İHAM’ın Ástráðsson v. İzlanda kararının çevirisi: “Yürütmenin takdir yetkisini kullanarak kanuna aykırı şekilde hakim ataması, yargıya duyulan güveni, hukukun üstünlüğü ilkesini ve adil yargılanma hakkını ihlal eder.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 12 Mart 2019 tarihinde İzlanda’ya karşı verdiği kararda, hakimlerin atanma usulleri, tarafsız ve bağımsız yargının, kamunun yargıya olan güveninin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması ve mahkemelerin kanunla kurulmuş olma zorunluluğu ile ilgili çok önemli tespit ve değerlendirmelerde bulundu.
İzlanda’da yeni kurulan istinaf mahkemesine hakim olarak atanmak üzere başvuru yapan 37 kişi arasında olan fakat liyakate göre seçilen ilk 15 kişilik listede yer almayan A.E.’nin Adalet Bakanı tarafından hakim olarak atanmasıyla ilgili başvuruda İHAM, A.E.’nin İstinaf Mahkemesi hâkimi olarak atanmasına giden sürecin, İzlanda Yüksek Mahkemesi tarafından verilen kararlarla doğrulanan usule yönelik ihlallerin mahiyeti de dikkate alındığında, o dönemde yürürlükte olan hukuk kurallarının alenen ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Mahkeme, sürecin, yürütmenin kanunsuz şekilde takdir yetkisini kullandığı ve bu hususun, Parlamentonun yürütme ile yasama kolları arasında uygun bir denge kurmaya çalışan yasal çerçevenin hilafında hareket etmesiyle pekiştiği bir nitelik teşkil ettiğini tespit etmiştir. Sonuç itibarıyla süreç, demokratik bir toplumda yargının kamuda oluşturması gereken güvenin aleyhine işlemiş ve hukukun üstünlüğünün temel ilkelerinden olan, bir mahkemenin yasayla kurulmuş olması gereği kuralının özünü ihlal etmiştir.
Bu önemli kararı yine çok büyük bir emek harcayarak çevirdi avukat Serde Atalay.
Guðmundur Andri Ástráðsson v. İzlanda, Karar Tarihi: 12.03.2019, Başvuru No: 26374/18
Olayların Özeti
Yeni İstinaf Mahkemesinin kurulması ve mahkemeye hâkimlerin atanması
İzlanda’da yeni yargı reformunun parçası olarak 1 Ocak 2018’de İstinaf Mahkemesi kurulmuş ve mahkeme aynı gün çalışmaya başlamıştır[1]. Mahkemeye hâkimlerin atanmasını düzenleyen özel geçici hükümleri, özellikle de geçici hüküm IV’ü içeren yeni 50/2016 sayılı Yargı Kanunu 14 Haziran 2016’da yürürlüğe girmiştir. Bu hükümlere göre İstinaf Mahkemesine on beş hâkimin atanması 1 Temmuz 2017’den önce tamamlanmalı ve bu hâkimler 1 Ocak 2018’den itibaren görevlerine başlamalıdırlar.
Yukarıda bahsi geçen geçici hüküm IV, hâkimlerin seçilme ve atanma usulünü düzenlemektedir. Söz konusu hükmün ilk fıkrasına göre, uzmanlardan oluşan ve eski Yargı Kanununun ilgili hükümleri doğrultusunda çoktan oluşturulmuş olan “Değerlendirme Komitesi (Evaluation Committee)” adlı bir komite boş pozisyonlara uygun adayları değerlendirme ve değerlendirme raporunu Adalet Bakanına (“Bakan”) iletmekle yasa uyarınca görevlidir. Komite toplamda beş uzmandan oluşmaktadır: Adli Konsey tarafından aday gösterilen bir kişi, İzlanda Barolar Birliği tarafından aday gösterilen bir kişi, Parlamento tarafından seçilen bir kişi ve Yüksek Mahkeme tarafından aday gösterilen ve biri Başkanlık görevini ifa eden iki kişi. Mevzubahis geçici hüküm IV’e eklenen ve 28 Şubat 2017’de yürürlüğe giren yeni bir geçici hükme göre Bakan, Komite tarafından diğerlerinin arasında ya da tek başına en nitelikli olarak değerlendirilmeyen bir adayı hâkim olarak atayamayacaktır. Ancak Bakanın böyle bir adayı atama teklifinin, söz konusu adayın iç hukuk uyarınca hâkim olarak atanmak için gerekli minimum şartları sağlaması koşuluyla Parlamento tarafından kabul edilmesi durumu bu kuralın istisnasını oluşturmaktadır. Geçici hüküm IV’ün ikinci fıkrasına göre de “Bakan İstinaf Mahkemesine hâkim atanmasını ilk kez teklif ettiğinde, her bir atama için yaptığı teklifi kabul edilmek üzere Parlamentoya sunmalıdır. Eğer Parlamento Bakanın tekliklerini kabul ederse, Bakan bunları hâkimleri resmen atayacak olan İzlanda Başkanına göndermelidir.”
10 Şubat 2017 tarihinde İstinaf Mahkemesinde on beş hâkim pozisyonu için duyuru yayınlanmıştır. Son başvuru tarihi olan 28 Şubat 2017’ye kadar (işbu davada adı daha sonra itirazlara konu olacak olan) A.E. dâhil toplam 37 kişi pozisyon için başvurmuştur. Sonraki süreçte üç kişinin başvurusunu geri çekmesi ve bir kişinin de gerekli hukuki şartları sağlamaması nedeniyle geri kalan toplam 33 kişi Komite tarafından değerlendirmeye alınmıştır.
2 Mart 2017 tarihli toplantısında Komite Başkanı başvuruları Bakana iletmiştir. Toplantıda Bakan Komite Başkanından, kendisine toplamda örneğin 20 nitelikli adaydan oluşan ve arasından seçerek atama yapabileceği kişileri içeren bir liste oluşturarak vermesini talep etmiştir. 11 Mayıs 2017 tarihli bir toplantıda Komite Başkanı Bakana, Komite tarafından en nitelikli olarak değerlendirilen on beş adayın isimlerini içeren taslak bir değerlendirme raporu sunmuştur. Toplantı esnasında Bakan tekrar Komitenin on beş adaydan daha fazla adayı içeren bir değerlendirme sunup sunamayacağını sormuştur. Bunun üzerine Başkan, boş hâkim pozisyonları için adayları değerlendirmek üzere Komitenin dayandığı değerlendirme tablosunu Bakana sunmuştur. Aynı gün Komite, yorumlarını almak üzere taslak değerlendirme raporunu adaylara göndermiştir.
12 Mayıs 2017 tarihli e-postasıyla Parlamento Genel Sekreteri, Bakana ve Parlamento Sözcüsüne, İstinaf Mahkemesine hâkimlerin atanması ve süreçte Parlamentonun rolü ile ilgili bir müzekkere göndermiştir. Müzekkereye göre Parlamento nezdindeki süreç, 55/1991 sayılı Parlamento Usulü Yasasının ilgili hükümleri uyarınca yürütülecektir ve bu doğrultuda önerilen prosedür de daha detaylı şekilde açıklanmıştır. Müzekkerede ayrıca Bakanın her bir atama için ayrı bir teklif sunması gerektiği, konunun Parlamentonun Anayasa ve Danışma Komitesine (“Constitutional and Supervisory Committe of Parliament”, bundan böyle kısaca “CSC”) iletileceği, CSC’nin Bakanın teklifine ilişkin görüşünü sunacağı ve bunu Parlamentonun her aday için ayrı ayrı karar verebileceği şekilde yapacağı belirtilmiştir. Ayrıca Parlamentonun söz konusu tekliflere değişiklik önerme yetkisinin olmadığı ve bu tekliflerin kabul edilmemesi ve dolayısıyla gerekli sayıda hâkimin atanmasının onaylanamadığı hallerde sürecin tekrarlanmasının gerekeceği ifade edilmiştir. Söz konusu müzekkerede yazılı usul Bakan tarafından onaylanmıştır.
19 Mayıs 2017’de Komite Bakana 117 sayfadan ve 6 bölümden oluşan, her bir aday hakkında biyografik bilgiyi, değerlendirme kriterlerini, Komite tarafından benimsenen usulü ve Komitenin adayların yeterliklerine ilişkin vardığı sonuçları içeren bir değerlendirme raporu sunmuştur. Rapora göre 33 adayın tümü de İstinaf Mahkemesi hâkimi olarak atanmaya ehildir. Ancak raporun amil kısmında sadece on beş en nitelikli adayın ismi telaffuz edilmiştir. Raporda bu on beş adayın kendi içindeki sıralamasına ilişkin bir bilgi yoktur ancak Komite açıkça bu on beş adayın diğer adaylardan daha nitelikli olduğunu belirtmiştir.
Aşağıda açıklanacak olan, sonradan açılan dava süreçlerinden anlaşıldığı kadarıyla Komite, her bir adayın on iki özel değerlendirme kriterine göre puanlandığı bir değerlendirme tablosu temelinde inceleme yapmıştır. Her bir adayın genel puan toplamı da sıralamasını belirlemiştir. Bakanın her bir adayın puan durumuna ilişkin olarak edindiği detaylı bilgiye göre de A.E. 33 aday arasında 18. sırada yer almıştır ve dolayısıyla Komitenin nihai değerlendirme raporunda en nitelikli on beş aday olarak önerdiği adayların arasına girememiştir.
26 Mayıs 2017 tarihli e-postasıyla Bakan, idarenin iki avukatından kendisine gerekçeli bir mektup göndermelerini istemiştir. Avukatlar yorum ve tavsiyelerini içeren mektuplarında Bakana, eğer Komite tarafından hazırlanan adaylar listesini değiştirmek istiyorsa, böyle bir değişiklik önerisini adayların nitelikleri bazında özel olarak gerekçelendirmesi ve adayların da önceden değişiklikler hakkında bilgilendirilmesi gerekebileceğini hatırlatmışlardır. Aynı tavsiyeler avukatlardan birinin Başbakanlık Ofisi Daimi Sekreterliğine gönderdiği bir e-postada da tekrarlanmıştır. Ek olarak, eğer Komite’nin benimsediği usulde ya da görüşünde bir hata olduğunu düşünüyorsa Bakanın önünde iki seçenek olduğu ifade edilmiştir. Buna göre ilk seçenek, konunun tekrar Komiteye taşınmasıdır. İkinci seçenek ise Bakanın hataları doğrudan gidermek için sürece dâhil olmasıdır ki bu durumda Bakan her bir adayı maksadına uygun olarak ve hukuki ölçütler temelinde değerlendirmek zorundadır. Bundan da öte avukat, Bakanın hâkimleri atama yönündeki kararının idari bir karar olacağını ve dolayısıyla 37/1993 sayılı İdari Usul Kanununa uygun olarak verilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Son olarak da adayların değişiklikler hakkında bilgilendirilmesini ve böylece değerlendirmede etkili olacak yeni bilgiler sunmalarına imkân verilmesini tavsiye etmiştir.
27 Mayıs 2017 tarihli mektubuyla Bakan, Komite Başkanından Komitenin değerlendirmesine ve Komitenin yalnızca en nitelikli görülen on beş adaya değinmesi ve diğer adaylardan söz etmemesine ilişkin olarak 10/2008 sayılı Eşitlik Kanunu uyarınca ek bilgi ve belge talep etmiştir.
28 Mayıs 2017 tarihli cevap mektubunda Komite Başkanı her bir değerlendirme kriterinin nasıl ele alındığıyla ilgili olarak Bakana bilgi vererek söz konusu usulün kendisinin başkanlık yaptığı süre boyunca benimsendiğini vurgulamıştır. Buna göre her adayın her bir kriter bazındaki puanı değerlendirme tablosuna işlenmekte ve adaylar toplam puanlarına göre sıralanmaktadır. Komite, önceden de olduğu gibi her bir ölçüte eşit ağırlık vermektedir. İkinci soruya cevap olarak da Başkan, eşit ölçüde nitelikli birden fazla adayın bulunması veya bir adayın diğerinden daha nitelikli görülmesinin imkânsız olması gibi bir durumun söz konusu olmadığını ifade etmiştir. Zira boşta olan on beş pozisyon mevcuttur ve Komite on beş spesifik adayın pozisyon için diğerlerinden daha nitelikli olduğu sonucuna varmıştır. Dolayısıyla daha fazla adayın listelenmesine gerek görülmemiştir. Komitenin değerlendirme tablosu adayların sıralanmasını açıkça göstermektedir. Bakanın, on beşten fazla, örneğin 20 aday içinden on beş boş pozisyon için arzusuna göre seçim yapabileceği şeklinde edindiği izlenim, yasanın hazırlık çalışmalarından da anlaşılabileceği üzere Yargı Kanununun amacına uygun değildir. Başkan ayrıca hâkimlik görevine aday olan kişilerin değerlendirilmesi sürecinde Bakana değil de bağımsız bir uzmanlar komitesine görev verilmesindeki amacın, Avrupa ülkelerindeki gelişmelere uygun olarak yargı bağımsızlığını temin etmek olduğunu belirtmiştir.
29 Mayıs 2017 tarihli mektubunda Bakan, İzlanda Başkanı tarafından İstinaf Mahkemesine hâkim olarak atanmak üzere seçtiği on beş adaydan oluşan teklifini Parlamento Sözcüsüne sunmuştur. Teklif, Komitenin hazırladığı nihai listedeki 11 ismi barındırmaktadır; ancak Komitenin esas aldığı değerlendirme tablosunda 7, 11, 12 ve 14. sırada yer alan adayların yerini, Bakan tarafından önerilen ve değerlendirme tablosunda 17, 18, 23 ve 30. sıralarda yer alan dört yeni aday almıştır ki bunlardan biri de A.E.’dir. Ayrı bir mektupta Bakan tekliflerine yönelik gerekçelerini ve yaptığı değişiklikleri açıklamıştır. Diğer hususlarla birlikte Bakan özellikle, Komitenin, değerlendirmesinde ilgili düzenlemeler doğrultusunda yargısal deneyime yeteri kadar önem vermediğini vurgulamıştır.
Aynı gün Bakanın teklifi CSC’ye iletilmiştir. CSC toplantısına Bakanı, Adalet Bakanlığı Daimi Sekreterini, birkaç uzmanı, İzlanda Barolar Birliğinden bir temsilciyi, Parlamento Ombudsmanını ve Komite Başkanını davet etmiştir.
30 Mayıs 2017’de Bakan CSC’ye teklifinin gerekçelerini detaylandıran bir müzekkere sunarak adayların değerlendirilmesinde yargısal deneyime daha fazla önem verilmesi gerektiği yönündeki görüşünü tekrarlamıştır. Bakan, teklifinin, kendisine sunulan tüm bilgi ve belgeler temelinde yapılan detaylı ve objektif bir değerlendirmeye dayandığını ifade etmiştir. Burada önemli olan ve Bakan tarafından da kabul gören husus, söz konusu yeni teklifin, Komite tarafından derlenen, elde mevcut bilgi ve belgelere dayanmış olması ve ortada yeni bir bilgi ya da veri olmamasıdır.
31 Mayıs 2017’de CSC’nin partilerin politik görüşleri doğrultusunda şekillenen çoğunluğu Bakanın gerekçelerine katılmıştır. Bu doğrultuda Parlamentoya, Bakanın tekliflerini kabul etmesi yönünde bir önerge sunmuştur. Azınlık görüşü, Bakanın teklifinin, yeteri kadar gerekçelendirilmediği için reddedilmesini önermiş ve Bakanın idare hukuku prensiplerine, özellikle de yeterli araştırma yapma gerekliliği ile sadece en nitelikli adayların seçilmesinin gerektiğini belirten iç hukukun üstünlüğüne uygun davranmadığı konusundaki çekincesini dile getirmiştir.
Oylama öncesinde Parlamento Sözcüsü, itiraz olmadığı takdirde, 15 adayın isimlerini içeren teklifin, isimlerin ayrı ayrı oylanması yoluyla değil de tüm liste için tek bir oylama yapılmak suretiyle oylanacağını belirtmiştir. Hiçbir vekil söz konusu usule itiraz etmemiştir.
1 Haziran 2017 tarihli oylamada CSC’deki azınlığın teklifin reddi istemi, siyasi partilerin görüşleri doğrultusunda, 31’e karşı 20 oyla reddedilmiştir. Bu oylamayı, teklifin kabulü yönündeki çoğunluğun önergesinin oylanması izlemiştir. Söz konusu oylamada önerge, koalisyon Hükümetinde çoğunluğu oluşturan siyasi partilere üye 31 vekilin oyuyla, muhalif partilere üye 22 vekilin ret oyuna karşı kabul edilmiştir. Toplamda 8 vekil çekimser kalmıştır ki bunların hiçbiri Hükümet partilerinden birine üye değildir.
Söz konusu oylama hakkında Bakanın bilgilendirilmesini müteakip Bakan ilgili mercilerle yazışarak onaylanan adaylar için atama kararlarının hazırlanmasını talep etmiştir. Bunun üzerine İzlanda Başkanının Sekreteri Parlamentoda izlenen usulle ilgili bilgi talep etmiş, Parlamento Genel Sekreteri tarafından verilen bilgide de benimsenen usulün ilgili yasalara ve Parlamento kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Özellikle oylama usulüyle ilgili yapılan açıklamada, normal ve yerleşik uygulamaya göre herkesin aynı yönde oy vereceği açıksa ya da ayrı ayrı değişiklik önerileri yoksa meselelerin toplu olarak oylandığı hatırlatılmıştır. Tüm bu sürecin sonucunda A.E. dâhil onaylanan listedeki adayların atanma kararları İzlanda Başkanı tarafından imzalanmış ve böylece atamalar resmiyet kazanmıştır.
Atanma usulünün hukuka uygun olmadığına ilişkin ulusal mahkemeler nezdindeki süreç
Haziran 2017’de, Komitenin esas raporunda en nitelikli on beş aday arasında sayılıp Bakanın teklifinde listeden çıkarılan iki aday, J.R.J. ve A.H., İzlanda devleti aleyhine bölge mahkemesinde dava açarak Bakanın 29 Mayıs 2017 tarihli (Parlamentoya teklifini içeren) kararının iptal edilmesini, ayrıca Parlamentodaki oylamadan sonra İzlanda Başkanına sunulan ve kendilerini içermeyen isimlerin atanmasını öneren kararın da iptalini talep etmişlerdir. Ek olarak maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Her iki istem de bölge mahkemesi tarafından kabul edilemez bulunmuştur. Davacılar kararı temyiz etmişlerdir. 31 Temmuz 2017 tarihli iki kararıyla Yüksek Mahkeme, bölge mahkemesinin iptal istemine ilişkin kararını onamış, ancak tazminat isteminin kabul edilemezliği kararını bozarak yeniden karar verilmek üzere dosyayı bölge mahkemesine iade etmiştir. Bunun üzerine bölge mahkemesi tazminat isteminin esasına girmiş, bu kez maddi ve manevi tazminat taleplerini esastan reddetmiştir.
Tazminat istemlerinin esastan reddi kararına karşı davacılar 19 Eylül 2017’de temyize başvurmuşlardır. Yüksek Mahkeme 19 Aralık 2017 tarihinde aynı gerekçeyle verdiği iki kararında da maddi tazminat taleplerinin esastan reddini onamıştır. Ancak manevi tazminata ilişkin kararı bozarak davacılar lehine manevi tazminata hükmetmiştir. Kararların gerekçesinde Yüksek Mahkeme, İzlanda idare hukukunun genel prensibi olan, atama kararlarında liyakatin esas olduğu ilkesine dayanmıştır. Gerekçeye göre Bakanın Komitenin görüşünden ayrılarak teklifte bulunmasının hukuka uygunluğu, teklifinin tüm gerekli hususların ele alındığı bağımsız bir araştırmaya dayanmasına bağlıdır. Dolayısıyla Bakan kendi araştırmasının ve incelemesinin Komiteninkine benzer bir uzmanlığa dayandığını göstermekle mükelleftir. Mahkeme bunun, özellikle de Komiteye Bakanın yetkilerini kısıtlar şekilde yetki veren ve Bakanın sürece müdahil olmasını ise Parlamentonun onayına bağlayan yasal düzenlemeler ışığında daha da büyük önem kazandığını ifade etmiştir. Zira mahkemeye göre, hâkimleri atarken Bakan, Bakan nezdinde sorumlu olan ofislere kişi atamamakta, aksine hükümetin, diğer kollarını da denetleme yetkisine sahip olan ve bağımsızlığı anayasa ve yasa ile teminat altına alınan tamamen farklı bir kolunun üyelerini tayin etmektedir.
Bu doğrultuda mahkemeye göre Bakanın, esas listeden farklı olarak atamaya karar verdiği dört kişinin niteliklerini en azından diğer on beş aday ile kıyaslayarak ortaya koyması gerekirdi. Bakan bu çerçevede kararını gerekçelendirerek Parlamentonun onayını aramalıydı. Bu gerekçeler ışığında Yüksek Mahkeme, Bakanın İdari Usul Kanununun ilgili hükmünü ihlal ettiğine, zira yaptığı teklifin yeni belgelere veya bağımsız bir araştırmaya dayanmadığına ve önerilen dört adayın niteliklerinin değerlendirilmesinde esas alınan ölçütler temelinde yeteri kadar gerekçelendirilmediğine, Bakanın benimsediği usuldeki bu hatanın ayrıca Parlamento nezdindeki sürecin de hatalı yürümesine neden olduğuna karar vermiştir. Manevi tazminat yönünden de mahkeme, Bakanın davacıların itibarına ya da kişisel onuruna zarar verme kastıyla hareket ettiği söylenemese de, eylemlerinin davacıların itibarını olumsuz etkileyeceğinin farkında olması gerektiği ve bu nedenle davacıların manevi zarar uğradığı gerekçesiyle davacılar lehine tazminata hükmetmiştir. Zira mahkemeye göre Bakan “bariz tehlikeyi tamamen göz ardı eder şekilde” davranmıştır
Başvurucunun İstinaf Mahkemesinde mahkûmiyeti
31 Ocak 2017’de başvurucu aleyhine geçerli bir sürücü ehliyeti olmaksızın ve uyuşturucu etkisi altında araç sürmek gerekçesiyle ilgili trafik yasalarının ihlali nedeniyle iddianame düzenlenmiştir. 23 Mart 2017’de bölge mahkemesi, başvurucunun ikrarını da müteakip seri şekilde başvurucuyu 17 ay hapis cezasına mahkûm etmiş ve başvurucunun ehliyetini iptal etmiştir.
6 Nisan 2017 tarihli temyiz isteminde başvurucu cezasının düşürülmesini talep etmiş, ancak dosya 2017’nin bitiminden önce Yüksek Mahkeme tarafından görülmediğinden yeni düzenlemeler uyarınca yeni kurulan İstinaf Mahkemesine gönderilmiştir. İstinaf Mahkemesi tarafından başvurucuya gönderilen duruşma gününü bildirir tebligata göre, başvurucunun davasını görecek olan mahkemedeki yargıçlardan biri de, yukarıda anlatılan süreçte ataması tartışmalı hale gelen A.E. adlı hâkimdir.
Tebligatı müteakip 2 Şubat 2018 tarihli mektubunda başvurucunun avukatı, malum gerekçelerle A.E.’nin davadan çekilmesini talep etmiş, zira atanmasının hukuka uygun olmadığını ifade etmiştir. 6 Şubat 2018 tarihli İstinaf Mahkemesindeki ön duruşmada da başvurucu usul itirazında bulunarak, Anayasa ve İHAS m. 6 § 1 uyarınca mahkemeden A.E.’nin davadan çekilmesini talep etmiş, aksi halde yasa ile kurulmayan, bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkeme tarafından adil şekilde yargılanmayacağını savunmuştur. Talebinde dayandığı Avrupa Serbest Ticaret Birliği Adalet Divanı ve Avrupa Birliği Genel Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere, bir hâkimin atanmasının hukuka uygun olmadığı durumlarda, hâkimin yargısal yetkiye tam olarak sahip olmadığını ve dolayısıyla vereceği kararların geçersiz olacağını belirtmiştir. Başvurucuya göre, Yüksek Mahkeme’nin yukarıda değinilen 19 Aralık 2017 ve 31 Temmuz 2017 tarihli kararları uyarınca da, talebinin reddedilmesi halinde kendi açısından da durumun bu olacağını savunmuştur. Başvurucunun istemi İstinaf Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.
Ret kararına karşı başvurucu, Yüksek Mahkeme’ye temyizde bulunmuştur. 8 Mart 2018 tarihli kararında Yüksek Mahkeme temyiz şartlarının oluşmadığını, zira A.E.’nin davadan çekilmesi talebinin reddine karşı temyiz isteminin ancak davanın esasına ilişkin kararla birlikte öne sürülebileceğini ifade etmiştir. Bu kararın üzerine başvurucunun yargılanmasına, A.E.’nin de görev aldığı heyet tarafından devam edilmiştir.
13 Mart 2018 tarihinde başvurucu, İstinaf Mahkemesi nezdindeki savunmasını değiştirerek öncelikle beraatını, ikincil olaraksa heyetteki hâkimlerin atanmasının Anayasa ve Sözleşme uyarınca hukuka aykırılığı nedeniyle cezasının indirilmesi talep etmiştir. 23 Mart 2018 tarihli kararıyla İstinaf Mahkemesi bölge mahkemesinin esasa ilişkin kararını onamıştır.
Bunun üzerine başvurucu süresi içinde Yüksek Mahkeme’de temyize başvurmuştur. Başvurucunun temel iddiası, İstinaf Mahkemesi kararının bozularak yeniden yargılama yapılmasıdır. İkincil olarak başvurucu, beraatını veya cezasının indirilmesini talep etmiştir. Başvurucunun iddiaları tamamıyla A.E.’nin atanmasının hukuka aykırılığının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine savunmasına dayanmaktadır. Bu doğrultuda başvurucu ek olarak, A.E.’nin eşi ve milletvekili olan B.N.’nin, A.E.’nin atanması karşılığında bir iyilik olarak Bakana karşı rakip çıkmaktan vazgeçtiğini ve böylece Bakanın atanmasını sağladığını iddia etmiş ve bu suretle atama kararının sübjektif ve politik mahiyetine değinmiştir.
24 Mayıs 2018 tarihli kararında Yüksek Mahkeme temyiz istemini reddederek İstinaf Mahkemesinin kararını onamıştır. A.E.’nin atanması ile ilgili iddialar yönünden ise 19 Aralık 2017 tarihli kararlarına atıfla, başta adayların Parlamentoda tek tek oylanmak yerine toplu olarak oylanması olmak üzere, atama usulünde usule aykırılıkların mevcut olmakla birlikte atamaların “yok hükmünde olduğu” ve dolayısıyla bu atamayla göreve gelen hâkimlerin verdikleri kararların “ölü karar” olacağı yönündeki iddiaların kabul edilemeyeceğini; bu konuya ilişkin atıf yapılan söz konusu kararların bu davada delil niteliğinde olmakla kararlardaki değerlendirmeler ve izleyen gelişmeler de dikkate alınarak yargıçların atanmasının artık hukuki bir gerçeklik halini aldığını; atama usulündeki bozuklukların atanan yargıçlar tarafından yargılanan başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal ettiği izlenimini yaratacak bir gerekçenin yokluğu nedeniyle de talebin reddi gerektiğini kararlaştırmıştır.
İzleyen gelişmeler
5 Mart 2018 tarihinde Parlamentoda Bakan aleyhine, bu başvuruya konu atama skandalı gerekçe gösterilerek bir güvensizlik oylaması yapılmış, istem 33’e karşı 29 oyla reddedilmiştir. Ayrıca Şubat ve Mart 2017’de Komitenin esas listesinden çıkarılan iki aday olan E.J. ve J.H. tarafından da İzlanda devleti aleyhine bölge mahkemesinde davalar açılmıştır. Diğer iki davadan farklı olarak bu kez mahkeme E.J.’nin Bakanın hukuka aykırı işlemi nedeniyle zarar uğradığının tespiti istemli davası ile J.H.’nin maddi ve manevi tazminat istemli davasını kabul etmiştir. İzlanda devletinin iki karar aleyhine yaptığı istinaf başvuruları halen İstinaf Mahkemesi önündedir.
Hukuk
“Yasayla Kurulmuş Bir Mahkeme” Hakkı Yönünden Madde 6 § 1 İhlali İddiası
Başvurucunun iddiaları
Başvurucu bir mahkemenin yasayla kurulmuş olması için, mahkemelerin kurulmasına ilişkin kuralların açıkça yasalarla öngörülmesi ve her bir yargıcın atanma usulünün de bu bağlamda hukuka uygun olması gerektiğini savunmuştur. Başvurucunun esas iddiası, A.E.’nin atanmasının iç hukuka ve dolayısıyla Sözleşme m. 6 § 1’e uygun olmadığı yönündedir. Buna göre 24 Mayıs 2018 tarihli kararında Yüksek Mahkeme de konuya ilişkin İHAM (“Mahkeme”) içtihadını ve ölçütlerini dikkate almamıştır. Bunlara ek olarak başvurucu, A.E.’nin eşi B.N.’nin Bakan lehine yarıştan çekilmesini hatırlatarak, A.E.’nin atanmasında politik görüşlerin ve bağlantıların etkili olduğunu iddia etmiştir. Bir diğer iddiaya göre de Bakan tarafından listeye eklenen dört isimden biri Bakan’ın eşinin arkadaşıdır.
Başvurucu özellikle atama prosedüründe adayların Bakan tarafından teklif edilmesi, adayların oylanması ve nihayetinde atanmaları bağlamında A.E.’nin atanmasının her açıdan hukuka aykırı olduğunun, Yüksek Mahkeme’nin 19 Aralık 2017 tarihli kararlarıyla ve daha sonra E.J. ve J.H. adlı adaylar tarafından açılan davalar aracılığıyla da doğrulandığını hatırlatmıştır.
Başvurucuya göre A.E.’nin atanma sürecindeki usulsüzlükler, Yüksek Mahkeme’nin 19 Aralık 2017 tarihli kararından da çıkarılabileceği üzere, iç hukukun alenen ihlalini oluşturmaktadır. Mahkemenin burada incelemesi gereken husus ise söz konusu ihlalin Sözleşme m. 6 § 1 açısından ne anlama geldiğidir. Bu bağlamda atamanın m. 6 § 1 hilafında keyfi ve hukuka aykırı olduğu tespit edildiğinde, iç hukuku da alenen ihlal ettiği sonucuna varılmalıdır veya alternatif olarak, hukuka aykırı ya da keyfi atamaların önüne geçemeyen kurallar, m. 6 § 1’in otonom anlamı çerçevesinde “yasa” olarak nitelendirilmemelidir.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Ön tespitler
Mahkemeden, aşağıda daha detaylı şekilde açıklanacağı üzere, işbu başvuruyu Yüksek Mahkeme’nin 24 Mayıs 2018 tarihli, 19 Aralık 2017 tarihli kararlarına da atıf yapan ve mevzubahis hâkimin atanmasında işletilen usulün bazı yönlerden iç hukuka uygun olmadığını doğrulayan kararı ışığında incelemesi beklenmektedir. Ancak hatırlatılmalıdır ki Yüksek Mahkeme, gerekçesine karşın, kararında başvurucunun bozma ve yeniden yargılama yapılması talebini reddetmiştir (I.C. başlığına bkz.).
Mahkeme, tarafların, Sözleşme madde 6’nın cezai boyutunun uygulanmasına itiraz etmediklerini belirtir.
Genel ilkeler
Sözleşme m. 6 § 1 uyarınca bir mahkeme her zaman “yasayla kurulmuş” olmalıdır. Bu ifade, Sözleşme ve ekli Protokolleri ile kurulan koruma sistemine içkin olan hukukun üstünlüğü prensibinin bir yansımasıdır. Mahkeme tarafından daha önce de hükmedildiği üzere, yasa koyucunun amacına uygun şekilde kurulmamış bir mahkeme, demokratik bir toplumda hukuki uyuşmazlıkları çözebilmesi için gereken meşruiyetten yoksun demektir.
Sözleşme m. 6 § 1’deki anlamı çerçevesinde “yasa”, yargı makamlarının kurulmasına ve yetkisine dayanak sağlayan kanunlara ve iç hukukun, ihlal edilmesi halinde bir ya da daha fazla hâkimin bir davada yer almasını usulsüz hale getirecek diğer tüm kurallarına karşılık gelir. Dolayısıyla “yasayla kurulmuş” ifadesi bir “mahkemenin” varlığının hukuki dayanağını içerir. Bundan da öte m. 6 § 1’deki “kurulma” ifadesi, doğası gereği, hukukun üstünlüğü prensibine uygun olması ve ilgili zamanda yürürlükte olan iç hukuk kurallarına uygun şekilde yerine getirilmesi gereken, ulusal yargı sisteminde hâkimlerin atanması prosedürünü de barındırır.
Mahkemenin yerleşik içtihadı uyarınca m. 6 § 1’deki “yasayla kurulmuş” ifadesinin amacı, demokratik bir toplumda yargının teşekkülünün yürütmenin inisiyatifine kalmamasını, aksine Parlamento tarafından çıkarılmış yasalarla sağlanmasını garanti altına almaktır. Yine hukukun kodifiye edildiği ülkelerde yargının teşekkülü yargı makamlarının takdirine de bırakılamaz; ancak bu elbette mahkemelerin ilgili iç hukuk hükümlerini yorumlamakta belli bir takdir hakkına sahip olmadığı anlamına gelmez. Bu açıdan Mahkeme, mahkemelerin yasayla kurulması gereğinin, m. 6 § 1’deki diğer garantiler olan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesiyle yakından ilişkili olduğunu, yine bu iki ilkenin de demokratik bir toplumun temel prensiplerini oluşturduğunu vurgular. Kısacası, “burada mevzubahis olan, demokratik bir toplumda mahkemelerin kamuda oluşturması gereken güvendir”.
Kural olarak, yargı organlarının kurulmasına ve yetkisine ilişkin iç hukuk hükümlerinin bir mahkeme tarafından ihlal edilmesi, m. 6 § 1 ihlaline sebebiyet verir. Bu ilkenin ihlali, tıpkı yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerindeki gibi, bu kuralın ihlalinin bir yargılamayı adaletsiz kılıp kılmadığını ayrıca araştırmayı gerektirmez. Bundan da öte, bir mahkemenin ulusal hukuka uygun olarak kurulması gereği ışığında Mahkeme, iç hukuka uyulup uyulmadığını da bu bakımdan incelemek durumundadır. Bu nedenle de ulusal mahkemelerin bulguları Avrupa denetimine tabidir. Ancak, ikincil yetki prensibi göz önünde tutularak, iç hukukun “alenen ihlali” söz konusu olmadığı sürece Mahkeme ulusal mahkemelerin yorumlamasını sorgulayamaz.
Mahkeme bu iç hukuku “alenen ihlal” testinin burada da uygulanması gerektiği görüşündedir zira bu davada da ihlal Hükümetin başka bir koluna isnat edilebilir niteliktedir ve ulusal mahkemelerce de doğrulanmıştır. Bu bağlamda Mahkeme, ulusal mahkemelerin İHAM’ın uyuşmazlığın konusuna ilişkin içtihadını ne ölçüde dikkate aldığını, özellikle de mahkemelerin, uyuşmazlığa konu mahkemenin yasayla kurulup kurulmadığını incelerken iddia edilen ihlalin aleni niteliğini yeterince inceleyip incelemediğini göz önünde bulunduracaktır.
Mahkemenin içtihadına göre ulusal hukukun ihlalinin “alenen” olduğundan söz edebilmek için, bir mahkemenin kurulmasını düzenleyen kuralların ihlalinin temel bir nitelik arz etmesi ve yargı sisteminin kurulmasının ve işleyişinin bütünleyicisi niteliğinde olması gerekir. Dolayısıyla buradaki iç hukuku “alenen” ihlal konsepti iddia edilen ihlalin mahiyetine ve ağırlığına ilişkindir. Bundan da öte Mahkeme söz konusu ihlal iddiasının aleni niteliğini incelerken mevcut olgular ışığında, hâkimlerin atanmasına ilişkin iç hukuk kurallarının ihlalinin bilinçli olup olmadığını veya en azından yürürlükteki ulusal hukukun açıkça görmezden gelinmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını dikkate alacaktır.
Son olarak Mahkeme, yürütme ile yargı arasındaki güçler ayrılığının kendi içtihadında gittikçe önem kazandığını hatırlatır. Yine yargının bağımsızlığını gözetmenin önemi bakımından da bu söylenen geçerlidir. Dolayısıyla, yukarıda ortaya konulan ilkeler temelinde ve bir mahkemenin yasayla kurulması gereğinin amacını ve bunun hukukun üstünlüğü ilkesi ile yakın ilişkisini göz önünde bulundurarak Mahkeme, görünenin ardına bakmalı ve yargıçların atanmasını düzenleyen iç hukuk kurallarının ihlalinin, Hükümetin diğer organlarının ve özellikle de yürütmenin, atama sürecinin düzgünlüğünü olumsuz etkileyecek ve ilgili zamanda yürürlükte bulunan iç hukuk kurallarında öngörülmeyen bir ölçüde uygunsuz bir takdir yetkisi kullanmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırmak zorundadır.
Genel ilkelerin somut olaya uygulanması
Olaydan, Yüksek Mahkeme’nin daha önce de atıf yapılan, listeden çıkarılan iki aday tarafından açılan davalarda verdiği 19 Aralık 2017 tarihli iki kararıyla Bakanın atama sürecinde neden olduğu usulsüzlükler nedeniyle İdari Usul Kanunu ihlal ettiğine ve davacılara manevi tazminat ödenmesine hükmettiği görülmektedir. Yüksek Mahkeme ayrıca, başvurucunun ceza davası sonucunda kendisine yapılan temyiz başvurusunda verdiği ve 19 Aralık 2017 tarihli bu iki kararına da atıf yaptığı diğer kararında (24 Mayıs 2018 tarihli karar), Parlamentonun, teklif edilen adaylar için ayrı ayrı değil de liste üzerinden tek oylama yapması nedeniyle yeni Yargı Kanununun daha önce bahsi geçen geçici IV. hükmünü ihlal ettiğine karar vermiştir.
Bu durumda Mahkeme, Yüksek Mahkeme’nin, ülkenin en yüksek yargı merci sıfatıyla verdiği ve birisi başvurucunun davası sonucunda verilmiş olan üç farklı kararda, İstinaf Mahkemesine A.E. dâhil hâkimlerin atanması prosedüründe yukarıda bahsi geçen iç hukuk kurallarının ihlal edilmiş olduğuna hükmettiği gerçeğine özel bir önem atfetmek durumundadır. Yüksek Mahkeme’nin vardığı sonuçlardan şüphe etmek için gerekçesi olmayan Mahkeme aynı şekilde A.E.’nin atanmasının o dönemde yürürlükte olan ulusal kuralları ihlal eden bir sürece dayandığı sonucuna varmak zorundadır. Ayrıca her ne kadar bu davayla doğrudan bağlantılı olmasa da, bölge mahkemesinin 25 Ekim 2018 tarihli ve yukarıda da aktarılan iki kararıyla Komitenin orijinal listesinden adları Bakan tarafından çıkarılan E.J. ve J.H. adlı adaylar tarafından açılan davada davacılar lehine hükmettiği hatırlanmalıdır.
Bu aşamada Mahkemeye düşen görev, Mahkemenin içtihadı uyarınca, A.E.’nin İstinaf Mahkemesi yargıcı olarak atanmasına ilişkin olarak varlığına çoktan kani olunmuş bu ulusal hukuk ihlallerinin bütün olarak bakıldığında “alenen” ihlal olup olmadığına ve bu nedenle de A.E.’nin başvurucunun istinaf istemi hakkında karar veren heyette yer almasının, mevzubahis mahkemenin “yasayla kurulmuş” olmaması nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğine karar vermektir.
İşbu davada, Yüksek Mahkeme’nin yukarıda bahsedilen ihlallerin varlığına hükmetmekle birlikte, başvurucunun davasında verdiği 24 Mayıs 2018 tarihli kararında söz konusu ihlallerin Mahkemenin içtihadı ışığında alenen olup olmadığı konusunda açık bir pozisyon belirlemediğine dikkat edilmelidir. Yüksek Mahkeme yaptığı değerlendirmede Bakanın A.E.’yi atamaya yönelik eylemlerinin iç hukuka aykırı olduğuna karar verse de, yapılan atamanın “yok hükmünde” olmadığına ve dolayısıyla atanan bu yargıcın kararlarının “ölü karar” sayılmayacağına karar vermiştir. Yine aynı Yüksek Mahkeme, Parlamentoda her bir aday için ayrı ayrı oylama yapılmamasını yasaya aykırı bulmakla birlikte, söz konusu ihlalin sonuca etki bakımından “önemli” olmadığına hükmetmiştir.
Yüksek Mahkeme’nin akıl yürütmesi doğrultusunda Hükümet, A.E.’nin yasal olarak atandığını ve dolayısıyla yargı yetkisiyle donatıldığını, Yüksek Mahkeme’nin bulgularının da iç hukukun alenen ihlali teşkil etmediğini savunsa da Mahkeme beş ayrı gerekçe uyarınca aynı fikirde değildir.
İlk olarak, Yüksek Mahkeme hem Bakanın hem Parlamentonun İstinaf Mahkemesine yargıç atanması sürecine ilişkin yürürlükteki kuralları ihlal ettiğini çoktan kabul etmiştir. Dolayısıyla Yüksek Mahkeme’nin önündeki Sözleşmeye ilişkin soru, ulusal hukukun bu ihlallerinin (A.E.’nin İstinaf Mahkemesindeki yargılamada yargıç sıfatıyla yer alması nedeniyle) bütün olarak başvurucunun cezasının yasayla kurulmamış bir mahkeme tarafından verilmesine sebep olup olmadığı sorusuydu. Bir diğer deyişle, Yüksek Mahkeme tarafından incelenmesi gereken mesele A.E.’nin atanmasının İzlanda idare hukuku çerçevesinde “yok hükmünde” olup olmadığı ya da A.E.’nin vereceği kararların “ölü karar” teşkil edip etmediği değil; nesnel olarak bakıldığında A.E.’nin atanması sürecinin, Mahkemenin m. 6 § 1 içtihadı doğrultusunda o dönemde yürürlükte olan hukuk kurallarının Bakan ve Parlamento tarafından alenen ihlali teşkil edip etmediğiydi.
İkinci olarak, yukarıda da belirtildiği üzere kural olarak bir mahkemenin, yargı organlarının kuruluşuna ve yetkisine ilişkin kuralları ihlal etmesi Sözleşmenin 6 § 1. maddesinin ihlaline sebebiyet verir. Bu durumda ayrıca bir “yargılamanın adil olup olmadığı” incelemesi yapılmasına gerek yoktur. Konumu Sözleşme m. 6 § 1 bağlamında yasayla tesis edilmeyen bir hâkimin bir cezaya hükmediyor olması gerçeği, hukuk devleti ilkesinin gereklilikleri uyarınca m. 6 § 1 ihlaline hükmetmek için tek başına yeterlidir.
Üçüncü ve önemli olarak, süreç izlendiğine görülmektedir ki Bakanın ulusal hukukun ihlaliyle sonuçlanan ve A.E.’nin atanması sürecini şekillendiren tüm eylemleri, atama sürecinin ayrılmaz bir parçasını ve önemli bir bölümünü arz etmiştir. Kaldı ki söz konusu süreç içerisinde Bakan tarafından listeye eklenen dört adayın yeterliklerinin ayrı ve detaylı bir araştırmaya tabi tutulmadığı ve en nitelikli sayılan ilk on beş adayın nitelikleri ile karşılaştırmalı olarak ele alınmadığı Yüksek Mahkeme tarafından da kararlarında doğrulandığı üzere sabittir. Dolayısıyla Bakanın ulusal hukuk ihlalleri, İstinaf Mahkemesine atanacak adayların belirlenmesi sürecinin tam merkezinde yer almakla, genel olarak dört yargıcın atanması sürecinde mahiyeti itibarıyla temel bir bozukluk teşkil etmektedir.
Dördüncü olarak, Bakanın listeye dâhil ettiği dört adayın niteliklerini bağımsız bir değerlendirme sürecine dayalı olarak ortaya koymaması, Yüksek Mahkeme tarafından doğrulandığı üzere listeden çıkarılan adayların itibarının zedeleneceğine yönelik açık tehlikeyi tamamen görmezden gelmesi, tartışmalı dört adayı teklif etme kararını yeni bir bilgi ya da belgeye dayanmaksızın yeterince gerekçelendirmeden vermesi gibi olgular ihlallerin süreçte temel bir bozukluğa neden olduğunu ortaya koyduğu gibi, Bakanın o dönemde yürürlükte olan hukuk kurallarını apaçık şekilde görmezden geldiğini de göstermektedir.
Beşinci olarak Mahkeme, Yüksek Mahkeme’nin 19 Aralık 2017 tarihli kararlarında belirttiği üzere, ulusal hukukun, yargıçların atanmasında yürütmenin etkisini açıkça azaltmak amacıyla adayların bir Değerlendirme Komitesi tarafından değerlendirilmesini öngördüğü hususuna özellikle vurgu yapar. Ayrıca ana kuralın istisnası olarak Bakanın sürece dahil olması halinde Parlamentoya da yetki verilerek Bakanın tek başına inisiyatif kullanması önlenmek istenmiştir. Olayda ise Parlamento, Yüksek Mahkeme tarafından yorumlandığı şekliyle her aday için ayrı ayrı oylama yapmayarak partilerin politik görüşleri doğrultusunda usule aykırı bir oylama yapmış ve atanma prosedürüne ilişkin kuralları ihlal etmiştir.
Yüksek Mahkeme’nin söz konusu ihlali “önemli” bulmaması, Mahkeme açısından bir değer taşımamaktadır. Çünkü öncelikle önceki kararlarda böyle bir akıl yürütmeye rastlamak mümkün değildir. İkinci olarak da Yüksek Mahkeme’nin gerekçelendirmesi, yaptığı incelemenin, Parlamentonun ihlalinin Sözleşme m. 6 § 1 anlamında alenen olup olmadığını belirlemeye yönelik olduğunu gösterir nitelikte değildir. Aksine Yüksek Mahkeme gerekçesinde atamanın iç hukuk bağlamında “yok hükmünde” veya A.E.’nin kararlarının “ölü karar” olup olmadığına, ayrıca mevzubahis ihlalin başvurucunun bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkeme tarafından adil olmayan şekilde yargılanıp yargılanmasıyla sonuçlanmadığına odaklanmıştır.
Usule yönelik bu ihlali Sözleşme m. 6 § 1 merceğinden ele alan Mahkeme, Parlamentonun sürece dâhil olmasını öngören geçici hüküm IV’ün, yürütme kolu karşısında yargının bağımsızlığını temin etmeye yönelik önemli bir kamu yararına hizmet etmek üzere getirildiğini gözlemlemektedir. Dolayısıyla Yüksek Mahkeme’nin, Parlamento tarafından her aday için ayrı ayrı oylama yapılmaması nedeniyle bu hükmün ihlal edildiğine hükmedilen kararı da dikkate alınarak, bu yasal çerçevenin, adayların nitelikleri bazında atanmalarında partilerin politik görüşlerinin süreci uygunsuz şekilde etkilemesi riski en aza indirilerek, İstinaf Mahkemesi adaylarının yeterliklerinin nesnel şekilde Parlamento tarafından belirlenmesi amacıyla öngörüldüğü sonucuna varılmalıdır.
Dolayısıyla, Parlamentonun her adayın ayrı ayrı oylanması yönündeki kurala uymaması, atama sürecinde ciddi bir bozukluğa neden olmuştur. Bu olgu, Bakanın, adayları Parlamentoya teklif ederken ilgili ulusak hukuk kurallarını ihlal etmek suretiyle söz konusu teklifi gerçekleştirdiği gerçeğiyle daha da pekişmektedir.
Tüm bu unsurlar ışığında Mahkeme, A.E.’nin İstinaf Mahkemesi hâkimi olarak atanmasına giden sürecin, İzlanda Yüksek Mahkemesi tarafından verilen kararlarla doğrulanan usule yönelik ihlallerin mahiyeti de dikkate alındığında, o dönemde yürürlükte olan hukuk kurallarının alenen ihlali teşkil ettiği sonucuna varmak zorundadır. Gerçekten de Mahkeme, sürecin, yürütmenin kanunsuz şekilde takdir yetkisini kullandığı ve bu hususun, Parlamentonun yürütme ile yasama kolları arasında uygun bir denge kurmaya çalışan yasal çerçevenin hilafında hareket etmesiyle pekiştiği bir nitelik teşkil ettiğini tespit etmektedir. Ayrıca Bakan da Komitenin değerlendirmesinden ayrılarak önerdiği A.E. dâhil dört adayı teklif ederken, Yüksek Mahkeme tarafından da belirlendiği üzere, yürürlükteki kuralları açıkça görmezden gelmiştir. Sonuç itibarıyla süreç, demokratik bir toplumda yargının kamuda oluşturması gereken güvenin aleyhine işlemiş ve hukukun üstünlüğünün temel ilkelerinden olan, bir mahkemenin yasayla kurulmuş olması gereği kuralının özünü ihlal etmiştir. Mahkeme, işbu davanın olguları ışığında aksi yönde bir karara varmanın, Sözleşme m. 6 § 1 ile sağlanan bu temel korumanın anlamlı bir korumadan yoksun bırakılması anlamına geleceğini vurgular.
Sonuç olarak Mahkeme, işbu davada Sözleşmenin 6 § 1. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkeme Hakkı Yönünden Madde 6 § 1 İhlali İddiası
Mahkeme bu iddiayı kabul edilebilir bulmakla birlikte, yukarıda varılan sonuçlar doğrultusunda bu şikâyeti ayrıca incelemeyi gerekli görmemiştir.
* Hâkimler Lemmens ve Griţco, karara karşı müşterek muhalefet şerhi yazmışlardır.
[1] İzlanda’da iki aşamalı sistemden üç aşamalı sisteme geçilmesine ilişkin resmi bilgi için bkz: https://www.government.is/topics/law-and-order/the-judicial-system-in-iceland/
Hukuk içinde boğulmayı seçtiniz siz bilirsiniz ama bakın AB,ABD gibi devletler Dünya’nın altını üstüne getiriyor. Mesela bizde seçimlere müdahalede bulundular. Ne diyorsunuz?nk