İçeriğe geç

İHAM Büyük Daire’nin Beuze v. Belçika kararının özet çevirisi: “Soruşturma aşamasında avukat yokluğunda ve hakları hatırlatılmadan ifade vermek, avukatla temsil edilme hakkının ihlalidir.”

by 17/12/2018

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Büyük Dairesi, 9 Kasım 2018 tarihinde avukatla temsil edilme/adil yargılanma hakkı ile ilgili en güncel kararını verdi.

Öncelikle gözaltındayken sessiz kalma hakkı ile kendisini suçlamaya zorlanamama hakkına yönelik olarak yeterince bilgilendirilmeksizin hukuki yardımdan yararlanma hakkından mahrum bırakılan ve ikinci olarak da izleyen ifade alımlarında, yargıç sorgularında ve diğer soruşturma eylemlerinde bir avukat tarafından temsil edilmeyen başvurucunun avukatla temsil edilme hakkının yani adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar veren İHAM’ın bu kararını, Mahkeme’nin içtihadına da oldukça kapsamlı şekilde yer veren Serde Atalay özet olarak çevirdi. Özellikle hukukçuların okumasında fayda var. 

Beuze v. Belçika, Başvuru No: 71409/10, Karar Tarihi: 09.11.2018 [Büyük Daire]

Olayların Özeti

  1. Başvurucunun Fransa’da tevkifi

Başvurucu Philippe Beuze, Belçika’daki Charleroi ilk derece mahkemesinin aleyhine düzenlediği bir Avrupa tutuklama emri uyarınca 17 Aralık 2007’de Fransız jandarması tarafından tevkif edilmiştir. Emre göre başvurucu 5 Kasım 2007’de eski kız arkadaşı M.B.’yi tasarlayarak öldürme suçundan aranmaktadır ve başvurucunun kimliği daha önce M.B.’nin bir komşusu tarafından teşhis edilmiş, ayrıca şiddet geçmişi göz önünde bulundurulduğunda tekrar suç işleme riski taşıdığı belirtilmiştir. Yakalandığı gün jandarma tarafından tutulan tutanağa göre başvurucu Fransız Ceza Muhakemesi Kanununun ilgili hükümleri uyarınca kendi seçtiği ya da zorunlu olarak atanan bir avukatın yardımından yararlanma hakkından feragat etmiştir. 21 Aralık 2007’de Fransa temyiz mahkemesi soruşturma birimi, bu birim önünde avukat Ms. A. tarafından temsil edilen başvurucunun, hususilik kuralından[1] feragat etmediğini de teyit ederek yukarıdaki tutuklama emrinin icrası için Belçika otoritelerine iade edilmesine karar vermiştir.

2. Belçika otoritelerine teslim ve ön soruşturma süreci

31 Aralık 2007 saat 10.40’ta Belçika otoritelerine teslim edilen başvurucu saat 11.50 ile 03.55 (pm) arasında polis tarafından ifadeye alınmıştır. İlgili tutanaklara göre kanuna uygun olarak başvurucuya, kendisine sorulan tüm soruların ve cevaplarının yazılı halini talep edebileceği, her türlü soruşturma faaliyetinin yapılmasını ve ifadenin alınmasını isteyebileceği ve beyanlarının delil olarak kullanılabileceği bildirilmiştir. Başvurucu ilk ifade alımında mağdur M.B. ile o zamanki kız arkadaşı C.L. vasıtasıyla 2007 başlarında tanıştığını belirterek suçun işlendiği 5 Kasım 2007 tarihinde olay mahallinde bulunduğunu kabul etmiş, ancak suçu işlediğini reddetmiştir. İfadesinde başvurucu suçu M.B.’nin 13 yaşındaki oğlunun bir çekiç vasıtasıyla annesine vurarak işlediğini, olaya müdahale ederek çekici çocuktan almaya çalıştığını ama çocuğun annesine vurmaya devam ettiğini söylemiştir. Başvurucu olay yerinden – polisin daha sonra olay yerinin yakınında bulduğu – bir baltayla kaçtığını, çünkü sicili nedeniyle suçlanmaktan korktuğunu ve ambulans geldiğinde aracında saklanmakta olduğunu, mağdurun öldüğünü ise fark etmediğini belirtmiştir. Polis kendisine M.B.’nin daha önce 25 Ekim 2007’de başvurucu aleyhinde verdiği, kendisini öldürmeye çalıştığı yönündeki beyanını sorduğunda ise Beuze bunu kabul etmeyip onu öldürmeye çalışmadığını, o zaman da bir kaza olduğunu ve M.B.’yi yanlışlıkla yaraladığını, öldürme niyeti ise olmadığını beyan etmiştir. Polis başvurucuyu M.B.’nin ölümünden sonra başvurucunun telefonundan M.B.’nin yakınlarına gönderilen, biri taziye içeren mesajların tespit edildiği konusunda bilgilendirmiş, başvurucu ise bu mesajları kendisinin gönderdiğini reddetmiştir. Başvurucunun bu detaylı beyanları polis tarafından sekiz sayfa altında tutanağa alınmıştır. Tutanakta başvurucunun ifadesini okuduğu ve ekleme ya da değiştirme yapmak istemediği de yazılmıştır. Başvurucunun sonraki beyanlarını içeren tutanaklar da aynı ibareleri içermekte olup tüm bu tutanaklar da başvurucu tarafından imzalanmıştır.

Polisteki ifadesinin akabinde başvurucu aynı gün saat 4.45’te (pm) ilk derece mahkemesinin soruşturma yargıcı tarafından sorguya alınmış ve sorguda da beyanlarını doğrulamıştır. Sorgunun başında sorulması üzerine başvurucu yargıca bir avukat seçmediğini bildirmiş ve yargıç da bu hususta baroyu bilgilendirerek bu yöndeki şerhini tutanağa geçirmiştir. 5.42’de (pm) biten sorgu sonrasında yargıç, acilen bir psikiyatriste ihtiyaç olduğunu fark etmiş, ayrıca başvurucuyu resmen M.B.’yi tasarlayarak öldürmekle suçlamıştır. Aynı gün başvurucu aleyhine tutuklama emri çıkarılarak başvurucu gözaltında tutulmaya devam edilmiştir.

Bu itibarla, başvurucunun 31 Aralık 2007’de Belçika otoritelerine iadesinden, polis nezdinde gözaltının sona ermesine kadar avukat yardımından yararlandırılmadığı ve bir avukata danışma hakkının kendisine ancak soruşturma yargıcı tarafından gözaltının devamına karar verildiğinde tanındığı tartışmaya kapalıdır. Baroya da görevlendirme yapılması için ancak o zaman haber verilmiştir. Bundan da öte yargı makamlarınca sürdürülen ön soruşturma aşamasında başvurucuya avukat yardımı sağlansa da, aşağıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere süreç içerisinde polisin ifade alımlarında, soruşturma yargıcının yaptığı incelemelerde ve diğer soruşturma işlemlerinde avukatın hazır bulunmadığı sabittir.

Başvurucu 11 Ocak 2008’de polis tarafından tekrar ifadeye alınmıştır. Başvurucu önceki beyanlarını doğrulayarak olayla ilgili daha detaylı bilgi vermiştir. Bu doğrultuda olayın gerçekleştiği anda olay yerinden geçen bir tanığa ilişkin beyanlarda bulunarak, tanığın M.B.’nin oğlunun darbelerine şahit olduğunu gördüğünü, bu tanığın yanında bir kadın olduğunu belirterek kendisinin de bu tanığı, daha sonradan tevkif edildiğinde arabasında bulunan sahte bir silahla tehdit ettiğini kabul etmiştir. Polis, ifadelerindeki çelişkiye dikkat çektiğinde ise silah taşıdığını kabul etmekle birlikte cinayeti işlediğini yine reddetmiştir. Bu ifadeye ilişkin tutanakta da 31 Aralık 2007’de baroya yapılan bildirim sonrasında başvurucuya bir avukat atandığına ya da ifade öncesinde başvurucunun bir avukatla görüştüğüne ilişkin bir ibareye rastlanmamaktadır.

M.B.’nin öldürülmesine ilişkin soruşturmaya paralel olarak başvurucu ayrıca 6-7 Mart 2008 arasında araba hırsızlığı olaylarına ilişkin olarak “suça ilişkin bağlantı” nedeniyle dört kez ifadeye alınmıştır.

17 Mart 2008’de soruşturma yargıcı tarafından tekrar sorgulanırken sorulması üzerine başvurucu bu kez Brüksel barosundan bir avukatla irtibat halinde olduğunu belirtmiştir. Ayrıca başvurucuya kendisi hakkında yapılan psikiyatrik incelemede antisosyal kişilik bozukluğu teşhis edildiği bildirilmiştir. Yine cinayetle ilgili olarak sorgulandığında ise başvurucu, yetkililer fark etmeden dosyadan bir belge çaldığını itiraf ederek, failin M.B.’nin oğlu olduğunu tekrarlamasına karşın olayların akışına yönelik ifadesini değiştirmiştir. Başvurucu, M.B.’ye saldırıldığında C.L.’nin olay mahallinde bulunduğundan bahsederek, cinayet günü C.L. ile M.B. arasında bir kavgaya tanıklık ettiğini ve bir çekici C.L.’nin elinden zorla aldığını belirtmiştir.

25 Mart 2008’de polis başvurucuyu ahlak ve kişilik değerlendirmesi için ifadeye almıştır. Yine aynı gün C.L.’nin 17 Eylül 2007’de yaralanması olayı ile ilgili olarak başvurucu tekrar ifadeye alınmıştır. Başvurucu, o zaman hamile olan C.L.’yi arabaya çağırdığını, M.B.’nin telefonunu ve banka kartını çalmak için ayarlanan bir buluşmaya gitmekten ‘korumak’ için onu suratından yumrukladığını, sonrasında ise M.B.’nin bir iştirakçinin yardımıyla C.L.’yi kanala ittiğini söylemiştir.

Başvurucu hakkındaki 28 Nisan 2008 tarihli nöropsikolojik değerlendirmede başvurucunun kendini ifade etme sıkıntısı çekmekle birlikte algısında bir anomali gözlenmediği, ancak başvurucuda ciddi bir empati ve sosyabilite eksikliği olduğu belirtilmiştir.

6 Haziran 2008’de, yukarıda bahsi geçen iki görgü tanığının da huzurunda olay mahallinde 5 Kasım 2007’deki cinayete ilişkin bir yeniden canlandırma yapılmıştır. Yasal düzenleme uyarınca başvurucunun avukatının yine hazır bulunmadığı canlandırma esnasında başvurucu bu kez de A.N. adlı bir kişinin o gün olay mahallinde bulunduğundan söz etmiş ve tekrar olayların akışına ilişkin ifadesini değiştirmiştir. Bu kez mağdurun oğlunu yanlışlıkla suçladığını, esas öldürücü darbelerin C.L. tarafından vurulduğunu ve kendisinin de C.L.’yi korkutmak için silahı ateşlediğini beyan etmiştir. Aynı gün polis tarafından alınan ifadesinde iki görgü tanığının farklı yönde anlatımlarına karşı çıkmış ve kendi versiyonunu doğrulamıştır. Dosyada başvurucunun canlandırma öncesinde ya da sonrasında veya ifade esnasında avukatı ile iletişim kurmaya çalıştığına ilişkin bir delil yoktur.

8 Ağustos 2008’de suçlamaların genişletilmesi suretiyle başvurucu aleyhine M.B.’yi öldürmeye teşebbüs, C.L. aleyhine işlenen şiddet ya da tehditle hırsızlık ve sahtekârlık suçlarından bir tutuklama emri çıkarılmıştır. Buna ilişkin 18 Ağustos 2008 tarihli soruşturma yargıcı huzurundaki sorgusunda başvurucuya genişletmeyi reddetme ve önce avukatıyla görüşme hakkı dâhil olmak üzere yasal hakları hatırlatılmıştır. Tutanaklara göre başvurucu, suçlamaların genişletilmesine itiraz etmemiş ve dolayısıyla Fransız otoritelerince tanınan hususilik kuralından (dipnot 1’ bkz.) feragat etmiş, buna ilişkin olarak avukatından da onay alınmasını talep etmiştir. 5 Aralık 2008’de savcı kendisine suçlamaların genişletilmesini kabul edip etmediğini sorduğunda başvurucu bu konuyu avukatına danışmak istediğini tekrar beyan etmiştir. Bunun üzerine [hususilik kuralını işleten Fransız] temyiz mahkemesi soruşturma bürosu, başvurucunun nihai olarak rıza göstermediğini kabul etmekle birlikte, bahsi geçen üç suçlamanın da kovuşturulması için iade gerekçesinin bu suçlamaları içerecek şekilde genişletilmesine karar vermiştir.

Soruşturma aşamasının sonunda Belçika mahkemesinin 31 Ağustos 2009 tarihli kararıyla, tanık beyanları, soruşturmacıların bulguları, toplanan deliller ve adli, tıbbi ve psikolojik değerlendirmeler ışığında başvurucunun suçluluğuna yönelik ciddi göstergeler olduğu gerekçesiyle başvurucunun ağır ceza mahkemesinde yargılanmasına karar verilmiştir.

[Genel tablonun anlaşılması adına özetlenirse: Verilerden anlaşıldığı kadarıyla başvurucu, 31 Aralık 2007’de Belçika otoritelerine teslim edilmesi ile 31 Ağustos 2009 tarihli yargılanma kararı arasında atılı suçlar hakkında avukat yardımı almaksızın toplam beş kez polis tarafından ifadeye, üç kez soruşturma yargıcı tarafından sorguya alınmış, başvurucunun iki kez de avukat bulunmaksızın savcı tarafından ifadesi alınmıştır. Ayrıca başvurucunun avukatı 6 Haziran 2008 tarihli olay canlandırmasına da katılmamıştır. Buna ek olarak, başvurucunun avukatı olmadığına yönelik olarak baroya yapılan 31 Aralık 2007 tarihli bildirimden sonra ne zamandan itibaren savunmasını hazırlamak üzere bir avukatla irtibata geçtiği dosya kapsamında İHAM tarafından tespit edilemediği gibi, bu konuda Hükümet de bir veri sunabilmiş değildir. Dolayısıyla genel itibariyle başvurucunun avukat yardımından yararlandırılması konusundaki eksikler ve belirsizlikler başvurunun can alıcı noktasını oluşturmaktadır.]

3. Ağır ceza mahkemesindeki süreç

1 Şubat 2010’da ağır ceza mahkemesinde görülen duruşmada Belçikalı avukatı tarafından temsil edilen başvurucu, 31 Aralık 2007’deki polis ifadesinde ve sonrasındaki soruşturma işlemlerinin çoğunda avukata erişim hakkından mahrum bırakılması nedeniyle çok temel bir savunma hakkının ihlal edildiğini ve dolayısıyla bu işlemlere dayanan tutuklama emrinin geçerliliği olmadığını öne sürerek, bir avukatın yokluğunda gerçekleştirilen tüm soruşturma işlemlerinin geçersiz sayılıp kovuşturma dosyasının kabul edilemezliğine karar verilmesini talep etmiş ve ilgili İHAM içtihadı ışığında bu husustaki Belçika hukukunun Sözleşme’nin gerisinde olduğunu savunmuştur. Zira başvurucunun iddiasına göre (başta Salduz v. Türkiye ([BD], no. 36391/02, İHAM 2008) ve Dayanan v. Türkiye (no. 7377/03, 13 Ekim 2009) olmak üzere) İHAM içtihadı somut olay bazında farklı değerlendirme yapılmasını mümkün kılmayan kesin bir ilke ortaya koyarken, Belçika hukukundan doğan genel ve emredici nitelikteki sınırlama Sözleşme’nin gerekliliklerine uymamaktadır.

Mahkeme, iddiaları reddederek, o dönemde gelişmekte olan İHAM içtihadını yorumladığı şekliyle kovuşturma dosyasının kabul edilmezliğine karar verilmesi talebini ara kararında reddetmiştir. Zira mahkemeye göre öncelikle Mahkeme içtihadı ceza muhakemesinin her aşamasında kesin olarak avukatın bulunmasını zorunlu kılmamakta, sürecin bütünü itibariyle değerlendirilerek adil yargılama incelemesi yapılması gerektiğini belirtmektedir. Mahkemeye göre savunma hakları, prensip olarak, şüpheli/sanık kendini suçlayıcı beyanlarda bulunduğunda telafi edilemez şekilde etkilenir. Bu doğrulta mahkemenin değerlendirmesine göre özetle başvurucu Fransa’daki işlemler esnasında kendi iradesiyle avukat yardımından feragat etmiş, sonrasında da Fransız temyiz mahkemesi soruşturma bürosu nezdinde zaten bir avukatın yardımından yararlanmıştır ve ayrıca başvurucunun bu süreçte kendisi aleyhine işleyecek bir beyanda bulunduğu ya da kendisini suçladığı da söylenemez. Yine Belçika’daki süreç yönünden de mahkeme başvurucunun, iki yıllık yargılanma süreci içerisinde avukat yardımından yararlanabilecekken şimdi mahkemeye şikâyet ettiği hususu o dönemde zaten hiç dile getirmediğini, yargılanma gerekçesinin de esasen kendi beyanlarından öte dosyada bulunan objektif delillere dayandığını, bunlar ve diğer hususlar bir bütün olarak gözetildiğinde sonuç olarak başvurucunun savunma haklarından mahrum bırakılmadığını belirtmiş ve kovuşturma dosyasının kabul edilebilirliği ile yargılamanın devamına karar vermiştir.

9 Şubat 2010 tarihli duruşmada okunan (ve objektif delillerin yanı sıra başvurucunun beyanlarından bazılarını da içeren, ek olarak bu beyanların edinilen çeşitli bulgularla ve tanık beyanlarıyla çeliştiği yönünde ibareler de barındıran) detaylı iddianame ışığında jüri başvurucuyu 5 Kasım 2007’de M.B.’yi tasarlayarak öldürmekten ve 17 Eylül 2007’de C.L.’yi de tasarlayarak öldürmeye teşebbüsten suçlu bulmuştur. 10 Şubat 2010 tarihli hükmünde ağır ceza mahkemesi başvurucuyu müebbet hapse mahkûm etmiştir.

Başvurucu, İHAS m. 6 §§ 1 ve 3 (c) ışığında sorgu ve ifade esnasında avukat yardımından yararlandırılmasının zorunlu olmasına karşın yararlandırılmaması gerekçesine dayanarak temyize başvurmuş fakat temyiz talebi de, ağır ceza mahkemesininkine benzer gerekçelerle reddedilerek karar kesinleşmiştir.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu, Belçika’ya iadesinden itibaren ilk ifade alımında ve sorgusunda avukat bulunmadığını belirtmiş, mahkemenin kanaatinin aksine Fransa’daki süreçte avukat yardımından yararlanmasının sonuca etkisiz olduğunu zira mahkûmiyetine esas olan sürecin Belçika’daki yargılamayla ilgili olduğunu iddia etmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere başvurucu, söz konusu soruşturma aşamalarında avukat yardımından mahrum bırakılmasının Belçika hukukundaki düzenlemelerin bir sonucu olduğunu ve İHAM’ın ilgili içtihadı ışığında bu düzenlemelerin Sözleşme ilkelerine uygun olmadığını savunmuştur.

İlgili ceza muhakemesi kanunu düzenlemesinde şüphelinin sessiz kalma hakkına ilişkin olarak bilgilendirilmesine yönelik bir düzenleme olmadığından, başvurucu, 31 Aralık 2007’de avukat yokluğunda ifadesinin alınmasının, avukattan yararlanma hakkı ya da kendini suçlamama imtiyazı hakkında bilgilendirilmediği anlamına geldiğini belirtmiştir. Sınırlı akli kapasitesi nedeniyle, beyanlarının delil olarak kullanılabileceği şeklindeki uyarıdan sessiz kalma hakkı olduğu şeklinde bir çıkarımı yapamadığını savunmuştur. Yine, tutanağı imzalamasının, söz konusu uyarının ifadesinin alınmasından önce kendisine açıkça yapıldığı anlamına da gelmediğini belirtmiştir.

Başvurucu, hukuki yardımdan yararlanma hakkından mahrum bırakılmasının meşru kılınması için ortada hiçbir zorlayıcı neden olmadığını da belirtmiştir. Başvurucuya göre, hukuki yardımdan yararlanmaya ilişkin genel ve emredici bir sınırlama, şüpheli iddiaları reddettiğinde ya da sessiz kalma hakkını kullandığında dahi atıf yapılan İHAM içtihadı ışığında Madde 6 ihlali oluşması için tek başına yeterlidir. Her ne kadar Ibrahim ve diğerleri v. Birleşik Krallık ([BD], no. 50541/08 ve 3 diğer dava, 13 Eylül 2016) kararı, Hükümet’in, başvurucunun hukuki yardımdan yoksun bırakılmasının yargılamanın genel itibariyle adil olmasına engel olmadığını göstermesine müsaade etse de, başvurucuya göre yasal bir kısıtın söz konusu olduğu bu dava bakımından bu ihtimal ancak çok istisnai bir durumda gündeme gelebilir. Zaten başvurucuya göre hukuki yardımdan yararlanma hakkına yönelik sınırlama, somut olayın koşulları çerçevesinde, yargılamanın bütünü itibariyle adil olmasını telafi edilemez şekilde engellemiştir.

Sonuç olarak başvurucu öncelikle, gözaltındayken sessiz kalma hakkı ile kendisini suçlamaya zorlanamama hakkına yönelik olarak yeterince bilgilendirilmeksizin hukuki yardımdan yararlanma hakkından mahrum bırakıldığı ve ikinci olarak da izleyen ifade alımlarında, yargıç sorgularında ve diğer soruşturma eylemlerinde bir avukat tarafından temsil edilmediği gerekçesiyle İHAS m. 6§§ 1 ve 3 (c) hükümlerinin ihlal edildiğini öne sürmüştür.

Mahkeme’nin Değerlendirmesi

  1. Ön açıklamalar

Mahkeme, daha önce avukata erişim hakkını inceleme fırsatı bulduğu çeşitli Büyük Daire kararlarını hatırlatarak incelemesine başlar. Buna göre, başvurucunun şikâyetinin, avukata erişim hakkının yasal bir düzenlemeden kaynaklanmasına ilişkin olduğu görülmektedir ki Mahkeme daha önce Salduz kararında aynı yönde bir şikâyeti inceleme fırsatı bulmuştur. Bundan da öte Mahkeme, Ibrahim ve diğerleri kararında avukata erişim hakkına yönelik olarak önemli açıklamalarda bulunsa da, söz konusu karar genel ve emredici nitelikte bir sınırlamaya ilişkin değildi. Dolayısıyla işbu dava, Ibrahim ve diğerleri kararındaki açıklamanın başvurucunun öne sürdüğü gibi genel bir uygulamaya sahip olup olmadığını ya da tek başına yasal bir sınırlamanın varlığının Madde 6§§ 1 ve 3 (c) ihlali için yeterli görülüp görülemeyeceğini ortaya koyma imkânı sunmaktadır.

Yine bu dava, avukata erişim hakkının içeriği ve kapsamına ilişkin sorular da doğurmaktadır. Salduz kararından beri gelişen içtihadının da farkında olarak Mahkeme, bu davanın, söz konusu hakkın neden adil yargılanma hakkının temel boyutlarından birini teşkil ettiğini ve ilk polis ifadesi ile ilk yargıç sorgusu öncesinde ihtiyaç duyulan hukuki yardımın şekline yönelik açıklamaları tekrar ortaya koyma şansı sunduğunu gözlemlemektedir. Ayrıca dava Mahkeme’ye, polis gözaltı ya da ön soruşturma sürecinde gerçekleştirilen herhangi bir sorgulama esnasında ya da diğer soruşturma faaliyetleri sırasında bir avukatın fiziki varlığının gerekli olup olmadığını netleştirme imkânı vermektedir. Aşağıdaki genel ilkeler ışığında söz konusu sorular incelenecektir.

  1. Genel prensipler

Mahkeme, Madde 6 §§ 1 ve 3 (c) ile getirilen güvencelerin, Sözleşme’nin otonom yorumu çerçevesinde bir “suç isnadı” altında olan kişiler açısından uygulanır olduğunu hatırlatır. Bir suç isnadı, yetkili makam tarafından kişiye bir suç işlediğine yönelik iddianın resmi olarak bildirildiği ya da aleyhinde mevcut şüphe nedeniyle otoriteler tarafından gerçekleştirilen eylemlerden dolayı kişinin durumunun ciddi şekilde etkilenmeye başladığı anda mevcut hale gelir.

Bir ceza davasının adilliği, her durumda garanti edilmelidir ancak Ibrahim ve diğerleri kararında ortaya konduğu üzere adil bir yargılamanın varlığı tek bir değişmez kurala göre değil, somut olayın koşullarına göre belirlenir. Madde 6 § 1 şikâyeti incelemesi yaparken Mahkeme’nin önceliği, ceza yargılamasının genel adilliğini incelemektir. Mahkeme pek çok olayda, adil yargılamanın gereklerine uygunluğun her somut olayın koşulları uyarınca yargılamanın bütününe bakılarak incelenmesi ve tek bir olayın ya da boyutun tek başına ele alınarak değerlendirme yapılmaması gerektiğini, bazı hallerde spesifik bir faktörün yargılamanın adilliğini belirleme yönünden tek başına belirleyici olabileceği gerçeğini de göz ardı etmeksizin belirtmiştir. Mahkeme yargılamanın genel adilliğini incelerken, uygun olduğu ölçüde, ceza davalarında ortaya çıkan usule ilişkin tipik durumlar bakımından adil bir yargılamanın gereklerini örnekleyen Madde 6 § 3’teki asgari hakları dikkate alacaktır. Dolayısıyla bunlar, 6 § 1’deki ceza yargılamasında adil yargılanma kavramının özel boyutları olarak görülebilir.

Avukata erişim hakkı ile ilgili değerlendirmeler

Madde 6 § 3 (c)’de düzenlenen, suç isnadı altındaki herkesin bir avukat tarafından etkili şekilde savunulma hakkı adil yargılanmanın temel unsurlarından biridir.

Bir kişi gözaltına alındığında, kişi Mahkeme’nin içtihadı tarafından anlaşıldığı ve tanımlandığı şekliyle bir suç ile isnat edildiği ve özellikle de şüpheli – söz konusu süreçte sorgulanıp sorgulanmadığına/ifadeye alınıp alınmadığına ya da başka bir soruşturma faaliyetine katılıp katılmadığına bakılmaksızın – tutuklandığı andan itibaren avukata erişim hakkı tartışmasız şekilde uygulanabilir hale gelir (bkz. Simonovi v. Bulgaristan [BD], no. 21980/04, 12 Mayıs 2017).

Yargılama öncesi aşamada avukata erişim, adli hataların önlenmesini sağlar ve silahların eşitliği ilkesi özelinde Madde 6’nın amaçlarının gerçekleştirilmesine hizmet eder. Salduz kararından bu yana Mahkeme, avukata hızlı erişimin, polis gözaltında hassas durumda bulunan şüpheliler bakımından önemli bir denge mekanizması teşkil ettiğini pek çok kez doğrulamıştır. Avukata erişim, şüphelilerin polisten kötü muamele görmesine ya da polis baskısı altına alınmasına karşı temel bir koruma da sağladığından ayrıca önleyici mahiyettedir.

Son olarak bir avukatın polis gözaltı ve soruşturma safhası esnasında temel işlevlerinden biri de şüpheli/sanığın kendini suçlamama hakkının gözetilmesini temin etmektir.

Bu doğrultuda Mahkeme, Madde 6 bağlamında suç isnadı altındaki kişinin,  kendi kendini suçlamama imtiyazı, sessiz kalma hakkı ve hukuki yardımdan yararlanma hakkına yönelik olarak bilgilendirilmesinin, madde ile temin edilen korumanın uygulanabilir ve etkili olması bakımından söz konusu haklara içkin olduğu kanaatindedir. Bundan olarak Madde 6 § 3 (c), bir suç ile isnat edilen her kişinin, yaşı veya özel durumundan bağımsız olarak ve kendi seçtiği ya da zorunlu olarak atanmış bir avukat tarafından temsil edilip edilmediğine bakılmaksızın, hukuki yardımdan yararlanma hakkının içeriğine ilişkin olarak derhal bilgilendirilmesini temin eder şekilde yorumlanmalıdır.

Kendi kendini suçlamama imtiyazının mahiyeti ve sessiz kalma hakkı ışığında Mahkeme, prensip olarak, bir şüpheliyi bu haklara ilişkin olarak bilgilendirmemenin hiçbir meşru açıklaması olamayacağı kanaatindedir. Ancak şüpheli bu yönde bilgilendirilmediğinde ise Mahkeme, bu eksiği göz ardı etmeksizin, yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığını incelemelidir. Usule ilişkin haklarla ilgili bilgi verebilecek bir avukata derhal erişim, söz konusu hakların bildirilmesinden kaynaklanan haksızlığı önleme potansiyeli taşımaktadır. Ancak avukata erişim geciktiğinde, soruşturma makamlarının şüpheliyi avukata erişim hakkı, sessiz kalma hakkı ve kendi kendini suçlamama imtiyazı konusunda bilgilendirmesi ayrı bir önem kazanmaktadır.

Madde 6 § 3 (c) avukata erişim hakkının icra ediliş şeklini ya da kapsamını açıkça ortaya koymaz ve bu hakkın yargısal sistemlerinde korunmasını temin biçimini devletlere bırakır; ancak elbette bu hakkın kapsamı ve içeriği, hakkın uygulanabilir ve etkili olmasını sağlayacak biçimde Sözleşme’ye uygun olarak yorumlanmalıdır. Bir avukatın atanması tek başına onun sağlayacağı yardımın etkililiğini de garanti etmez, bu nedenle karşılanması gereken asgari standartlar özetle şunlardır:

  1. Şüphelinin gözaltına alındığı andan itibaren, yani ifadesinden/sorgusundan önce bir avukatla görüşmesi mümkün olmalıdır.
  2. Şüpheliler, avukatlarının ilk polis ifadesi sırasında ya da takip eden yargılama öncesi sürecin tümü boyunca sorgulandıkları her zaman zarfında fiziksel olarak hazır bulunması hakkına sahiptirler.
  3. Somut olayın koşulları ve ilgili hukuk sistemi uyarınca, şu sınırlamalar yargılamanın adilliği önünde engel teşkil edebilir:

            3.1. Avukatın yargılamanın erken safhalarında ya da ön soruşturma sürecinde dava    dosyasına erişiminin engellenmesi ya da zorlaştırılması,

            3.2. Şüphelilerin sıraya dizilerek gerçek şüphelinin tespiti ya da yeniden canlandırma    gibi soruşturma işlemlerinde avukatın hazır bulunmaması.

Tüm bunlarla birlikte Mahkeme yargılamanın genel adilliği incelenirken hukuki yardımla bağdaşan davanın tartışılması, savunmanın hazırlanması, lehe delillerin toplanması, sorguya hazırlık, stres altındaki sanığa destek, tutukluluk koşullarının incelenmesi gibi diğer tüm hizmetlerin de dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

Avukata erişim hakkına yönelik sınırlamaların Mahkeme tarafından ne şekilde incelendiği, Mahkeme’nin içtihadı çerçevesinde ortaya çıkarılmıştır. Buna göre Salduz kararında Mahkeme öncelikle hakkın sınırlandırılmasını meşru kılan zorlayıcı nedenlerin olup olmadığına bakmış, ikinci aşamada ise yargılamanın genel adilliğini incelemiştir. Bu metot genel ve emredici yasal bir sınırlamadan ya da olay bazındaki uygulamalardan kaynaklanan çeşitli başka kararlarda da benimsenmiştir. Ayrıca belirtilmelidir ki Salduz kararında Mahkeme, yasal bir dayanak uyarınca avukat yardımından mahrum bırakılmanın “zorlayıcı bir neden teşkil edemeyeceğini” ortaya koyarak, zorlayıcı nedenin yokluğuna karşın genel adillik incelemesi yapmıştır.

Hepsi Türkiye’ye karşı verilen bazı kararlarında ise Mahkeme, zorlayıcı neden ya da genel adillik incelemesi yapmaksızın avukata erişim hakkına yönelik sistematik engellerin başlangıçtan itibaren (ab initio) Sözleşme’yi ihlal ettiğine karar vermiştir (bkz. Dayanan v. Türkiye, no. 7377/03, 13 Ekim 2009; Boz v. Türkiye, no. 2039/04, 9 Şubat 2010). Buna karşın kararların çoğunluğunda Mahkeme’nin daha az katı bir yaklaşımla yargılamanın genel adilliğini de incelediği görülmektedir.

Ibrahim ve diğerleri kararında ise Mahkeme, Salduz kararındaki ilkeyi pekiştirerek, uygulanacak olan testin iki aşamalı olduğunu doğrulamış ve bu aşamaları netleştirerek aralarındaki ilişkiye açıklık getirmiştir:

            (1) Zorlayıcı nedenler kavramı

Bu kavram, katı bir mahiyettedir, dolayısıyla avukata erken erişimin temel niteliği ve önemi gereğince avukata erişim hakkına yönelik sınırlamalara sadece istisnai hallerde izin verilir, bu sınırlamalar geçici mahiyette olmalıdır ve her bir davada somut olayın koşullarının kendi içinde değerlendirilmesine dayanmalıdır. Bir avukatın varlığını önleyen yasal düzenleme tek başına zorlayıcı neden sayılmaz ve avukata erişim hakkına yönelik genel ve emredici bir düzenlemenin varlığı halinde dahi ulusal makamlar, dava özelindeki değerlendirmeler temelinde zorlayıcı nedenlerin varlığını göstermek zorundadır. Mahkeme, Hükümet belli bir durumda yaşam, özgürlük ve fiziksel bütünlük açısından ciddi olumsuz sonuçlardan kaçınma yönünde acil bir ihtiyacın varlığını gösterdiğinde zorlayıcı nedenlerin var olduğunu kabul etmektedir (bkz. Ibrahim ve diğerleri, Simeonovi).

            (2) Yargılamanın bütün olarak adilliği ve testin iki aşaması arasındaki ilişki

Ibrahim ve diğerleri kararına göre zorlayıcı nedenlerin yokluğu tek başına Madde 6 ihlali doğurmaz. Bundan bağımsız olarak her durumda yargılamanın bütünü itibariyle incelenmesi gereklidir. Bu husus, işbu dava bakımından ayrıca önemlidir zira başvurucu bu olayda avukata erişim hakkına yönelik yasal bir sınırlamanın varlığının, zorlayıcı nedenlerin yokluğu karşısında tek başına Madde 6 ihlali teşkil ettiği iddiasındadır. Ancak Mahkeme gelişen içtihadıyla bu yönde kesin bir prensip ortaya koyan (Türkiye aleyhine verdiği kararlarda görülen) prensipten uzaklaşmıştır.

Zorlayıcı nedenlerin olmadığı hallerde Mahkeme çok sıkı adillik incelemesi yapmak zorundadır. Söz konusu nedenlerin yokluğu, ihlal bulunması ihtimalini ciddi şekilde arttırmaktadır. Dolayısıyla da görülen bir davanın şartları içinde, avukat erişiminin engellenmesinin ceza yargılamasının adilliğine telafi edilemez şekilde zarar vermediğini ispat yükü Hükümet’e ait olacaktır. Mahkeme ayrıca avukata erişimin geciktirildiği ve şüphelinin hakları konusunda bilgilendirilmediği durumlarda, Hükümet’in yargılamanın bütün olarak adil olduğunu göstermesinin daha da zor olduğunu vurgular.

Son olarak belirtilmelidir ki yargılamanın genel adilliği ilkesinin değerlendirmenin merkezinde yer alması, sadece Madde 6 § 3 (c)’teki avukata erişim hakkına yönelik olmayıp, Mahkeme’nin Sözleşme’nin 6 § 1. maddesinde düzenlenen savunma haklarına yönelik daha geniş içtihadının da doğasında vardır.

Mahkeme’nin içtihadı çerçevesinde, yargılamanın genel adilliği incelenirken dikkate alınacak faktörler, tüketici olmayan bir şekilde şöyle sıralanabilir:

  1. Yaş ya da zihinsel kapasite gibi gerekçelerle başvurucunun özellikle hassas bir durumda olup olmadığı,
  2. Yargılama öncesi sürece ilişkin yasal çerçeve ve duruşmada delillerin kabul edilebilirliği ile bunlara uyulup uyulmadığı,
  3. Başvurucunun delillerin gerçekliğine ve bunların kullanılmasına itiraz imkânının olup olmadığı,
  4. Delillerin niteliği ve -herhangi bir cebrin derecesi ve mahiyeti dikkate alınarak- elde edilme şekillerinin doğruluğu üzerinde şüphe uyandırıp uyandırmadığı,
  5. Delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiği durumda söz konusu hukuka aykırılık ve bunun bir Sözleşme maddesinin ihlalinden kaynaklandığı hallerde bulunan ihlal,
  6. Bir beyanın varlığı halinde beyanın mahiyeti ve derhal geri alınıp alınmadığı ya da değiştirilip değiştirilmediği,
  7. Delillerin kullanılma şekli ve özellikle de mahkûmiyetin dayandığı ispat edici delillerin bütünleyici ya da önemli bir parçasını oluşturup oluşturmadığı ile dosyadaki diğer delillerin kuvveti,
  8. Suçluluğun profesyonel hâkimler ya da sulh hâkimleri veya jüri üyeleri tarafından mı değerlendirildiği ile jüriye yapılan herhangi bir yönlendirme ya da rehberliğin içeriği,
  9. Soruşturmadaki ve mevzubahis suçun cezalandırılmasındaki kamu yararının ağırlığı,
  10. İç hukukun ve uygulamanın sağladığı usule ilişkin diğer ilgili güvenceler

Genel ilkelerin başvurunun somut koşullarına uygulanması

Mahkeme, olayda polis gözaltı ve ön soruşturma aşaması işlemlerinin Salduz kararından önce gerçekleştiğini ve yargılamanın da Ibrahim ve diğerleri kararından çok önce yapıldığını hatırlatarak ve Belçika temyiz mahkemesinin Mahkeme’nin o dönemde gelişen içtihadı doğrultusunda karar verme yönündeki çabasını dikkate alarak, aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur:

Somut olayda başvurucunun avukata erişim hakkına yönelik sınırlamalar oldukça geniş kapsamlıdır. Yukarıda kapsamlı şekilde aktarıldığı üzere yaşanan gelişmeler çerçevesinde Mahkeme, Belçika makamlarına iadesinden itibaren Madde 6 korumasına tabi olan başvurucunun, polis gözaltındayken avukata erişim hakkından yararlanamadığını ve bu hakkın yargılama öncesi ön soruşturma süreci boyunca da sınırlandığını tespit etmektedir. Bu bağlamda Hükümet’in başvurucunun Fransa’daki süreçte avukat yardımından yararlandığı yönündeki iddiası sonuca etkili olmayıp Mahkeme tarafından dikkate alınmamıştır. Zira söz konusu süreç sadece başvurucu hakkındaki Avrupa tutuklama emrinin Fransız makamlarınca icrasına ilişkindir.

Zorlayıcı nedenlerin bulunup bulunmadığı

Bahse konu sınırlamaların, (o dönemde) Belçika hukukundaki yasal düzenleme eksikliğinden ve iç hukukun yargı makamlarınca yorumlanmasından kaynaklandığı konusunda bir tartışma yoktur. Mahkeme, zorlayıcı nedenlerle avukata erişimin kısıtlanmasının ancak istisnai hallerde, geçici bir mahiyette ve somut olayın koşullarının münferit değerlendirmesi temelinde kabul edilebilir olduğunu hatırlatır. Bu davada münferit bir değerlendirme olmadığı, öngörülen sınırlamanın genel ve emredici mahiyeti hasebiyle ortadadır. Bundan da öte, Hükümet istisnai durumların varlığını ortaya koyamadığından, bu yönde çıkarım yapmak Mahkeme’ye düşmez. Dolayısıyla öngörülen sınırlamalar herhangi bir zorlayıcı nedenle meşru kılınmamıştır.

Yargılamanın bütün olarak adilliği

Zorlayıcı koşulların yokluğu halinde Mahkeme, özellikle de genel ve emredici mahiyette yasal sınırlamalar varsa çok sıkı bir inceleme yapmak durumundadır. Bu nedenle başvurucunun bütün olarak adil bir yargılamaya tabi kılındığını ispatlama yükü Hükümet’tedir. Hükümet’in zorlayıcı nedenlerin varlığını ispatlayamaması ise dengeyi büyük ölçüde aleyhine bozmakta ve Madde 6 §§ 1 ve 3 (c) ihlali bulunması ihtimalini arttırmaktadır.

Bu aşamada Mahkeme, içtihadı doğrultusunda ilgili oldukları ölçüde çeşitli faktörleri inceleyecektir:

            (1) Başvurucunun hassas durumda olup olmadığı

Başvurucu hakkında yapılan zihinsel kapasite incelemeleri ile nöropsikolojik değerlendirmeler göz ardı edilmemekle birlikte, başvurucunun algılamasında açık bir bozukluk ya da soruşturma aşamasındaki ifadelerini etkileyecek ölçüde bir noksan gözlenmediğinden başvurucunun özel olarak hassas bir durumunun olmadığı düşünülmektedir.

            (2) Delillerin toplanma koşulları

Başvurucu hiçbir aşamada Belçika polisinin kendisine baskı uyguladığını öne sürmediği gibi, başvurucunun Fransız jandarmasının kendisine baskı uyguladığı yönündeki iddiası hem ağır ceza mahkemesinde çürütülmüş hem de başvurucunun kendisi sonradan bu ifadesiyle çelişir beyanlarda bulunmuştur.

            (3) Yargılama öncesi sürece ilişkin yasal çerçeve ve duruşmada delillerin kabul             edilebilirliği ile başvurucunun delilleri gerçekliğine ve bunların kullanılmasına itiraz   imkânının olup olmadığı

Hükümet tarafından, başvurucunun polis gözaltının sona ermesinden itibaren avukat yardımından sınırsızca yararlandığı ve avukat yardımı almadığı ifadelerinin hepsinin tutanaklarının kendisine verildiği, bu nedenle de başvurucuya usule ilişkin yeterli güvence sağlandığı savunulmuştur. Bu güvencelerin başvurucunun faydasına olduğu kabul edilmekle birlikte, başvurucu aleyhine uygulanan Belçika hukukunun Madde 6 § 3’ün gerekliliklerine uygun olmadığı ortadadır. Zira soyut olarak belli güvenceler öngören yasal düzenlemeler yargılamanın genel adilliğini garanti altına almaz. Burada bakılması gereken, söz konusu güvencelerin uygulanmasının diğer eksiklikleri telafi edici mahiyette olup olmadığıdır. Bu yöndeki incelemesinde ise Mahkeme, başvurucunun ifade ve sorgular esnasındaki tutumunun, gözaltında ortaya çıkan ciddi problemlerin daha sonra sağlanabilecek/sağlanan herhangi bir avukat yardımı ya da takip eden sürecin çekişmeli mahiyeti ile düzeltilmesinin şüpheli olduğu nitelikte sonuçlar yaratabilme potansiyeli taşıdığı görüşündedir. Kaldı ki yukarıda olaylar bölümünde belirtildiği üzere başvurucunun ne zamandan itibaren avukat yardımından yararlanmaya başladığı dosyada belli değildir. Başvurucunun avukatının birkaç kere değiştiği anlaşılmakla birlikte, dosyadan görüşmelerin ne sıklıkla olduğu ve avukatın ifadeler ile sorguların tarihinden haberdar olup olmadığı öğrenilememektedir. Dolayısıyla başvurucu savunması için avukatı ile önceden hazırlık yapamazdı ve ancak sonradan avukatına ifadenin ya da sorgunun nasıl geçtiğini söyleyebilir, gelecek için çıkarımlarda bulunabilirdi.

Başvurucunun avukatı bulunmaksızın dile getirdiği beyanların hükme esas alınması meselesi ile ilgili olarak, ağır ceza mahkemesi nezdindeki duruşmada bu mahkemenin, başvurucunun beyanlarını içeren tutanakların ya da başvurucunun ifadesinin alındığı/sorgulandığı koşulların detaylı bir incelemesini yapmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mahkemenin süreç içerisinde avukatın kritik aşamalarda yokluğunun detaylı bir analizini yaptığına yönelik bir ibare yoktur. Böylesi bir ihmal, mahkemedeki yargılamanın sözlülük esasına dayandığı ve duruşmanın bir kaydı olmadığı da düşünüldüğünde, sözlü savunmanın jürinin varlığındaki etkisini tartmak mümkün olmadığından daha da büyük önem kazanmaktadır.

            (4) Beyanların mahiyeti

Belçika’daki ağır ceza mahkemesi ile temyiz mahkemesine göre başvurucunun ifade alımı ve sorgusu esnasındaki beyanları kendisini suçlar nitelikte olmayıp herhangi bir itiraf da içermemektedir. Ancak Mahkeme, kendi kendini suçlamama imtiyazının sadece açık itiraflar ya da doğrudan kişinin kendisini suçlar nitelikteki beyanları ile sınırlı olmadığını, zira kendi kendini suçlayıcı beyandan söz edilebilmesi için beyanların sanığın pozisyonunu esaslı şekilde etkilemesinin yeterli olduğunu hatırlatır.

Bu davada başvurucunun dar anlamda herhangi bir itirafta bulunmadığı ya da açıkça kendini suçlamadığı doğru olmakla birlikte, başvurucu soruşturmacılara sorgusunun akışını değiştiren detaylı açıklamalarda bulunmuştur. İlk başta M.B. öldürüldüğünde olay mahallinde bulunduğunu ve bir tanığı tehdit ettiğini söylemiş, sonra C.L. ile ilgili çeşitli açıklamalarda bulunmuştur ki başka bir tanık beyanıyla desteklenmeyen bu açıklamalar başvurucunun durumunu etkilemiş olmalıdır. Ayrıca başvurucu soruşturma süresince ifadesini birkaç kez değiştirerek güvenilirliğini azalttığından, başvurucunun sorgu yargıcı nezdindeki ilk sorgusu büyük önem arz etmektedir.

Zorlayıcı nedenlerin yokluğunda çok sıkı bir inceleme yapılması gereğini hatırlatan Mahkeme, tüm bu koşulların yargılamanın bütün olarak adilliği değerlendirilirken dikkate alınması gerektiğini belirtir. Bu çerçevede, her ne kadar ifadesi alınırken beyanlarının delil olarak kullanılabileceği başvurucuya bildirilmiş ve bu bildirim Belçika hukukunda zımni olarak sessiz kalma hakkını içerir biçimde algılanıyor olsa da, avukat yardımından yoksun bulunan başvurucunun söz konusu bildirimi sessiz kalma ve kendi kendini suçlamama hakkını içerir biçimde anlaması beklenemez. Dolayısıyla da başvurucu haklarından yararlanamamış ve sonuç yönünden önem arz eden beyanlarda bulunmuştur.

            (5) Delillerin kullanılması ve suçluluğun jüri üyeleri tarafından değerlendirildiği bir       durumda jüriye yapılan herhangi bir yönlendirme ya da rehberliğin içeriği

Jüri gözetiminde profesyonel hâkimlerden oluşan daimi olmayan bir mahkeme olan ağır ceza mahkemesindeki duruşmada iddianame sözlü savunmalardan önce, baştan sonra okunmuştur. Söz konusu iddianame 21 sayfa uzunluğunda olup başvurucunun aile hayatını ve geçmişini, olayları ve olayların nasıl geliştiğini, soruşturma faaliyetlerini ve sonuçlarını ve tıbbi incelemelerin sonuçlarını içermektedir. Ayrıca başvurucunun doğruladığı hususlar ile olaylara yönelik değişen ifadeleri de iddianamede yer almıştır.

Mahkeme, savcılığın iddianameyi hazırlarken başvurucunun iddialarının yanı sıra tanık beyanları, soruşturma bulguları, toplanan deliller ve tıbbi ve psikiyatrik incelemeler gibi verilere de dayandığını gözlemlemiştir. Ancak, başvurucunun polis gözaltında verdiği detaylı ifadeler, cinayet günü meydana gelen olaylarla ilgili detaylı açıklamalar içermekte olup, bu ifadeler başvurucunun sonradan olayların akışını değiştirdiği beyanları ile çelişmektedir ve başvurucu olay yerinde bulunduğunu ya da bir tanığı tehdit ettiğini hiç inkâr etmemiştir. Ayrıca C.L. hakkında düşünmeden bilgi vermiştir ki bu durum neredeyse kendisini suçlu konuma düşürmesine neden olmuştur. Bu beyanlar, her ne kadar soruşturmacılar başvurucunun ilk ifadesinden önce belli delilleri toplamış olsalar da, soruşturmacılara iddianameye etkilemesi kaçınılmaz olan bir çerçeve sunmuş olmalıdır.

Bu unsurların jürinin kararını etkileyip etkilemediği meselesinde ise Mahkeme, jürinin başvurucuyu C.L.’yi tasarlayarak öldürmeye teşebbüsten suçlu bulmasına ayrı bir önem atfetmektedir. Zira bu husus, başvurucunun avukatı olmaksızın verdiği ifadenin, mahkûmiyetinin dayandığı delillerin bütünleyici bir parçasını oluşturduğunu ortaya koymaktadır.

M.B.’nin öldürülmesiyle ilgili olarak ise Mahkeme, jürinin dosyadaki diğer delillere de dayandığı savunmasına katılmaktadır. Bununla birlikte Mahkeme, 1 Şubat 2010’daki duruşma esnasında mahkeme başkanının jüriyi, değerlendirmelerini yaparken başvurucunun çeşitli beyanlarına atfetmesi gereken önem ve bunun hukuki sonuçları konusunda yönlendirmediğini gözlemiştir. Bu nedenle Mahkeme, avukat yokluğunda ve yeterli bilgilendirme yapılmaksızın alınmış olmasına rağmen başvurucunun beyanlarının dosyadaki diğer delillerle ilişkisi bakımından ve ispat değeri yönünden nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda jürinin yönlendirilmemesinin çok ciddi bir noksan olduğu görüşündedir.

            (6) Kamu yararının ağırlığı

Kamu yararı gereklerinin bir öldürme ve iki öldürmeye teşebbüs suçlamasından hakkında iddianame düzenlenen başvurucunun kovuşturulmasını meşru kıldığı konusunda şüphe yoktur.

            (7) İç hukukun ve uygulamanın usule ilişkin diğer ilgili güvenceleri sağlayıp             sağlamadığı

Yukarıda da belirtildiği üzere, her ne kadar Belçika temyiz mahkemesi bazı usule ilişkin güvenceleri kararında dikkate almışsa da yargılamanın genel adilliği sadece yasal düzenlemelerle soyut olarak tanınmış belli güvenceler ile temin edilemez. Ancak bunların davada uygulanmasının incelenmesi ile yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığı belirlenebilir. Her durumda, temyiz mahkemesinde değinilen tüm güvenceler bu davanın incelenmesinde Mahkeme tarafından da dikkate alınmıştır.

            (8) Sonuç

Sonuç itibariyle, avukata erişimin kısıtlanmasında zorlayıcı nedenlerin yokluğunda genel adillik incelemesinin çok sıkı şekilde yapılması gerektiği ilkesini tekrar vurgulayarak Mahkeme, başvurucu aleyhinde yürütülen cezai sürecin bütün olarak incelendiğinde yargılama öncesi aşamadaki usule ilişkin noksanları düzeltmediği sonucuna varmıştır ki bu noksanlardan özel önem atfedilmesi gerekenlerin bazıları özetle şöyledir:

  1. Başvurucunun avukata erişim hakkına yönelik sınırlamalar geniş kapsamlıdır. Başvurucu öncesinde bir avukata danışma ya da avukatın varlığını temin etme imkânı olmaksızın polis gözaltındayken ifadeye alınmıştır ve sonrasındaki sorguları ya da diğer soruşturma faaliyetleri sırasında da hiçbir avukat hazır bulunmamıştır.
  2. Bu koşullarda ve sessiz kalma hakkına ilişkin olarak kendisine yeterli açıklıkta bilgi verilmeksizin başvurucu gözaltındayken detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Sonrasında ise olaylarla ilgili anlatımlarını değiştirmiş ve dar anlamda doğrudan kendisini suçlamasa bile, özellikle C.L.’yi öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla ilgili olarak kendi pozisyonunu esaslı olarak etkileyen beyanlarda bulunmuştur.
  3. Söz konusu beyanların tümü, bu beyanların elde edilme koşulları ya da avukat eksikliğinin etkisi detaylı şekilde incelenmeden ağır ceza mahkemesi tarafından delil olarak kabul edilmiştir.
  4. Temyiz mahkemesi kovuşturma dosyasının kabul edilebilirliğini incelerken sadece gözaltındayken avukatın yokluğu üzerinde durmuş, izleyen süreçlerde avukatın yokluğunun başvurucunun savunma hakları üzerindeki etkisini ise incelememiştir.
  5. Başvurucunun beyanları iddianamede önemli bir rol oynamıştır ve C.L.’yi öldürmeye teşebbüs suçlaması yönünden başvurucunun mahkûmiyetinin dayandığı delillerin ayrılmaz bir parçasını oluşturmuştur.
  6. Ağır ceza mahkemesindeki duruşmada jüri, başvurucunun beyanlarının ve bunların ispat değerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği ile ilgili olarak hiçbir yönlendirme ya da rehberlik almamıştır.

Mahkeme burada, bir dördüncü derece mahkemesi gibi hareket etmenin kendi görevi olmadığını hatırlatır. Ancak Madde 6 § 1 uyarınca genel adillik değerlendirmesi yaparken Mahkeme iç hukukta yargılamanın nasıl yürütüldüğünü incelemek zorundadır ve avukata erişim yasağının zorlayıcı nedenlere dayanmadığı hallerde çok sıkı bir inceleme yapılması zorunludur. Bu davada, yargılamayı bütünü itibariyle adaletsiz yapan şey, münferit olarak yukarıdaki faktörler değil, bunlarının tümünün birlikte değerlendirilmesidir.

Bu nedenlerle, Sözleşme’nin 6 §§ 1 ve 3(c) maddesi ihlal edilmiştir.

[Hâkimler Yudkivska, Vucinic, Turkovic ve Hüseynov karara ekli 13 sayfalık bir müşterek mutabık görüş yazmışlardır.]

[1] Hususilik Kuralı: İstisnalar saklı kalmak üzere, iade edilen şahsın, önceden işlediği ve iadeye esas olandan başka bir fiilden dolayı takip ve muhakeme edilemeyeceği gibi bir ceza veya emniyet tedbirinin infazı için tutuklanamayacağı ya da başka herhangi bir surette hürriyetten alıkonulamayacağı prensibidir. Bu prensibe ilişkin düzenleme, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 14. maddesinde yer almaktadır.

Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: