İHAM’ın Marshall ve diğerleri v. Malta kararının çevirisi: “Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında yeterli telafiyi ve tazminatı sağlamaması, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru yolu hakkının ihlalidir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 11 Şubat 2020 tarihinde Malta’ya karşı verdiği kararda Malta Anayasa Mahkemesi’nin başvurucunun davasında ihlal kararı vermiş olmasına rağmen kiracıları tahliye etmediği, düşük miktarda tazminata hükmettiği, davayı kazanan başvuruculara yargılama giderlerini yüklediğini ve 21 yıl süren yargılamalarla ilgili tazminata hükmetmediği gerekçesiyle mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlaline ve bu maddelerle bağlantılı olarak etkili başvuru yolunun ihlaline karar verdi.
Kararın tamamına buradan, İdil Özcan tarafından yapılan kapsamlı çevirisine aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Marshall ve Diğerleri v. Malta, Başvuru no. 79177/16, Karar tarihi: 11.02.2020
OLGULAR
Davanın arka planı
Başvurucular Valetta’daki birtakım ticari mülklerin malikidir. 30 Temmuz 1958’da başvurucuların murisi bu mülkleri, 1 Temmuz 1959’dan başlamak üzere 10 yıllığına, yıllık 800 sterlin kiraya Scicluna’s Bankası’na kiralamıştır. Mart 1968’de bu mülklere komşu başkaca mülkler de kira sözleşmesine eklenmiştir. Bu tarihten itibaren sözleşme her yıl yenilenmiştir.
Belirtilmeyen bir tarihte, Scicluna’s Bankası Malta Ulusal Bankası ile birleşmiştir ve kira sözleşmesi yenilenmiştir. 1958 ve 1968’de yapılan kira sözleşmelerinde dayatılan koşullar, mülkün Scicluna’s Bankası’nın merkezi olarak kullanılacağı ve başka amaçlar için alt kiraya verilemeyeceği veya kullanılamayacağını öngörmüştür.
Daha sonra Valletta Bankası (‘Banka’) kurulmuş ve mülkün kira sözleşmesi Banka adına devredilmiştir. Banka tamamen Hükümet’e aittir.
Başvurucular, sözleşmenin ihlalini teşkil ettiğini düşünerek bu devire itiraz etmişlerdir. Mülkün iadesi için birtakım talepleri ve uygun koşullarla yeni bir kira sözleşmesi üzerinde anlaşamaya yönelik başarısız denemeleri takiben, başvurucular hukuk mahkemeleri önünde olağan yargılamaları başlatmışlardır. Başvuruculara göre, bu bir ticari kira sözleşmesi olduğundan ve dolayısıyla herhangi bir anda sonlandırılabilecek olan sürekli bir işletme olduğundan Malta Kanunları’nın 69. Bölümü altındaki özel kira kanunları bu duruma uygulanabilir değildir.
Dava İstinaf Mahkemesi’nin 25 Haziran 2010 tarihli nihai kararıyla 21 yıl sonra karara bağlanmış; mahkeme Banka’nın lehine olan kira sözleşmesinin (2028’e kadar) Malta Kanunları’nın 69. Bölümü ile korunduğunu ve dolayısıyla olağan mahkemelerin başvurucuların şikayetlerini ele almak için yetkili yer olmadığına karar vermiştir.
Hükümet özel üçüncü kişilere satarak hisselerini satarak Banka’daki payını zaman içinde azaltmıştır.
Anayasal telafi yargılaması
11 Kasım 2010’da başvurucular, Sözleşme’nin 1. Protokolünün 1. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesine (makul sürede yargılanma) dayanarak anayasal telafi yargılamasını başlatmıştır.
9 Şubat 2016 tarihli kararıyla, Hukuk Mahkemesi anayasal yetkisiyle başvurucuların taleplerinin bir kısmını uygun bulmuştur. Sözleşme’nin 1. Protokolünün 1. maddesinin ihlal edildiğine ve Sözleşme’nin 6. maddesi altındaki makul süre koşulunun ihlal edildiğine ve başvuruculara tazminat olarak 1.000.000 euro verilmesine karar vermiştir. Masraflar davalılar tarafından karşılanacaktır.
Mahkeme, i) davalının başvurucuların mülkün maliki olduklarına dair herhangi bir delil sunmadıklarına dair itirazını, ii) davalının süre bakımından itirazını ve iii) davalının olağan başvuru yollarının tüketilmediği itirazını reddetmiştir. Mahkeme daha önceki davaların başvurucuların menfaatini tanıdığını; şikayet konusu durumun sürekli olduğunu ve Kira Düzenleme Kurulu’nun (‘KDK’) etkili bir başvuru yolu olmadığından hareketle başvurucuların onlar için erişilebilir olan olağan başvuru yolarına sahip olmadığını kaydetmiştir.
Esas bakımından mahkeme, başvurucuların mülklerinden mahrum bırakıldıklarına, ancak yasama müdahalesinin hukuka uygun olduğuna (kira sözleşmesi kanuna göre geçerlidir ve Banka koruma altında kalmaya devam etmiştir) ve dönemin ekonomik iklimi göz önüne alındığında kamu yararını gözettiğine karar vermiştir. Buna rağmen, yeterli tazminat olmaması karşısında başvurucuların mülkiyet hakları ihlal edilmiştir. Mahkeme, mahkeme tarafından atanan uzmana göre mülkün tahmini kiralama bedelinin 2014’te [yıllık] 159.360 euro olduğunu kaydetmiştir. Dolayısıyla başvuruculara verilen kira gülünç derecede düşüktür ve bunun sonucunda başvurucular aşırı bir yüke maruz kalmışlardır.
Mahkeme, hukuk yargılamasının yirmi bir yıl sürmesi nedeniyle Madde 6 altındaki makul süre koşulunun ihlal edildiğine karar vermiştir. Yapılan itirazlar üzerine, Anayasa Mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını farklı bir gerekçeyle kısmen onamış, ancak tazminat miktarını 25.000 euroya düşürmüştür.
Anayasa Mahkemesi, başvurucuların aldığı kira ile piyasadaki kira değeri arasındaki çarpıcı fark nedeniyle tedbirin orantısız olduğunu tasdik etmiştir. Madde 6 bakımından, Anayasa Mahkemesi, davanın olağan karmaşıklığı dikkate alındığında toplamda yirmi bir yıl süren yargılamalarda Devlet’in sorumluluğunun ortadan kalkmayacağına karar vermiştir. Ancak başvurucuların da gecikmeden kısmen sorumlu olmaları nedeniyle Anayasa Mahkemesi ihlal tespitinin mevcut davada adil tazmin için yeterli olduğu kanaatindedir.
Telafi bakımından, Anayasa Mahkemesi kiracının tahliyesine karar vermek için uygun merci olmadığı değerlendirmesini yapmıştır. Ancak ilgili kanunların başvurucuların insan haklarını ihlal ettiği göz önüne alındığında, Anayasa Mahkemesi bu kanunların mülkte oturmak için artık temel alınamayacağına da hükmetmiştir. Tazminat bakımından ise başvurucuların anayasal telafi yargılamasına başvurmak için yirmi üç yıl bekledikleri ve başvurucuların aldığı kiranın piyasa değeri karşısındaki orantısızlığı dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesi 25.000 euro tazminata hükmetmiştir. Yargılama giderleri de 3/5 başvurucular, 2/5 Hükümet tarafından ödenecektir.
1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası (§§ 28-40)
Başvurucular lehlerine verilmiş Anayasa Mahkemesi kararının yaşadıkları ihlale karşılık kendilerine uygun tazminat vermediğinden, dolayısıyla 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlalinin mağdurları olmaya devam ettiklerinden şikayetçi olmuşlardır.
Kabul edilebilirlik
Hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin ihlali tespit eden ve 25.000 euro tazminata hükmeden kararından sonra başvurucuların mağdur statülerini kaydettiklerini belirtmiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi bankanın mülk üzerinde hak iddia etmek için ilgili kanuna dayanamaması etkisini doğuracak bir karar vermiştir, dolayısıyla teoride Banka’yı tahliye etmiştir. Başvurucular ise halen mağdur olduklarını belirtmiştir. Mahkeme, ulusal mahkemelerin ihlali kabul ettiklerini kaydetmiştir. Uygun ve yeterli tazminat verilip verilmediği konusunda ise, Mahkeme, piyasa değerinin uygulanabilir olmadığı düşünülse dahi ve kira değerlemeleri olaydaki meşru amaç nedeniyle indirilebilecek olsa dahi, Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilen piyasa değeri (en azından 2014’te) yıllık 159.350 euro olan bir mülk için 25.000 euroluk tazminat -ki bunun 4620,43 eurosu ödenmesi gereken masraflardır- başvuruculara orantısız miktarda kira ödendiği on yıllar boyunca devam eden bir ihlal için yeterli olarak değerlendirilemeyecektir.
Bu karar, Anayasa Mahkemesi tarafından sunulan tazminin başvuruculara yeterli telafi sağlamadığı, başvurucuların dolayısıyla mağdur statülerini koruduklarına karar vermek için tek başına yeterlidir. Hükümet’in itirazı reddedilmiştir. Mahkeme başvuruyu kabul edilebilir bulmuştur.
Ulusal mahkemelerin 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ile ilgili olarak verdikleri kararlar dikkate alındığında, Mahkeme başvurunun esasının detaylı bir biçimde tekrar incelenmesinin gerekli olmadığı görüşündedir. Ulusal mahkemeler tarafından da ortaya konulduğu üzere, başvuruculara orantısız bir yük yüklenmiştir. Buna ek olarak Mahkeme, her ne kadar tedbirin geneli genel menfaate uygun olsa da, altında yatan ticari nitelikte bir özel menfaat de olabileceği gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini gözlemlemiştir.
1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.
Sözleşme’nin 6. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası (§§ 41-53)
Başvurucular Sözleşme’nin 6. maddesi altındaki makul süre koşulunun ihlal edildiğinden şikayetçi olmuşlardır. Mahkeme, mevcut şikayetin kapsamının yalnızca iki yargı kolunda yirmi bir yıl süren hukuk yargılamaları olduğunu değerlendirmektedir.
Yargılamadaki gecikmeden büyük ölçüde başvurucuların sorumlu olduğu veya olağanüstü derecede uzun süren yargılamaların yalnızca küçük bir kısmının Devlet’e atfedilebilir olduğu gösterilmemiştir. Bunun ışığında Mahkeme, başvurucular bakımından hiçbir tazminata hükmetmemek için Anayasa Mahkemesi’nin yeterli sebepler sunduğu görüşünde değildir. Mahkeme, ulusal mahkemeler tarafından da ortaya konulduğu üzere, makul süre koşulunun ve dolayısıyla Madde 6 § 1’in ihlal edildiğine karar vermiştir.
Sözleşme’nin 13. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası (§§ 54-90)
Başvurucular ayrıca lehlerine verilen Anayasa Mahkemesi kararının maruz kaldıkları ihlaller için uygun tazmini sağlamadığından şikayetçi olmuştur (§ 54).
Kabul edilebilirlik
Hükümet, başvurucuların Anayasa Mahkemesi kararı hakkında şikayetçi olmak için Madde 13 altında yeni bir anayasal telafi yargılaması başlatabileceğini belirtmiştir. Başvurucular böyle bir eylemin uygun olmayacağı ve bu aşamadaki olağan eylemin şikayeti Mahkeme önüne getirmek olduğunu belirtmiştir. Hükümet’in itirazı reddedilmiştir.
Mahkeme halihazırda Sözleşme’nin 1 No’lu Protokolünün 1. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar verdiğini, bundan hareketle başvurucuların Madde 13 açısından ileri sürülebilir iddiaları olduğunu kaydetmiştir. Şikayetler kabul edilebilir bulunmuştur (§§ 55-60).
Esas bakımından
Başvurucular, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlaline ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi’nin olağan uygulaması doğrultusunda i) kiracıları tahliye etmediği, ii) düşük miktarda tazminata hükmettiği, iii) davayı kazanan başvuruculara yargılama giderlerini yüklediğini ileri sürmüşlerdir. Madde 6 ile bağlantılı olarak hiçbir tazminata hükmedilmemiştir. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi’nin herhangi bir sebep göstermeden sistematik olarak ilk derece mahkemelerinden daha düşük tazminatlara hükmettiğini ve ilk derece mahkemelerin verdiği tahliye kararlarını bozduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca Madde 6 bakımından gecikme için verilen tazminat miktarlarının tutarsız olduğundan ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi davalarda yalnızca ihlal bularak tazminata hükmetmediğini ifade etmişlerdir (§§ 61-64).
Hükümet ise anayasal yargılamaların yeterli telafi sağlamaya elverişli olduğunu göstermek için, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi bakımından tazminata hükmedildiği ve kiracıların tahliyesinin kolaylaştırıldığı ve Madde 6 bakımından makul süre koşulunun ihlalinin tespit edildiği ve tazminata hükmedildiği örnek kararlar sunmuştur (§§ 65-69).
Mahkeme’nin değerlendirmesi
1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi ile bağlantılı olarak Madde 13
- Mahkeme Apap Bologna’da (§§ 76-79) ortaya konan genel ilkeleri tekrar etmektedir. Özellikle de Madde 13’ün amaçları bakımından, şikayetini dile getirmesi için bir başvurucu için mevcut olan araçların, iddia edilen ihlali veya ihlalin devam etmesini engellemek veya halihazırda gerçekleşmiş olan herhangi bir ihlal için yeterli telafi sağlamak anlamında “etkili” olup olmadığına karar vermek Mahkeme’ye kalmıştır. Bazı durumlarda bir ihlal yalnızca tazminat ödenmesiyle giderilemez ve telafi sağlayan bağlayıcı bir karar verilememesi de çeşitli meselelere sebep olabilir (ibid, § 77).
(i) “İddia edilen ihlali veya bu ihlalin devamının önlenmesi”
- Mahkeme, yukarıda atıf yapılan Apap Bologna’da ve Portanier v. Malta’da (no. 55747/16, 27 Ağustos 2019) olduğu gibi, mevcut davada da anayasa yargısının ve özellikle Anayasa Mahkemesi’nin kiracının tahliyesine karar vermediğini kaydetmektedir. Kanuna göre, anayasal yetkiye sahip mahkemelerin bir kararı bozabileceğine ve bir kiracıyı tahliye edebileceğine hiç şüphe yoktur (bazen ilk derece anayasa yargısı tarafından karar verildiği üzere, bakınız paragraf 67), ki bu tedbir ihlalin devam etmesini engellemiş olacaktır. Ancak Hükümet’in dayandığı içtihattan, korumalı kira rejiminin (Malta Kanunları’nın 69. Bölümünden doğan gibi) bir sonucu olarak maliklerin ihlale sebep olan aşırı bir yüke maruz kaldığı mevcut davadaki gibi durumlarda, anayasal yargı yetkisi olan mahkemelerin ve özellikle temyiz üzerine Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir harekete geçmediği açıktır. Bilhassa, Anayasa Mahkemesi ilk derece mahkemesi tarafından böyle bir karar verildiğinde bu kararı bozmaktadır. Gerçekten de, kendilerinden bu istenmiş olmasına rağmen ve ulusal düzeyde bu tip birçok ihlal bulunmuş olmasına rağmen, Hükümet tahliyeye hükmeden bir nihai karar örneği sunmamıştır. Benzer durumlarda, Apap Bologna’da (el koyma kararlarından kaynaklanan ihlallere ilişkin) Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin pratikte bunu yapmaya gücü olsa dahi ihlali sona erdirecek gerekli harekete defalarca geçmediğini bulmuştur (ibid, § 86).
- Apap Bologna’da, § 88, Mahkeme ulusal hukuku yorumlamanın kendi görevi olmadığını kaydederek, ayrıca anayasal yargının gelecekte verilecek daha yüksek bir kiraya hükmetmesinin imkansız olduğu şeklindeki yorumları karşısındaki hayal kırıklığını ifade etmiştir. Mahkeme’ye göre böyle bir karar bir bireysel başvurucu bakımından kiracıyı etkilemeden ihlali giderecek bir tedbir teşkil edecektir. Aynı görüş, bu yolun anayasal yargıda popüler olmadığını kaydeden ve Mahkeme’nin anayasal yargının gelecekte verilecek daha yüksek bir kiraya (yıllar boyunca cömert bir düzenden faydalanmış olan kiracılarla bir ayarlama yapılması ihtimaliyle birlikte, Hükümet tarafından ödenecek olan) hükmetmesi durumunda tahliyenin her zaman gerekli olmayacağını tekrar dile getirdiği, daha yakın tarihli Portanier kararında, § 48, da dile getirilmiştir. Gerçekten de tedbir bir meşru amaç güttüğünde (ihtiyaç sahibi olan kiracılara sosyal koruma sağlanması gibi), gelecekte verilecek olan kiranın mevcut koşullara göre uyarlanması var olan orantısızlığı gidermek için yeterli olabilir ve dolayısıyla ihlali sona erdirebilir. Mahkeme, mevcut davada daha az önemli olan meşru amaca rağmen, bu amaç ışığında verilecek olan yeterli miktardaki gelecekteki kiranın ihlali sona erdirebileceğini kaydetmektedir. Dahası, gelecekteki kiranın yalnızca kira sözleşmesinin artık Malta Kanunları’nın 69. Bölümü tarafından korunmayacağı 2028 tarihine kadar belirlenmesi gerekmektedir. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi bu yaklaşımı benimsememiştir.
- Mevcut davada Mahkeme, yukarıdaki eylemlerden hiçbiri benimsenmediği halde Anayasa Mahkemesi’nin alternatif bir eylem benimsediğini kaydetmektedir. Anayasa Mahkemesi, artık kiracıların mülk ile ilgili haklarını sürdürmek için ilgili kanun hükümlerine dayanamayacaklarına hükmetmiştir. Hükümet tarafından Mahkeme’nin dikkatine sunulan ulusal içtihada göre, aynı eylem en azından 2016’dan beri teamül haline gelmiştir. Portanier’de Mahkeme, bu yaklaşıma karşı hala şüpheleri olduğunu belirtmiş ve görevi bir ihlali sonlandırmak ve onanmış olan ihlali gidermek olan Anayasa Mahkemesi’nin Malta Anayasası ile kendisine verilmiş olan sorumluluktan el çekmesi ve böyle bir giderim sağlamak için gücü ve yetkisi olmasına rağmen başvurucuları başka bir başvuru yoluna yönlendirmesi gerçeği karşısındaki çekincelerini yeniden dile getirmiştir (§ 51). Bu davada, birtakım hususları ortaya koymuş olmasına rağmen, tarafların sınırlı sunumları ve başvurucunun kiracıları tahliye etmeyi başarmış olduğu göz önüne alındığında, Mahkeme genel olarak bu yaklaşımın etkililiği üzerine bir karar vermekten kaçınmıştır (§§ 52-54). Tarafların sınırlı sunumları bakımından ve diğer hususların yanı sıra, Mahkeme’nin genel olarak bu mesele hakkında karar vermekten kaçınmasıyla aynı sebepler var olduğu için mevcut davada benzer hususlar geçerlidir. Mahkeme buna rağmen mevut davada böyle bir tedbirin etkililiği üzerine karar verecektir.
- İlk olarak Mahkeme tahliye davası açılıp açılmadığı ve eğer açılmışsa karara bağlanıp bağlanmadığı konusunda bilgilendirilmiş olmadığını kaydetmektedir. Mahkeme, (Anayasa Mahkemesi kararı sonucunda) mülk bakımından bir hakları olmadığından (ilgili kanunun korumasının yokluğunda) kiracıların mülkü rızaları ile boşalttıkları konusunda da bilgilendirilmemiştir. Buradan iki tarafın hareketsizliğinin, mevcut durumun üç yıldan önce verilmiş olan Anayasa Mahkemesi kararının tarihindeki gibi kalmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Bununla bağlantılı olarak Mahkeme, yargısal süreç sonunda Devlet’e karşı bir karar elde etmiş bir bireyin tazminat alabilmek için daha sonra icra takibi başlatmasını zorunlu tutmanın uygunsuz olduğuna dair kendi içtihadına atıf yapmaktadır (Musci v. İtalya [BD], no. 64699/01, § 90 ECHR 2006-V (alıntılar)). Bu gerekçe mevcut davadaki durumla da ilgili gözükmektedir ve Mahkeme’nin Portanier’de ifade ettiği, başkaca tahliye yargılamalarına ilişkin endişeleri yansıtmaktadır.
- Ancak meseleyi açıkta bırakarak Mahkeme; müdahalelerin sosyal konut sağlama meşru amacı ile haklı kılındığı, Malta’ya karşı benzer başka davalardaki durumun aksine, mevcut davada müdahalenin bir ticari işletme, bir banka, lehine uygulandığını kaydetmektedir. Dahası, kanun Anayasa Mahkemesi yargılamaları sırasında yürürlükte olduğundan, banka her halükarda kanunun korumasını kaybedecek ve dolayısıyla kira sözleşmesi 2028’de sona erdiğinde mülkü boşaltmak zoruna kalacaktır. Bundan, mevcut davanın koşullarında telafiyi geciktirmek ve tespit edilen ihlali devam ettirmek için herhangi bir gerekçe olmadığı sonucu çıkmaktadır. Dolayısıyla 2028’e kadar olan gelecekteki kirayı kapsayacak herhangi bir tazminatın yokluğunda Mahkeme, mevcut davadaki durumda başvuruculara yeterli ve hızlı bir telafi sağlayabilecek tek başvuru yolunun, Anayasa Mahkemesi’nin -normal uygulaması olarak benimsemediği bir eylem biçimi olan (yukarıda bakınız paragraf 71)- tahliyeye hükmetmesi olduğu görüşündedir.
- Yukarıdakilerden, mevcut davada Anayasa Mahkemesi tarafından sağlanan telafideki yetersizlik nedeniyle ihlalin hala sürdüğü ve dolayısıyla söz konusu başvuru yolunun bunun devamını önlemediği sonucu çıkmaktadır.
(ii) “Halihazırda meydana gelmiş olan herhangi bir ihlal için yeterli telafi sağlamak”
- Mahkeme, Anayasa Mahkemesi tarafından tazminat olarak hükmedilen miktarların yeterli telafi teşkil etmediğine tekrar tekrar karar verdiğini kaydetmektedir. Mahkeme ayrıca önerilen parasal tazminin mevcut davada yeterli olmadığına karar verdiği [yukarıdaki] değerlendirmelerine de atıf yapmaktadır.
- Mahkeme, Sözleşme’nin 41. maddesi altında verilen bir maddi tazminatta olduğu gibi, ulusal bir mahkeme tarafından verilen maddi tazminatın da mümkün olduğunca başvurucuyu ihlal gerçekleşmemiş olsaydı bulunacağı konuma getirmeyi amaçlaması gerektiğini tekrar etmektedir. Mahkeme önüne getirilen bilgi ve davalardan bu durumun çoğu zaman böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Böyle maddi tazminatlara çoğu zaman yeterli manevi tazminat ve/veya ilgili masrafların ödenmesine hükmedilmesi eşlik etmemektedir (ibid., § 90 ve Grech ve Diğerleri, § 62). Mevcut davada bu sonuçları ortadan kaldıran bir ulusal içtihat Mahkeme’nin dikkatine sunulmamıştır.
(iii) Sonuç
- Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında Mahkeme, anayasal telafi yargılamaları teoride etkili bir başvuru yolu olmasına rağmen, uygulamada mevcut davadaki gibi davalarda öyle olmadıkları sonucuna varmaktadır. Sonuç olarak her ne kadar hukuka uygun ve meşru amaçlar güdüyor olsa da, başvuruculara aşırı bir bireysel yük yükleyen yürürlükteki kira kanunlarına ilişkin dile getirilebilecek şikayetler açısından 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ile bağlantılı olarak Madde 13’ün amaçları bakımından etkili bir başvuru yolu olarak değerlendirilemeyeceklerdir.
- Hükümet başka bir başvuru yoluna atıf yapmamıştır.
- Dolayısıyla, Mahkeme Sözleşme’nin 1 No’lu Protokolünün 1. maddesi ile bağlantılı olarak Madde 13’ün ihlal edildiğine karar vermektedir.
(b) Madde 6 § 1 (yargılamanın uzunluğu) ile bağlantılı olarak Madde 13
- Uzun yargılama davalarında Mahkeme, yargılamaların aşırı uzun olmasını engellemek için yargılamaları hızlandırmak üzere tasarlanmış olan bir başvuru yolunun en etkili çözüm olduğunu tekrar dile getirmektedir (bakınız Scordino v. Italy (no. 1) [BD], no. 36813/97, § 183, ECHR 2006-V). Ancak Devletler, bu başvuru yolu etkisiz olarak kabul edilmeden, yalnızca bir tazminat yolu sunmayı da seçebilirler. Mahkeme aşırı uzun yargı süreçlerine ilişkin bir tazminat yolunun etkililiğini doğrulamak için temel kriterler belirlemiştir. Bu kriterler şu şekildedir:
-tazminat davası makul bir süre içinde görülmelidir;
-tazminat vaktinde ve genel olarak tazminata hükmeden kararın icra edilebilir hale geldiği tarihten itibaren altı ay içinde ödenmelidir;
-bir tazminat davasını düzenleyen usuli kurallar Sözleşme’nin 6. maddesi ile güvence altına alınan adillik ilkesine uygun olmalıdır;
-yargılama giderleri hakkındaki kurallar davaları haklı bulunduğunda davacılara aşırı bir yük yüklememelidir;
-tazminat miktarları Mahkeme’nin benzer davalarda verdiği tazminatlara kıyasla mantıksız olmamalıdır (bakınız Valada Matos das Neves v. Portekiz, no. 73798/13, § 73, 29 Ekim 2015, and Brudan v. Romanya, no. 75717/14, § 69, 10 Nisan 2018).
- Bu son kriter konusunda Mahkeme, maddi tazminat bakımından tazminatın doğup doğmadığını ve miktarını belirlemek için ulusal mahkemelerin daha iyi bir konumda olduğuna işaret etmiştir. Manevi tazminat bakımından ise durum farklıdır. Yargılamaların aşırı uzun sürmesi nedeniyle doğan manevi tazminat lehine, her ne kadar aksi kanıtlanabilecek olsa da güçlü bir karine vardır. Buna karşın, böyle bir zararın doğmadığı veya zararın çok az olduğunun görüldüğü durumlar olabilir –örneğin başvurucunun davranışının tamamen veya kısmen ertelemeye neden olduğu veya gecikmeye makamlardan bağımsız koşulların neden olduğu durumlar (bakınız Rutkowski ve Diğerleri v. Polonya, no. 72287/10 ve diğer 2 başvuru, § 182, 7 Temmuz 2015, burada atıf yapılan içtihat).
- Mevcut davada Mahkeme başvuru yolunun, yani anayasal telafi yargılamasının, etkililiğini yukarıda bahsi geçen kriteriler ışığında değerlendirecektir (§ 82).
- Mahkeme, tarafların bunu ileri sürmediğinden anayasal telafi yargılamasının prensipte Madde 6’nın sağladığı usuli adalet güvencelerine tâbi olduğundan ve tazminatların genel olarak vaktinde ödendiğinden şüphe etmek için bir sebebi olmadığını kaydetmektedir.
- Taraflar yargılama giderleri meselesini de detaylı biçimde vurgulamış veya savunmuş değildir. Yine de Mahkeme (1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine ilişkin davaların bağlamında) tazminatların azaltıldığına ve hatta yargılama giderlerinin ödenmesi kararıyla soğurulduğuna tekrar tekrar karar verdiğini göz ardı edemez (bakınız, yakın tarihli örnekler olarak, Zammit ve Vassallo v. Malta, no. 43675/16, § 42, 28 Mayıs 2019, ve yukarıda atıf yapılan, Portanier, § 55). Aynı durum, yargılamanın uzunluğu bakımından başvurucuların 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ve Madde 6 altındaki taleplerinin kabul edildiği yargılamalarda Anayasa Mahkemesi’nin yine de başvurucuların yargılama giderlerinin 3/5’ini ödemesine hükmettiği mevcut davada da gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu giderlerin böyle bir başvuru yoluna erişimi engellediği ileri sürülmemişse de, bu giderlerin en azından verilen tazminat üzerinde bir etkisi olmaktadır.
- Mahkeme, başvurucuya bu gibi yargılamalarda verilebilecek tazminat miktarı bakımından bir sınır olmadığını gözlemlemektedir. Hükmedilecek olan tazminat, yalnızca ulusal mahkeme hakimlerinin münferit davanın koşullarında neyin uygun maddi tazminat teşkil edebileceğine dair takdirlerini kullanmalarına dayanmaktadır. Hükmedilen tazminat miktarının düşük olması veya hiçbir miktara hükmedilmemiş olması başvuru yolunu tek başına etkisiz kılmamaktadır, ancak Mahkeme’nin başvurucunun yargılamanın uzunluğu şikayetine ilişkin mağdur statüsünün değerlendirmesinde bir etkisi olmaktadır (bakınız, mutatis mutandis, sırasıyla Zarb v. Malta, no. 16631/04, § 51, 4 Temmuz 2006, ve Sliwinski v. Poland, no. 40063/06, § 36, 5 Ocak 2010). Mevcut davada Anayasa Mahkemesi yeterli sebep göstermeksizin başvuruculara herhangi bir tazminat vermemiştir (bakınız paragraf 47-48). Dahası başvurucular tarafından dayanak gösterilen iki dava ve Hükümet tarafından ortaya konulan bir davada olduğu gibi başvurucuların kendi davası da, Malta Anayasa Mahkemesi’nin fazlasıyla sık biçimde bu gibi ihlaller için tazminata hükmetmediğini belirtmektedir. Tazminata hükmedildiğinde ise, Hükümet tarafından ortaya konulan davalar Anayasa Mahkemesi’nin genel olarak yeterli telafi sağlamayan miktarlara hükmettiğini göstermektedir (mülkiyet davalarında maddi tazminatlarla ilgili olarak, karşılaştırınız, yukarıda atıf yapılan, Apap Bologna, § 89). Gerçekten de Mahkeme Hükümet’in dayandığı davaların yaklaşık üçte ikisinde Anayasa Mahkemesi’nin Mahkeme’nin bu koşullarda hükmedeceğinden önemli derecede daha düşük (miktarın %20 ila 40’ı kadar) veya açıkça makul olmayan derecede düşük (miktarın %2 ile 5’i kadar) tazminatlara hükmettiğini gözlemlemektedir. Dolayısıyla taraflar tarafından öne sürülen materyalin, böyle davalarda önemli derecede veya makul olmayan derecede düşük tazminatlar verilmesi veya mevcut davada olduğu gibi hiç tazminat verilmemesine yönelik düzenli uygulama nedeniyle, söz konusu başvuru yolunun bu kriteri sağlamadığını göstermek için yeterli delil olduğu gözükmektedir.
- Buna ek olarak Mahkeme, iki yargı mercii önünde birkaç yıl sürebilecek olan bir başvuru yolunun, gecikmeye yönelik hukuki çarenin (bir anayasa mahkemesi önünde olsa bile) yeterince hızlı olması koşulu ile uzlaştırılamayacağını hatırlatır (bakınız McFarlane v. İrlanda [BD], no. 31333/06, § 123, 10 Eylül 2010, ve burada atıf yapılan içtihat). Özellikle Mahkeme, makul süre ilkesiyle uyumlu olması için bir başvuru yolunun prensip olarak ve istisnai koşulların yokluğunda, iki yargı mercii önünde iki buçuk yıldan daha uzun sürmemesi gerektiğine karar vermiştir (bakınız Gagliano Giorgi v. İtalya, no. 23563/07, § 73, ECHR 2012). Mahkeme tarafların bu konuya eğilmediğini kaydetmektedir. Ancak mevcut davada anayasal telafi yargılamasının iki yargı mercii önünde neredeyse altı yıl sürmüş olması tazminat davasının kendisinin uzunluğu hakkında şüphe doğurmaktadır.
- Mahkeme yukarıdaki değerlendirmelerin ışığında ve yukarıda tespit edilen sistemik hataları dikkate alarak, Hükümet’in teoride etkili bir başvuru yolu olan anayasal telafi yargılamasının, mevcut davanın koşullarının gösterdiği üzere, ilgili tarihte yargılamanın uzunluğuna dair şikayetler için etkili başvuru yolu teşkil ettiğini göstermediği sonucuna varmaktadır.
- Buna göre, Mahkeme Sözleşme Madde 6 § 1 ile bağlantılı olarak Madde 13’ün ihlal edildiğine karar vermektedir.
Madde 41
Mahkeme 500.000 euro ortak maddi tazminata hükmetmiş, manevi tazminat taleplerini reddetmiştir.