yılında Kayseri Büyükşehir Belediyesi’yle ilgili yaptığı açıklamalar nedeniyle hakkında açılan yedi ayrı tazminat davasında manevi tazminat ödemeye mahkum edilmesi – İfade özgürlüğü ihlali
Umut Kılıç başvurusu, Başvuru no. 2015/16643, Karar tarihi: 04.04.2018
21 Nisan 2015 tarihli adli yargı hakim adaylığı mülakatında ‘faşist Ak Parti iktidarının uşakları, hırsız katil Erdoğan’ sloganı attığı gerekçesiyle tutuklanan başvurucuya TCK’nin 125. ve 299. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezası verilmesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması – İfade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulundu. [AYM’nin TCK’nin 299. maddesinde düzenlenen cumhurbaşkanına hakaret suçundan verdiği ilk karar]
İHAM Kararları
Yaşam Hakkı ve Etkili Soruşturma Yürütme Yükümlülüğü
Khodyukevich v. Rusya, Başvuru No: 74282/11, Karar Tarihi: 28/08/2018
1955 doğumlu Rus vatandaşı başvurucunun oğlunun, kendisini oklavayla döven karısıyla kavgasının ardından tutuklanarak karakola götürülmesi, Başvurucunun oğlunun sarhoş olduğu esnada polis memurları tarafından ifadesinin alınması, Polis memurlarının bu esnada kendisine karşı herhangi bir kuvvet kullanmadıklarına, vücudunda herhangi bir yaralanma emaresi görmediklerine ve ifadesi alındıktan sonra gerekli evrakları imzalayıp karakoldan ayrıldığına dair beyanları, Başvurucunun ise oğlunun çıkmak için ısrarı üzerine bazı polis memurlarıyla münakaşaya girmesinin ardından kafasına polis memurları tarafından vurulduğuna ve bilinçsiz bedeninin karakolun önündeki kaldırıma bırakıldığına dair iddiası, Başvurucunun oğlunun bilinçsiz haldeyken yoldan geçenler tarafından bulunarak hastaneye götürülmesi, 10 gün sonrasında ise kafa içi yaralanma sebebiyle ölümü, Başvurucunun oğlunun tutuklanmasından bir gün sonra aynı polis merkezi tarafından ceza soruşturması başlatılması, bu soruşturma esnasında başvurucunun oğlunun karısının her ikisi de alkolün etkisi altındayken kocasını dövmüş olduğunu itiraf etmesi fakat bir ay sonra bu ifadesini geri alması, Ekim 2008’de yapılan otopsi sonucunda maktulün sert bir cisim darbesi sonucunda hayatını kaybettiğinin anlaşılması, Mart 2014’te maktulün karısının suç işlediğine dair itirafını tekrarlaması ve suçlanması, Çeşitli tanıkların dinlendiği ve tıbbi delillerin incelendiği soruşturma nihayetinde Savcı’nın, başvurucunun oğlunun karısının eylemini meşru müdafaada sınırın aşılması olarak nitelemesi ve fakat zamanaşımı nedeniyle yargılamanın sonlandırılması, aynı zamanda Savcı’nın suçun maktulün karısı tarafından işlenmesi sebebiyle polis memurlarını alakadar eden bir dava olmadığını belirtmesi, Ekim 2014’te Orenburg Bölge Mahkemesi tarafından başvurucuya oğlunun ölümü nedeni hakkında yürütülen soruşturmanın makul süreyi aşması nedeniyle 100,000 Rus Rublesi ödenmesine hükmetmesi- Mahkeme başvurucu tarafından, oğlunun polis memurları tarafından kötü muameleye uğradığına ve öldürüldüğüne makul şüphenin ötesinde hükmedebileceği herhangi bir delil sunulmadığı gerekçesiyle Sözleşme’nin 2. ve 3. Maddelerinin esastan ihlal edilmediğine hükmetmiştir. Fakat Mahkeme soruşturmanın en başından beri başvurucunun oğluna kötü muamele uyguladıklarını ve akabinde oğlunun ölümüne sebep olduklarını iddia ettiği aynı polis merkezi tarafından yürütülmesi hususunda, kamu güveni ve soruşturmanın şeffaflığını sağlamak için soruşturmanın bağımsız bir makam tarafından veya aynı birimden olmayan görevliler tarafından yürütülmesinin gerekliliğini belirtmiş ve bu bakımdan Sözleşme’nin 2. ve 3. Maddelerinin usulden ihlal edildiğine hükmetmiştir.
Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi
Seychell v. Malta, Başvuru No: 43328/14, Karar Tarihi: 28.08.2018
Hâlihazırda tutuklu bulunan başvurucu Anthony Seychell’in evinde 2004’te yapılan aramada uyuşturucu madde bulunduktan sonra başvurucunun (i) kenevir yetiştirme ve (ii) (kendi kullanımına özel olmamakla birlikte) nitelikli kenevir bulundurma suçlarıyla suçlanması, mahkeme tarafından uyuşturucu maddenin miktarına yönelik yapılan araştırmadan sonra jüri huzurunda gerçekleştirilen duruşmada depresyondan ve ciddi sırt ağrısından mustarip başvurucunun ilk suçlamayı kabul etmesi, mahkemenin başvurucuyu her iki suçtan da suçlu bulması ve başvurucu aleyhine on iki yıl hapis ile 25.000 euro adli para cezasına hükmetmesi, hükmün temyizde onanması, başvurucunun 2010’da anayasal şikâyet yolunu işleterek İHAS m. 6 § 1 bağlamında başsavcının sanığın hangi mahkemede yargılanacağına karar verme konusundaki takdir yetkisine itiraz etmesi, akabinde davanın ertelenmesi ve başvurucunun başsavcının takdir yetkisiyle ilgili olarak m. 7 bağlamında ek şikâyette bulunmayı talep etmesi, ancak hukuk mahkemesinin erteleme kararını kaldırarak delillerin toplanması aşamasının ve savunmaların tamamlandığı gerekçesiyle başvurucunun madde 7 bağlamındaki ek şikâyet talebini reddetmesi, ardından aynı mahkemenin başvurucunun tüm iddialarını reddetmesi ve bu nedenle de başsavcının takdir yetkisiyle ilgili şikâyetini (madde 6 bakımından) incelemeyi gerekli görmemesi, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan temyiz başvurusunun da reddedilmesi ve Anayasa Mahkemesi’nin, İHAM’ın ilgili başka bir kararına da atıf yaparak (Camilleri v. Malta, No. 42931/10, 22.01.2013) ilk derece mahkemesinin kararını onaması – Başvurucunun suçlanmasına ve yargılanmasına dayanak teşkil eden kanunun ilgili hükümleri incelendiğinde ve başsavcıya tanınan takdir yetkisi dikkate alındığında Mahkeme, ilgili hükümlerin madde 7’nin gerektirdiği öngörülebilirlik ve keyfi cezalara karşı usuli güvence sağlama niteliklerinden yoksun olduğuna ve dolayısıyla Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
İfade Özgürlüğü
Ibragim Ibragimov ve diğerleri v. Rusya, Başvuru No: 1413/08 ve 28621/11, Karar Tarihi: 28.08.2018
1413/08 numaralı başvuru bakımından; başvurucular Ibragim Ibragimov ve onun kuruculuğunu ve icra kurulu başkanlığını yaptığı Cultural Educational Fund “Nuru Badi” – İkinci başvurucunun Said Nursi’nin Risale I – Nur Koleksiyonu’nun yayınevi olması ve Tataristan Cumhuriyeti savcısının 2005’te Nurculuk tarikatı üyeleri aleyhine Said Nursi’nin öğretileri temelinde, Risale I – Nur Koleksiyonu’nu yaymaları nedeniyle nefret veya düşmanlığı tahrik ve insan onurunu aşağılama suçlamaları ile soruşturma açması, akabinde mevzubahis koleksiyondan ikinci başvurucunun yayınladığı çeşitli kitapların radikal ilan edilerek yasaklanması talebiyle yerel mahkemeye başvurması, dosyaya sunulan (ve esasında benzer konulu başka davalar için hazırlanan) bilirkişi raporlarının metinlerin okuyanlarda inançlı olmayanlara karşı düşmanlık, öfke ve nefret duyguları uyandırdığı yönünde görüş bildirmesi ve ardından ikinci başvurucu ile Rusya Müftülük Konseyi’nin davaya müdahil olması, Rusya Müftülük Konseyi’nin dosyada mevcut raporların tersi yönde sonuca varan alternatif bir bilirkişi raporunu mahkemeye sunması ve dosyadaki raporları hazırlayan uzmanların temel İslam bilgisinden yoksun oldukları ve metinleri yanlış yorumladıkları gerekçesiyle itirazda bulunması, ayrıca ikinci başvurucunun avukatının İslam dini konusunda bilgili ulusal ve uluslararası pek çok önemli kişi ve kuruluştan gelen ve ikinci bilirkişi raporunu destekler nitelikteki mektubu mahkemeye sunması, sonrasında mahkemenin yeni bir bilirkişi raporu talep ederek bir filolog, bir dilbilim psikoloğu, bir sosyal psikolog ve Rus Bilim Akademisi Dilbilim ve Psikoloji Departmanından bir psikologdan oluşan bir bilirkişi heyeti tayin etmesi, ikinci başvurucunun avukatının söz konusu uzmanların dini konularda bilgili olmadığı gerekçesiyle bu karara itiraz etmesi ancak itirazın reddedilmesi, bilirkişilerin teslim ettikleri raporda kitapların aleyhine görüş bildirmesi, ikinci başvurucunun avukatının İslam alanında bilgili çeşitli uzmanların söz konusu raporu eleştiren görüşlerini mahkemeye sunması, ardından dini konularda bilgili kişilerin bilirkişi tayin edilmesi gerektiği yönündeki ikinci talebinin mahkeme tarafından tekrar reddedilmesi, atanan bilirkişilerden talep edilen ek raporda önceki bulguların tekrarlanması, sonrasında yapılan kapalı duruşmada davet edilen bir felsefe doktorunun, mahkemeye sunulan raporu dini metinleri bağlamından kopararak yanlış yorumladığı gerekçesiyle eleştirmesi ve tarafların savunmalarını sürdürmeleri, nihayetinde mahkemenin kendi atadığı bilirkişilerin görüşleri doğrultusunda kitapların radikal olduğuna karar vermesi ve kararın, davanın konusunun Said Nursi’nin görüşleri olmayıp kitapların içeriği olduğu ve bu itibarla gerekçenin yerinde olduğu belirtilerek üst derece mahkemesi tarafından onanması
28621/11 numaralı başvuru bakımından; başvurucu United Religious Board of Muslims of Krasnoyarsk Region – Dini bir dernek olan başvurucunun Klass yayınevinden Said Nursi’nin Risale I – Nur Koleksiyonundan bir kitabı basmasını istemesi, bölge savcısının yukarıdakine benzer gerekçelerle söz konusu materyalin radikal ilan edilerek dağıtılan tüm kopyalara el konulması talebiyle yerel mahkemeye başvurması, bir filozof, psikolog ve felsefe doktorundan oluşan uzmanların kitap aleyhine görüş bildirmeleri, ardından derneğin davaya müdahil olması, derneğin yine benzer şekilde uzmanların İslam konusunda bilgili olmadığı gerekçesiyle görüşlere itiraz etmesi, akabinde mahkemenin iki psikologdan ve bir din felsefesi doktorundan oluşan bir heyet atayarak bilirkişi raporu istemesi, söz konusu raporda ilk görüşlerin aleyhine sonuca varılarak metnin radikal olmadığı ve özünde diğer herhangi bir dine ait metinlerden de bir farkının olmadığı yönünde görüş bildirilmesi, ikinci başvurucunun bu raporu hazırlayan bilirkişilerin mahkemede tanık olarak dinlenmesi yönündeki talebinin ve kitabın okunması ya da Said Nursi’nin öğretilerini ve hayatını içeren metinlerin incelenmesi yönündeki diğer taleplerinin reddedilmesi, akabinde savcının talebinin kabul edilerek kitapların radikal olduğuna ve dağıtılan kopyaların yok edilmesine karar verilmesi, mahkemenin bu kararda ilk uzman görüşlerine dayanırken sunulan ikinci bilirkişi raporunu “güvenilir” bulmayarak karara esas almaması, kararın temyizde onanması
- Mahkeme, aralarındaki bağlantı nedeniyle her iki başvuruyu birleştirerek, yerel mahkemelerin kararları ile ifade özgürlüğüne yönelik yapılan müdahalenin her iki başvuruda da madde 10’daki standartlara uymadığı ve söz konusu müdahalelerin hukuka uygunluğunu sağlamak için ilgili ve yeterli nedenlerin gösterilmediği gerekçesiyle madde 10’un ihlal edildiğine karar vermiş, 1413/08 numaralı başvuru yönünden öne sürülen diğer ihlal iddialarını ise açıkça dayanaktan yoksun olmaları nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Savva Terentyev ve Rusya başvurusu, Başvuru no: 10692/09, Karar tarihi: 28.08.2018
Şubat 2007’de Komi Cumhuriyeti’nde bölge meclis üyelerinin seçimi için seçim kampanyası yürütüldüğü sırada polisin Skytwvkar’daki yerel bir gazete binasında sahte yazılım kullanıldığını iddia ederek plansız inceleme başlatması ve bazı harici disklere el koyması, ertesi gün “Memorial Human Rights Commission in Komi” adlı sivil toplum örgütünün polis araması ve seçim kampanyası arasındaki bağlantıyı açıklamak üzere bir basın açıklaması yapması ve bu açıklamada, arama yapılan gazetenin seçim kampanyası ile ilgili birçok yayınının olması, mevcut hükümete muhalif olması ve mevcut hükümetle uyuşmazlık içinde olan yerel bir adayı desteklemesinin aramanın asıl nedeninin olduğunu belirtmesi, ayrıca polisin arama yapmasının hukuki sebeplerini gazete çalışanlarına açıkça belirtmediğine ve arama sırasında gazetecilere sertçe davrandığına basın açıklamasında yer vermesi üzerine, kuruluşun başkanının kendi blog hesabında bu basın açıklamasını yayınlaması, blogda yer alan bu posta gelen yorumlardan birinde polisin “rejimin sadık köpekleri” olarak nitelendirilmesi, başka bir gazetecinin kendi blog hesabında polisin siyasi muhalefetle mücadele için görevlendirdiğini belirterek kuruluşun başkanının yayınladığı basın açıklamasını paylaşması, gazetecinin bloğunda paylaşıma yapılan bir yorumda başvurucunun “Polis memurlarının hala gücüne sahip olanların elinde baskıcı bir bastonun zihniyetine sahip oldukları” fikrine katılmıyorum. İlk olarak, polis memuru değil, aynasızlar; İkincisi, onların zihinleri tedavi edilemez. Bir domuz her zaman bir domuz kalır. Kim polis olur? Sadece cahiller ve serseriler – hayvan dünyasının en aptal ve en az eğitimli temsilcileri. Her Rus şehrinin merkezinde, ana meydanda … Auschwitz’de olduğu gibi, her gün törensel olarak ve daha da iyisi günde iki kez bir fırın olmalı ve kafir polisler burada sıradan vatandaşlar tarafından yakılmalı. Bu, aynasız pisliklerden toplumunu temizlemenin ilk adımı olacaktır.” şeklinde bir yorum yapması üzerine hakkında cezai soruşturma başlatılması, başvurucunun yorumu bunu öğrendiği gün silmesi ve kovuşturma sonrasında 1 yıl hapis cezasına çarptırılması üzerine başvurucunun İHAS’ın 10. Maddesinin ihlal edildiği iddiası ile İHAM’a başvurması- Mahkeme, ifade özgürlüğünün Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında öngörüldüğü üzere kısıtlanabilmesi için fıkradaki koşulları sağlanması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda, ifade özgürlüğüne yönelen bu kısıtlamaların, hukuk kurallarınca öngörülmüş olması ve “demokratik bir toplumda gerekli” görülebilmesi için bir ya da birden fazla meşru hedefinin olması gerekmektedir. Mahkeme, öncelikle yapılan yorumun, seçim kampanyası sırasında muhalif grupların bastırılmasına yönelik polis eylemlerinin kamuda endişe yarattığı bir dönemde yapılmış olmasına ve bu dönemdeki ifade özgürlüğü kısıtlamalarının dikkatle incelenmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca yapılan yorumun, başvurucunun duygusal olarak yapılan eylemleri onaylamadığını ve otoritenin kötüye kullanılmasını reddedişini sarkastik bir açıdan değerlendirmesi olduğunu ve yorumdaki “Auschwitz’deki insanlar gibi polisleri fırınlarda yakmak gerek” kısmının kolaylıkla provakatif bir metafor ve polislerin fiziksel olarak yok edilmeleri için bir çağrı olarak değerlendirilebileceğini ancak imha nosyonuna başvurmanın tek başına şiddet çağrısı anlamına gelmediğini vurgulamıştır. Bunun yanı sıra, mahkeme, başvurucunun yorumunda hiçbir polis memuruna kişisel olarak saldırıda bulunmadığını, polis kavramını kamu kurumu olarak kullandığını belirtmiştir. Bu bağlamda, yerel mahkemenin yaptığı gibi polisleri korunmasız azınlık bir sosyal grup ve tarihi baskı ve eşitsizliklerle dolu olduğu için, derin önyargılarla mücadele ettiği için ya da herhangi başka bir sebeple kolay incinebilir bir grup olmadığını bu sebeple de keskin bir korumaya ihtiyacı olmadığını belirtmiştir. Mahkemeye göre, gerçek bir fiziksel şiddet riski olmadığı sürece devletin güvenlik güçlerinin yerici ifadelere karşı sıradan vatandaştan daha yüksek bir toleransının olması gerekmektedir. Bu noktada, gerçek bir fiziksel şiddet çağrısı olup olmadığının ayrımının yapılması şarttır ve mahkeme daha önce sadece hassas gerilim, terörizmle mücadele ve hapishane isyanları durumlarında ilgili ifadelerin şiddeti cesaretlendirebileceğine karar vermiştir. Son olarak Mahkeme, yerel mahkemenin polisin “sosyal grup” olarak gerçek bir fiziksel bir zorbalığa maruz kalma tehdidinde olduğunu belirttiğini ancak polislerin başvurucunun yorumu neticesinde niçin risk altında olduğunu açıklamakta yetersiz kaldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre, her ne kadar internet üzerinden nefret söylemlerinin yayılmasının diğer herhangi bir basın yayın aracına göre çok daha hızlı ve dünya genelinde olabileceği doğruysa da söz konusu olayda bloğun gerçek okuyucu sayısının azlığı ve başvurucunun soruşturma haberini aldığında yorumunu silmesi göz önünde bulundurulursa yorumun ulaştığı kişi sayısı yeterli kamusal dikkati sağlamamaktadır. Sayılan tüm bu nedenlerle Mahkeme, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.