İçeriğe geç

FORUM – Av. Benan Molu – Kavala Başvurusu: İHAM’ın 18. Madde İhlalinin ve “Derhal Tahliye” Kararının Anlamı

by 17/02/2020

Av. Benan Molu

İstanbul Barosu

Bu hafta, insan hakları savunucuları ve Türkiye’deki sivil toplum hareketi için çok önemli bir hafta. Yarın aralarında savcının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istediği Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı’nın da olduğu insan hakları savunucularının yargılandığı Gezi Parkı davası, 19 Şubat çarşamba günü ise Büyükada davası görülecek. Bu iki duruşmanın da karar duruşması olması bekleniyor.

Türkiye, uzun yıllardır ama özellikle darbe girişiminden sonra insan hakları savunucuları ve sivil toplum hareketi üzerindeki baskıları giderek arttırıyor. Tutuklamalar, yıllar süren davalar, ağır hapis cezası tehdidi – hapis cezaları ve sivil toplumu bu soruşturma ve kovuşturma riski altında, dava takipleri arasında çalışamaz hale getirmeye çalışmak, bu baskının en yaygın yolları.

Bu durum daha önce sayısız ulusal ve uluslararası rapora konu olmuştu ama ilk kez bir uluslararası mahkeme tarafından, Türkiye’de birçok sivil toplum kuruluşunun kurulmasına aracılık eden, insan haklarının korunması ve desteklenmesi için çalışan iş insanı Osman Kavala’nın başvurusunda adı açıkça konulmuş oldu: “Türkiye, insan hakları savunucularını tutuklayarak onları susturmaya ve cezalandırmaya çalışıyor.”

Bilindiği üzere Kavala, Gezi eylemlerini organize ettiği ve finansmanını sağladığı iddiasıyla cebir ve şiddet kullanarak Hükümet’i ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediği şüphesiyle 18 Ekim 2017 tarihinde gözaltına alınmış, 1 Kasım 2017 tarihinde tutuklanmıştı. Bu yazının yayımlandığı gün, iki yılı aşkın bir süredir, 837 gündür tutuklu olan Kavala’nın başvurusunda Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal bulunmazken, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM ya da Mahkeme) 10 Aralık 2019 tarihinde son yıllarda Türkiye’ye karşı verilen en güçlü kararlardan biriyle Kavala’nın özgürlük ve güvenlik hakkının, ifade özgürlüğünün ve siyasi amaçlı tutuklama yasağının ihlal edildiğine ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS ya da Sözleşme) 46. maddesi uyarınca derhal tahliye edilmesine karar verdi. [1]

Mahkeme, Gezi olaylarından dört yıl sonra tutuklanan Kavala’ya yöneltilen yabancı devlet temsilcileriyle görüşmelerini, kendisinin akademisyenler, gazeteciler, STK temsilcileri ile yaptığı telefon görüşmelerini ve Avrupa Birliği Türkiye Yurttaş Komisyonu delegasyonuna yaptığı ziyaretler ile ilgili soruları ve 657 sayfalık iddianameyi dikkate alarak, iddianamede başvurucunun Gezi eylemleri sebebiyle cezai sorumluluğuna gidilmesine sebep olguların ya da hareketlerin açıkça belirtilmediğini söyledi.

İHAM’a göre dava dosyasında, savcılık makamlarının Gezi eylemleri sırasında yaşanan olaylar ile ilgili başvurucudan iyi niyetle şüphelenilmesine dayanak oluşturacak objektif herhangi bir bilgiyi haiz olduklarını gösteren bir belge yok. Aksine Mahkeme, başvurucuya isnat edilen eylemlerin ya ilk bakışta birbirinden farklı ve birbiri ile ilgisiz görünen yasal faaliyetler ya da açıkça Sözleşmesel hakların kullanımına ilişkin olduğunu, çoğunun Avrupa Konseyi organları ya da uluslararası kurumlar ile işbirliği içinde yürütülen eylemler olduğunu ancak her halükarda şiddet içermeyen eylemler olduğunu kaydetti.

Bu nedenle Mahkeme, kendisine sunulan delillerin, başvurucunun ilk tutukluğu anında kendisine karşı makul şüpheyi tespit etmeyi destekler yeterlilikte olmadığına kanaat getirerek özgürlük ve güvenlik hakkının ihlaline karar verdi. Mahkeme ayrıca, dava dosyasında bulunan belgeler ışığında, davada şikayet konusu yapılan tedbirlerin makul şüphenin ötesinde gizli bir amaç taşıdığını, bu durumun 18. maddeye aykırı olduğunu, söz konusu gizli amacın Kavala’nın ve bütün insan hakları savunucularının sesini kısmak olduğunu tespit etti.

Mahkeme’nin yaptığı bu değerlendirmeler ve vardığı tespitler, sadece Kavala için değil, başta Gezi ve Büyükada davalarında yargılanan hak savunucuları olmak üzere insan hakları faaliyetleri nedeniyle yargılanan pek çok insan hakları savunucusunun davası için de emsal niteliğindedir.

Bu ihlal kararına rağmen beklenen oldu ve İHAM’ın tahliye kararına rağmen Kavala, “İHAM kararının kesinleşmediği” gerekçesiyle tahliye edilmedi. Peki İHAM’ın “derhal tahliye” kararının uygulanması için kararın kesinleşmesini beklemeye gerek var mı?

Dönemin HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın davasında tecrübe ettiğimiz, Kavala davasında bir kez daha gördüğümüz gibi, Türkiye’deki yerel mahkemeler ve Adalet Bakanlığı belli ki bunun şart olduğunu düşünüyor. Ancak derhal tahliye kararına rağmen kararın kesinleşmesini beklemek, derhal tahliye kararının mantığına ters.

İHAM kararlarının ne zaman ve nasıl kesinleşeceğine bakarsak, bunun neden mantıksız olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Mahkeme’de davanın görüldüğü ilgili Daire’nin verdiği karar, kesin bir karar değildir, başvurucular ve/veya Hükümet tarafından Büyük Daire’ye taşınabilir. Başvurucular ve Hükümet, davanın Büyük Daire’ye taşınmasını istemediklerini beyan ederlerse veya taraflar, karardan itibaren üç ay içerisinde davayı Büyük Daire’ye götürmezse karar kesinleşir.

Taraflar, Daire kararından itibaren üç ay içerisinde Büyük Daire’ye başvurur ve Büyük Daire bünyesinde oluşturulacak panel, bu istemi reddederse, karar yine kesinleşir.

Tarafların davayı Büyük Daire’ye taşıma talebi kabul edilir ise, artık Büyük Daire tarafından verilecek karar da kesindir.

Mahkeme’nin 2. Dairesi tarafından verilen 10 Aralık 2019 tarihli kararın başvurucular ve Hükümet tarafından Büyük Daire’ye taşınmaması ihtimalinde karar 10 Mart 2020 tarihinde kesinleşecektir. Mahkeme’nin Kavala kararı, Demirtaş kararında olduğu gibi ihlal iddialarının ve ihlal bulunan ya da bulunmayan maddelerin içtihadi gelişiminin netleştirilmesini ya da yeniden incelenmesini gerektirmeyecek ve tartışmalara açık kapı bırakmayacak şekilde bütün deliller teker teker değerlendirilerek yazılan oldukça güçlü bir karar. Bu nedenle başvurucunun söz konusu kararı Büyük Daire’ye götürmesini gerektirecek bir durum söz konusu değil. Hükümet’in, özellikle Sözleşme’nin 18. maddesinden verilen ağır ihlal kararı dikkate alındığında bu kararı Büyük Daire’ye taşımak isteyebileceği öngörülse de, davanın Büyük Daire’ye taşınıp taşınmamasına karar verecek panelin bu talebi, biraz önce açıkladığım nedenlerle ciddi bulup kabul etmesi beklenmemektedir. Bu ihtimalde, panelin bu talebi reddettiği gün karar kesinleşmiş olacaktır ki bu da en iyi ihtimalle Mart ayının sonuna kadar beklemek anlamına gelmektedir.

Hal böyleyken 10 Aralık 2019 tarihinde “derhal tahliye” edilmesine karar verilen bir kişinin en az dört ay daha cezaevinde tutulması, Mahkeme’nin tespit ettiği ihlallerin devamı anlamına geleceği gibi, kişiyi İHAM kararına rağmen tahliye etmedikleri için yeni bir ihlale de neden olacaktır.

İHAM tarafından tespit edilen bir ihlalin giderilmesi için uygulanacak temel prensip, Sözleşme’ye aykırılığın tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması ve ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması anlamına gelen eski hale getirme – restitutio in integrum prensibidir. Mahkeme daha önce Assanidze v. Gürcistan, Ilaşcu ve Diğerleri v. Moldova,  Fatullayev v. Azerbaycan, Şahin Alpay v. Türkiye ve Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2) davalarında ihlale derhal son verilmesi ihtiyacını dikkate alarak, taraf devletin mümkün olan en kısa süre içerisinde başvurucunun serbest bırakılmasını sağlamak zorunda olduğunu; tutukluluğun devam etmesi durumunda Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrası altında tespit edilen ihlalin devam edeceğini, bunun da Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca Hükümet’e yüklenen yükümlülüğünün ihlali anlamına geleceğini vurgulamış ve bu nedenle başvurucuların tutuk halinin mümkün olan en kısa zamanda sona erdirilmesinin Hükümet tarafından güvence altına alınmasını istemiştir. [2]

Bu nedenle, İHAM kararına rağmen son iki duruşmadır tahliye edilmeyen Kavala’nın kararın kesinleşmesi beklenmeden derhal tahliye edilmesi gerekmektedir.

Kavala’nın tahliye edilmemesine karşı hangi yollara başvurulabilir?

Burada ilk seçenek, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoludur. Anayasa Mahkemesi’nin Sıddıka Dülek ve Diğerleri (Başvuru No: 2013/2750, Karar tarihi: 17.02.2016) ve Yüksel Yiğitdoğan (Başvuru No: 2015/12755, Karar tarihi: 12.06.2018) başvurularında da vurguladığı üzere:

 Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı Kanun’la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM’in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme’de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır.

Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir.

Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel başvuru yoluyla incelemek Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa’nın amacı ile bağdaşmaz.

Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır.”

Anayasa Mahkemesi ya da İHAM tarafından verilen derhal tahliye kararına direnerek tutukluluk halinin devamına karar veren ya da tahliye talebini reddeden ağır ceza mahkemelerinin kararlarına itiraz edildikten ve bu itirazın reddedilmesinin ardından ilgili kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulabilir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi yakın geçmişte “yerindelik denetimi” yaptığı ve “kararın Resmi Gazete’de yayımlanmadığı” gerekçesiyle kendi kararına direnerek gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ı tahliye etmeyi reddeden dört ağır ceza mahkemesini eleştirmiştir. Anayasa Mahkemesi, özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine ve Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun 50. maddesi uyarınca tahliye edilmesine karar verdiği kararın ağır ceza mahkemeleri tarafından yerine getirilmemesi üzerine verdiği kararlarında, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kapsamında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin kararlarının yerine getirilmemesinin, mahkemeye erişim hakkı bağlamında, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırılığı daha vahim hale getirdiğini vurgulamıştır. [3] Anayasa Mahkemesi’ne göre, bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin olağan hukuk yollarını kullanarak sonuç alamadıkları bir durumda son çare olarak başvurdukları bir hak arama yoludur ve bu nitelikteki bir hak arama yolunda verilen kararların yerine getirilmemesi, bireylerin ve toplumun hukuk devletine olan inancını zedeleyecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin Şahin Alpay kararında yaptığı bu tespit, Anayasa Mahkemesi’nden sonra gidilen ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca iç hukukun bir parçası olan ve Türkiye’nin tarafı olduğu İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi uyarınca kararları bağlayıcı olan İnsan Hakları Mahkemesi için de evleviyetle geçerlidir.

Hatırlanacağı üzere, İHAM’ın siyasi sebeplerle tutukluluk halinin devam ettirildiğine ve bu duruma son verilmesi için derhal tahliye edilmesine karar verdiği Selahattin Demirtaş da “kararın çevirisi gelmedi” ve “karar kesinleşmedi” denilerek tahliye edilmemişti. “Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” denilerek başka dosyalardan önce hükümlü sonra tutuklu hale getirilen Demirtaş’ın İHAM kararına rağmen tahliye edilmemesiyle ilgili yaptığımız başvuru da halihazırda Anayasa Mahkemesi önünde karar aşamasındadır.

Kavala için de gerekli hukuk yolları tüketildikten sonra bu konuda Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılabilir.

Demirtaş ve Kavala kararlarında başvuruculara yönelik yargı tacizinin bir ayağı olarak başvurucuların siyasi ve haksız bir şekilde tutulmalarına son vermeyen Anayasa Mahkemesi de eleştirilmiştir. Bu noktada, “Resmi Gazete”, “çeviri” ya da “karar kesinleşmedi” gibi “bahanelerle” yargı kararlarını uygulamayarak hukukun üstünlüğü ilkesini yok sayan ve “kötü niyet”le hareket etmeye devam eden yargı sistemine karşı bu ihlali sona erdirmekte Anayasa Mahkemesi’ne de büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin bu sorumluluktan kaçınması halinde yine İHAM’a başvuru yapılabilecektir.

İkinci seçenek ise henüz elimizde tek bir örneğin olduğu, İHAS’ın 46. maddesinin 4. fıkrası uyarınca İHAM’a “şikâyet etme” prosedürüdür. [4] (Infringement procedure) İHAM kararların uygulanmasının denetlenmesi konusunda İHAS’a ek 14 Numaralı Protokol ile Sözleşme’nin 46. maddesine eklenen 4. ve 5. fıkraya göre, bir taraf devlet, İHAM tarafından verilen bir kararı yerine getirmemekte ısrar ederse, İHAM kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir karar ile dava yeniden İHAM’a taşınabilir. Bakanlar Komitesi’nin devreye girebilmesi için kararın yukarıda anlattığım yollarla kesinleşmiş olması gerekmektedir.

Bu hükmün getirilmesinin amacı, Mahkeme’nin daha önce karar verdiği bir konuda yeniden karar vermesi ya da taraf devlete tazminat yoluyla para cezası verilmesi değil, tam anlamıyla ve hızlı bir şekilde yerine getirilmesi hayati önemi haiz İHAM kararlarını yerine getirmemek için direnen bir devlete karşı, yeni ve tekrarlayan davaların önüne geçmek ve Sözleşme sisteminin güvenilirliğini ve etkililiğini sürdürmek için Bakanlar Komitesi’nin elini güçlendirmek ve İHAM kararlarını yerine getirmeyen devleti siyasi baskı altına alarak kararları uygulamasını güvence altına almayı sağlamaktır. [5]

Bu yola ilk kez Ilgar Mammadov’un davasında başvurulmuştu. İHAM, 4 Şubat 2013 tarihinde Azerbaycan’da başlayan eylemler sırasında tutuklanan ve 17 Mart 2014 tarihinde yedi yıl hapis cezası ile cezalandırılan Ilgar Mammadov’un davasında 22 Mayıs 2014 tarihinde verdiği karar ile Mammadov’un tutuklanması için 5. maddede belirtilen makul bir sebep olmadığını, seçimlere hazırlanan bir muhalefet lideri olarak 18. maddeye aykırı olarak, siyasi nedenlerle Mammadov’un susturulmak amacıyla tutuklandığını ortaya koymuştu. [6]

13 Ekim 2014 tarihinde kesinleşen kararın ardından 4 Aralık 2014 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından Mammadov’un derhal serbest bırakılması çağrısında bulunulmuş ancak bu çağrı Azerbaycan tarafından dikkate alınmamıştı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1294. toplantısında İHAM kararının kesinleşmesinden yaklaşık üç yıl sonra hala tahliye edilmeyen Mammadov’un derhal tahliye edilmesi için yeni bir karar aldı. Bu karar, aynı zamanda Avrupa Konseyi tarihinde bir ilkin gerçekleşmesi yönünde atılmış yeni bir adımı da içermekteydi: İHAS’ın 46. maddesinin 4. fıkrası uyarınca Azerbaycan’a ihtarda bulunulması.

Azerbaycan’ın tazminatı ödediklerini, kararın infazı için Mammadov’un tahliye edilmesine gerek olmadığını belirtmesinin ardından 5 Aralık 2017 tarihli oturumda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi tarihinde ilk kez, İHAM’ın Mammadov’un Hükümet’e yönelik eleştirileri nedeniyle onu susturma ve cezalandırma amacıyla tutuklandığı ve tahliye edilmesi yönündeki 5. maddeyle bağlantılı olarak 18. maddeden ihlal kararını yerine getirmeyen Azerbaycan’ı İHAS’ın 46. maddesinin 4. fıkrasına göre İHAM’a “şikayet etme” kararı aldı.

11 Aralık 2017 tarihinde yapılan resmi başvurunun ardından İHAM Büyük Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarihinde açıklanan karar ile, ilk kez, bir taraf devletin, kendi verdiği kararı yerine getirme­diği için Sözleşme’nin 46. maddesini ihlal ettiğine karar verdi. [7] Mahkeme, oybirliğiyle, Azerbaycan’ın Sözleşme’nin 46. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Mamma­dov hakkında verilen ihlal kararını yerine getirme yükümlülüğüne uygun hareket etmediğine karar vererek ihlal buldu.

Bu ihlal kararının ardından dava yeniden Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önündedir. Bu durumda, Avrupa Konseyi Statüsü’nün 8. maddesine göre Azerbaycan’ın oy kullanma hakkının askıya alınmasından Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasına kadar geniş yelpazede bir yaptırıma maruz kalma ihtimali bulunmaktadır.

Azerbaycan’dan sonra bu yola tekrar başvurulabileceğinin ilk sinyali Türkiye’ye karşı verildi. Avrupa Konseyi Parlamen­terler Meclisi, Türkiye’deki muhalif milletvekillerinin giderek kötüleşen durumunu dikkate alarak acil bir toplantı düzenleyip, bu toplantı sonunda demokrasinin işleyişini sağlamak amacıyla bir dizi karar aldı. İHAM’ın Selahattin Demirtaş’ın davasında Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine ve başvurucunun serbest bırakılması gerek­tiğine karar verdiğini hatırlatan Parlamenterler Meclisi, İHAM’ın Demirtaş kararının ve söz konusu tavsiye kararında alınan tavsiyelerin yerine getirilmemesi halinde Türkiye’ye karşı 46/4 prosedürünün başlatılması talebiyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuru yapabilecekleri konusunda uyarıda bulundu. [8]

Bu prosedürün başlatılması için üçte iki oy çokluğu gerektiği ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile ilişkileri düşünüldüğünde bu uyarının eyleme dönüp dönmeyeceğini ileride göreceğiz ama Demirtaş kararından sonra Kavala kararının da uygulanmamasıyla birlikte bu uyarıların sıklaşacağı da aşikar.

Sonuç yerine

Kavala’nın tahliye edilmemesi halinde başvurulabilecek her iki seçeneğin de uzun aylar ve hatta yıllar alacağı açık. Bu arada Kavala haksız bir şekilde özgürlüğünden alıkonulmaya devam edilecek. Dahası, savcının esas hakkında mütalaasını açıkladığı davanın yarın görülecek duruşmasında bir mahkumiyet kararı çıkması halinde, hüküm ile birlikte tutukluluk hali sona ereceği ve Kavala artık hükümlü hale geleceği için Mahkeme’nin tahliye kararı da ortadan kalkacak. Zaten bu kadar çok sanığın bu kadar ağır suçlamalarla yargılandığı bir davada bu kadar kısa sürede hüküm kurulmak istenmesinin en önemli nedeni de bu: İHAM kararını boşa düşürmek. “Kararın kesinleşmesi gerek” bahanesine başvurulmasının nedeni de, bu arada başvurucuyu hükümlü hale getirmek için zaman kazanmaktan başka bir şey değil. Görüldüğü üzere bütün bunlar, Mahkeme’nin 18. madde ihlalinin devamını ve “kötü niyeti” açıkça ortaya koyuyor.

18. maddeden verilen ihlal kararının, diğer ihlal kararlarından farkı da bu noktada ortaya çıkıyor. Mahkeme’nin Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının c bendi altında kişinin makul şüphe olmadan tutuklandığına karar verip ihlal bulması durumunda, yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, başvurucu serbest bırakılabilmektedir. Ancak Mahkeme’nin Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının c bendi ile birlikte Sözleşme’nin 18. maddesinden de ihlal bulması halinde bu ihlal kararının tahliyenin de ötesinde sonuçları olabilmektedir, olmalıdır.

Kavala davasında Mahkeme’nin Sözleşme’nin 5. maddesiyle bağlantılı olarak 18. maddesinin ihlal edildiğine karar verirken ileri sürdüğü gerekçelere ba­kılırsa, Mahkeme’nin başvurucunun tutuklanmasındaki tek amacın başvurucuyu ve o’nun nezdinde sivil toplum hareketini susturmak ve cezalandırmak olduğu görülecektir ki, Sözleşme’nin 18. maddesinden verilen bu ihlal kararı, başvurucuya ceza verilmesiyle sonuçlanacak her eylemi sakatlamaktadır. [9] Nitekim Mahkeme, bu tespiti son olarak Mammadov v. Azerbaycan (46/4) başvurusunda tekrarlayarak, böyle bir durumda ilgili devletin yapması gereken şeyin, “verilen ihlal kararının sonuçlarına ve ruhuna uygun olarak”, başvurucuya yönelik suçlamaları, cezaları ve bütün olumsuz sonuçları ortadan kaldırmak ve başvurucunun tutuk haline son vermek olması gerektiğinin altını çizmiştir.

Bu doğrultuda Kavala’nın yarın görülecek duruşmada hükümle birlikte tahliye edilmesi de 18. madde ihlalini ve “kötü niyeti” sonlandırmayacak çünkü Mahkeme’nin hepsini teker teker değerlendirip çürüttüğü ve yeni bir delil olmadığı sürece tutuklama için yeterli görmediği bu delillere dayanılarak, iddianame kopyala-yapıştır yapılarak verilen esas hakkında mütalaa doğrultusunda Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılması isteniyor. İHAM kararına göre yarın Kavala tahliye edilmeli. Ancak Kavala’nın sadece tahliye olması yetmez, beraat de etmesi gerekir. İnsan hakları faaliyetleri nedeniyle susturulmak ve cezalandırılmak istenen diğer tüm insan hakları savunucuları gibi.

[1] Kavala v. Türkiye, Başvuru no. 28749/18, Karar tarihi: 10.12.2019. Kararın özet çevirisi için: https://anayasagundemi.com/2019/12/13/ihamin-osman-kavala-v-turkiye-kararinin-cevirisi-insan-haklari-savunucusunun-makul-suphe-olmadan-insan-haklari-faaliyetlerini-durdurmak-amaciyla-tutuklanmasi-ve-aymnin-hizli-bir-surede-karar/

[2] Assanidze v. Gürcistan, Başvuru no. 71503/01, Karar tarihi: 08.04.2004; Ilaşcu ve Diğerleri v. Moldova, Başvuru no. 48787/99, Karar tarihi: 08.07.2004; Fatullayev v. Azerbaycan, Başvuru no. 40984/07, Karar tarihi: 22.04.2010; Demirtaş v. Türkiye (no. 2), Başvuru no. 14305/17, Karar tarihi: 20.11.2018,

[3] Şahin Alpay başvurusu (no. 2), Başvuru No: 2018/3007, Karar tarihi: 15.03.2018.

[4] Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Benan Molu, Siyasi Amaçlı Tutuklama Yasağı Çerçevesinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 18. Maddesinin Kapsamı, Uygulanması ve 18. Madde İhlali Karar­larının Sonuçları, Oniki Levha Yayınları, s. 129-155.

[5] https://rm.coe.int/16800d380f, para. 98-99.

[6] Ilgar Mammadov v. Azerbaycan, Başvuru no. 15172/13, Karar tarihi: 22.05.2014.

[7] Mammadov v. Azerbaycan, (46/4), Başvuru no. 15172/13, Karar tarihi: 29.05.2019, para. 214-217.

[8] Bkz. Avrupa Konseyi Parla­menterler Meclisi, Resolution 2260 (2019) Provisional version, “The worsening situa­tion of opposition politicians in Turkey: what can be done to protect their fundamental rights in a Council of Europe member State?”, 24.01.2019, http://assembly.coe.int/nw/xml/XRef/Xref-XML2HTML-EN.asp?fileid=25425&lang=en.

[9] Mammadov v. Azerbaycan, (46/4), para. 189.

Anayasa Gündemi – FORUM sayfasında yayınlanan yazılar herhangi bir denetimden veya hakem kontrolünden geçmemektedir. Yazıların içeriğinden yalnızca yazar(lar) sorumludur. Yazılar ancak kaynak gösterilerek ve link verilerek kullanılabilir.

From → forum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: