İçeriğe geç

İHAM’ın Hudorovic ve diğerleri v. Slovenya kararının çevirisi: “Roman vatandaşların temiz içme suyu ve sıhhi tesisat gibi temel kamu hizmetlerine erişemedikleri iddiası, 3., 8. ve 14. maddeyi ihlal etmez.”

by 01/04/2020

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 10 Mart 2020 tarihinde yayımladığı kararıyla Roman vatandaşların Roman oldukları için ve dezavantajlı statüleri nedeniyle temiz içme suyu ve sıhhi tesisat gibi temel kamu hizmetlerine erişemedikleri gerekçesiyle Sözleşme’nin 3., 8. ve 14. maddelerinin ihlal edildiği iddiasında ihlal bulmadı.

Kararın tamamını buradan, av. Serde Atalay tarafından yapılan kapsamlı çevirisini aşağıdan okuyabilirsiniz. 

Hudorovič ve Diğerleri v Slovenya, Başvuru No. 24816/14 ve 25140/14, Karar tarihi: 10.03.2020

Olayların Özeti

 24816/14 no.lu başvurudaki başvurucular

Başvuruculardan ilki Branko Hudorovič, Ribnica Belediyesi’nde bulunan kayıt dışı Roman yerleşkesi Goriča’da yaşamaktadır. İlk başvurucunun oğlu olan ikinci başvurucu Aleks Kastelic’in ikametgahı, velayetine sahip olan annesinin adresinde kayıtlı bulunsa da, ilk başvurucuya göre oğlu Aleks Kastelic de çoğu zaman kendisiyle birlikte Goriča’da yaşamaktadır.

Ribnica Belediyesi’nde yaşayan nüfusun %10’undan fazlasının kamusal su dağıtım sistemi tarafından tedarik edilen suya erişimi yoktur. Atık şehir suyunun atılması için inşa edilen kanalizasyon sistemi sadece Ribnica semtinde ve Hrastje bölgesinde inşa edilmiş olup, diğer tüm konutların, masrafı her bir yatırımcının ya da tesisin kendisine ait olmak üzere kendi atık sistemlerine veya su arıtma tesislerine sahip olması gerekmektedir.

31 Aralık 2014’te Ribnica Belediyesi’nden düşük gelirli kişilere piyasa değerinden düşük kira fiyatı ile kırk üç kamusal konaklama tesisi olanağı sunulmuştur. On dört diğer konaklama tesisi de yine piyasa değeri üzerinden kiralanmıştır.

Roman nüfusun otuz yıldır yerleşik olduğu bahse konu Goriča’nın maliki Slovenya Cumhuriyeti’dir. Bataklık olan bu tarım arazisi, Ribnica Belediyesin’nin mekânsal planına göre, üzerinde yerleşim merkezi kurulmasına izin verilmeyen en iyi cinsten tarım arazisi niteliğindedir. Ayrıca Goriča, elektromanyetik radyasyon nedeniyle inşaata izin verilmeyen yüksek gerilimli enerji hattının altında bulunan yerleşim alanlarının dışında konuşlanmış durumdadır.

Yerleşimin ilk zamanlarında bölge sakinleri önce çadırlarda yaşamışlar, sonrasında ise bölgede birtakım kalıcı yapılar inşa edilmeye başlanmıştır. Bugün çoğu sakin, içerisinde taş ya da tuğla bulunan tahtadan kulübelerde yaşamaktadır. Günümüzde yerleşkede seksen kadar kişi ikamet etmektedir. Bu şekilde yasaya aykırı olarak inşa edilen kulübelerden beşi için yıkım emri verilmiştir ki bunlardan bir tanesi ilk başvurucu tarafından inşa edilmiştir. Ancak bu yıkım emirlerinin hiçbiri, tesislerde yaşayan Roman çocuklara alternatif konut sağlanması gereği karşılanmadığından, icra edilmemiştir.

Goriča yerleşkesindeki binalarda sıhhi tesisat ya da kanalizasyon boruları bulunmamakta, yerleşke sakinleri kaçak elektrik kullanmaktadır. Bölgedeki atıkların toplanması belediye görevlilerince yerine getirilmekte, bu hizmetin masrafı ise zaten faturalarını ödemediklerinden yerleşke sakinlerinden alınmamaktadır.

İlk başvurucu öncelikle bir karavanda yaşadığını, sonrasında ise oğluyla birlikte yaşadığı basit bir tahtadan kulübeye taşındığını belirtmiştir. Kulübenin suya, kanalizasyona ya da arıtmaya erişimi yoktur. Başvurucu suyu yakındaki mezarlıktan, civardaki kirli akıntıdan ya da diğer evlerden elde ettiklerini, bundan da öte, arıtma tesislerinin yokluğundan ötürü karavanın etrafındaki alanı dışkılama amaçlı kullandıklarını ifade etmiştir.

Yerleşkenin diğer sakinleriyle birlikte başvurucular birkaç yıldır kamu hizmetlerine erişim elde etmeye çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda birtakım belediye görevlileriyle toplantılar da gerçekleştirmişler, ancak Goriča yerleşkesi kaçak olduğundan, kamu alt yapısına erişimlerine imkân sağlayacak olan bina ruhsatlarını ya da diğer resmî belgeleri elde edememişlerdir.

Ribnica Belediyesi 1996’da Goriča yerleşkesi sakinlerini Lepovče Roman yerleşkesine taşımak üzere birtakım inşaat planları hazırlamış, Goriča sakinleri öncelikle bu plana rıza göstererek inşaat sürecinde çalışmayı teklif etmişlerdir. Ancak Lepovče’nin Roman olmayan sakinlerinin bu plana “daha fazla karışıklık yaratacağı” gerekçesiyle itiraz etmesi sonrası, ilk başvurucunun temsilcisi olduğu Goriča sakinleri de taşınmaya rızalarını geri çekmişlerdir. Kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla plana yapılan itirazlara, kısmen, Lepovče’ye taşınmak istenen iki Roman grubu arasındaki anlaşmazlık neden olmuştur. Dolayısıyla belediye nihayetinde yeniden yerleşim planını iptal etmiştir.

14 Nisan 1999’da ilk başvurucu Goriča yerleşkesine temel tesisatın, özellikle içme suyu tedarikinin ve elektrik jeneratörünün sağlanması için Ribnica belediye başkanı ile görüşmelerde bulunmuş, taraflar bu hizmetlerin sağlanmasına yönelik gerekli işlem ve alımların yapılması ve su tedariki ile arıtma faaliyetlerinin masrafının Roman sakinlerce karşılanması konusunda anlaşmışlardır. Nihayetinde, gerekli satın alma işlemleri sırasında belediye ile birlikte masrafın yarısını karşılayan yerleşke sakinleri kendi su tankları ile elektrik jeneratörlerine sahip olmuşlardır. Taraflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık olmamakla birlikte, izleyen olaylar ve yerleşkede içme suyuna erişim konusunda halihazırdaki duruma ilişkin fikir ayrılığı mevcuttur.

Başvuruculara göre, birkaç yıl sonra su tankı küf ve mantardan ötürü kullanılamaz hale gelmiş, dolayısıyla tankı değiştirmekten başka çareleri kalmamıştır. Ayrıca başvurucular su kalitesinin izlenip izlenmediğinden de habersizdirler. Hükümetse yerel bir sakinin yazılı ifadesine dayanarak hem jeneratörün hem tankın sonradan satıldığı iddiasındadır. Başvurucular bu iddiaya itiraz etmiş, tankların çoğunun kullanılamaz halde olduklarından satılmış olmalarının mümkün olmadığını öne sürmüşlerdir.

Su tedarikine ilişkin olarak, 30 Ocak 2010 ile 1 Ocak 2016 tarihleri arasında Goriča yerleşkesine otuz bir kez, toplamda 5,000 litre su kişi başı 35 Euro’ya mal olacak şekilde tedarik edilmiştir. Bu masraf suyun taşıma masrafı olup, suyun fiyatı belediye tarafından karşılanmıştır. Hükümet, itfaiye örgütü tarafından sunulan bilgiye dayanarak, tedarik edilen suyun yerleşkeye kurulan büyük bir su tankına döküldüğünü ve tank dolduğunda da diğer konteynerlerin doldurulduğunu beyan etmiştir. Başvuruculara göre ise itfaiye örgütü tarafından taşınan su şahsi su tankları ile yazın çocukların yüzdüğü yüzme havuzlarını doldurmakta kullanılmıştır.

Hükümet ayrıca Goriča yerleşkesindeki Romanların yakınlarında bulunan Hrovača Mezarlığından kendilerinin su tedarik ettiklerini belirtmiş, başvurucular mezarlıklar dahil olmak üzere nereden bulurlarsa su çektiklerini kabul etmişlerdir.

Maddi açıdan ise başvurucuların ikisi de büyük oranda sosyal yardım ödemelerine dayanarak geçinmekte, ayrıca ilk başvurucu ikinci başvurucuya aylık belli miktarda nafaka ödemektedir.

13 Ekim 2015’te İnsan Hakları Ombusmanı Goriča’ya derhal kamusal su tedariki sistemi kurulması için gereken tedbirlerin alınması, bu esnada da yerleşkeye bir su tankı konulması için Hükümet’ten istemde bulunmuştur. Hükümet bölgeye zaten su tankı yerleştirildiğini, yerel seviyede mekânsal planlamanın ise Ribnica Belediyesi’nin sorumluluğunda olduğunu belirtmiştir. Ombudsman, cevaben, yerleşke sakinlerinin bir su tankının varlığından söz etmediklerini belirterek durumu eleştirel şekilde ele almış ve belediyenin, su ve sıhhi tesisat temin etmek üzere Roman toplulukla etkin şekilde iletişime geçmediği yönünde görüş beyan etmiştir. Ombudsman’a göre Hükümet Roman sakinlerin suya ve sıhhi tesisata erişim hakkını ihlal etmekte olup, bu hizmetler sağlanana kadar da ihlalin varlığı devam edecektir.

25140/14 no.lu başvurudaki başvurucular

On dört kişilik bir aileden oluşan başvurucular, Škocjan Belediyesi’ne bağlı bulunan, iki yüz elli kişiyi barındıran yaklaşık yirmi yerleşim biriminden oluşan kayıt dışı Dobruška 41 yerleşkesinde yaşamaktadır. İlk başvurucu Mr Ljubo Novak ile ikinci başvurucu Ms Dunja Kočevar yirmi yıldır orada yaşamaktadırlar ve tüm çocukları da orada dünyaya gelmiştir.

Dobruška 41 yerleşkesi büyük oranda Škocjan Belediyesi ve yerel Krka Tarım Kooperatifi’nin mülkiyetinde bulunan arazide yer almaktadır. Roman sakinlere ve Ombudsman’ın bir raporuna göre, Roman topluluğun üyeleri bu alana yerel makamlarca başka bir belediyeden 1963’te nakledilmişlerdir ve o zamandan beri de orada yaşamaktadırlar. Dobruška 41 yerleşkesinde yerleşim birimi inşa edilmesi belli koşullar altında ve iki çevre kurumunun onayıyla mümkündür, zira arazi kısmen taşkın alanında ve doğal koruma alanında yer almaktadır. Ancak belediyenin mekânsal planı alanda bir atık suyu arıtma tesisi inşasına ve tüm alanın bir iş merkezine dönüştürülmesine müsaade etmektedir. Yerel makamlar birkaç kez Dobruška 41 yerleşkesinin Roman sakinlerinin nakledilmesini beklediklerini ifade etmişler, bununla birlikte aynı zamanda Škocjan Belediyesi’nde alternatif yerleşime uygun bir alan da bulunmadığını öne sürmüşlerdir.

2004 ile 2015 yılları arasında, başvurucular dışında başka bölge sakinlerine inşaatı durdurmaları ve halihazırda yerleşkede bulunan tüm yapıları taşımaları emredilmiştir. Birkaçı nezdinde yıkım emri de verilmekle birlikte bunlar icra edilmemiştir.

2013’te belediye ilk başvurucu dahil birtakım Roman sakinlere karşı mülkü izinsiz işgal suçundan şikayetçi olmuştur. Sanıklar ilk derecede suçlu bulunarak üçer yıllık şartlı tahliye ile üçer aylık ertelenmiş hapis cezasına çarptırılmıştır. İlk başvurucu temyizde bulunup bulunmadığı ya da mahkûmiyet kararının kesin olup olmadığı ile ilgili bir bilgi vermemiştir.

Başvurunun yapıldığı tarihte başvurucular, Krka Tarım Kooperatifi’ne ait bir arazi üzerinde bulunan, kaçak bir tahta kulübede, suya, sıhhi tesisata ve elektriğe erişimleri olmadan yaşamaktadırlar. Başvurucular daha sonra Mahkeme’yi, ilk kulübeye 200 m mesafede inşa ettikleri başka bir kulübeye taşındıkları, zira diğer komşularla mülklerine ve kendilerine fiziksel zarar verilmesine kadar varan anlaşmazlıklar yaşadıkları konusunda bilgilendirmişlerdir. Başvurucular, düzgün su tedariki ya da sıhhi tesisat bulunmadan yaşamaya devam etmişlerdir. Hükümet bu bilgiye ek olarak, ilk ve ikinci başvurucunun iki dönüm arazi alarak ruhsatları bulunmaksızın bir bina ve ahır inşa ettiklerini belirtmiştir.

Belediye ile ilgili devlet makamları nezdinde süren görüşmelerde belediyenin kaçak inşa edilmiş binalara münhasır su tedariki sağlayamayacağı, zira bunun hukuki düzenlemelere aykırı olacağı kararına varılmıştır. Bununla birlikte ulusal ve uluslararası suya erişim standartlarıyla uyum sağlamak adına yerleşkede, belediyeye ait arazi üzerinde bir su dağıtımı bağlantı noktası inşa edilmesine, yerleşke sakinlerinin şahsi su bağlantılarını ilgili yasal düzenlemeler uyarınca masrafları kendilerine ait olmak üzere kurmasına müsaade edilmesine karar verilmiştir. Su faturalarına ilişkin olaraksa uygun bir çözüm bulmak üzere arabuluculuk süreci çerçevesinde Romanlara ilişkin meselelerle ilgili yerel bir komisyon kurulmasına karar verilmiştir.

Başvurucuların yaşadığı Dobruška 41 yerleşkesi 2011’den beri kamusal su tedariki sistemine bağlıdır. Bu sistem, Škocjan Belediyesi’nin girişimi ve sermayesi ile inşa edilen bir su dağıtımı bağlantı noktasından oluşmaktadır. Bu sisteme bağlı dokuz şahsi bağlantı noktası oluşturularak bireysel evlere su sağlanmış, 2015’te yedi bağlantıya su tedariki sağlanmıştır.

İlk başta başvurucular dahil on dokuz mesken bireysel bağlantılar elde etmekle ilgilenmiş, ancak bunlardan dokuzu üzerlerine düşe payı ödemeyi taahhüt ederek tedarik sistemine dahil olmuştur. 2015’te suyun bir ev halkına aylık ortalama masrafı 9 Euro’dur.

Başvurucular sisteme dahil olmak için başvurmamışlardır. Başvuruculara göre, daha önce yaşadıkları yerde komşuları tarafından sisteme erişimleri engellenmiştir ki bu mesele Ombudsman tarafından gönderilen bir mektupta belediyenin de dikkatine sunulmuştur. Hükümet başvurucuların komşulardan kaçınarak boruları yol kenarına yerleştirebileceklerini öne sürmüş, başvurucular ise kendilerinin bu imkândan haberdar edilmediklerini belirtmişlerdir. Ayrıca başvurucular yeni taşındıkları yerden de sisteme bağlanmak üzere başvuruda bulunmamışlar ya da bu binanın sisteme bağlanıp bağlanamayacağı hakkında Mahkeme’ye bilgi vermemişlerdir.

Škocjan Belediyesi sakinlerinin köy çeşmesinden gelen içme suyuna da erişimi vardır. Başvurucuların içme sularını sağladıkları çeşme kulübelerinden yaklaşık 1.8 km mesafede olup, musluğa sahiptir ve akan suyun daimî sıcaklığı 14 derecedir. İlgili kurumca yapılan analize göre bu su içme, pişirme ve yıka(n)ma amaçlı kullanılmaya elverişli, standartlara uygun ve güvenlidir. Kamusal su tedariki sistemine bağlı olmayan birtakım belediye sakinleri içme suyunu bu çeşmeden sağlarken, temizlik amaçlı suyu ise yağmur suyundan ya da itfaiye örgütü tarafından sağlanan sudan tedarik etmektedirler.

Kanalizasyon sistemine ilişkin olaraksa, bahse konu dönemde belediye kent atık suyunun boşaltılması ya da arıtılmasına yönelik herhangi bir kamusal tesise sahip değildir. Binaların kendileri septik tanklara ya da fosseptiklere veya yeni binalar küçük atık suyu tesislerine sahip olup bunların masraflarını bina sahipleri üstlenmektedir. Belediye yalnızca fosseptikler ile küçük atık suyu tesislerinin boşaltılmasını sağlamaktadır. Bir atık suyu arıtma tesisi ise inşa halindedir.

Maddi açıdan ise başvurular büyük oranda sosyal yardım ödemelerine dayanarak geçinmektedirler.

Hükümetin İlk İtirazları

İkinci başvurucu yönünden

Hükümet, özetle, ikinci başvurucunun isminin (soyadının) başvuru dilekçesinde önce farklı gösterilip sonradan düzeltilmesi nedeniyle başvurucunun kimliğinin tespitinin mümkün olmadığı, dolayısıyla başvurunun anonim nitelikli olduğu ve başvurucuların Mahkeme’yi yanıltma amacı gütmesinden ötürü başvuru hakkının kötüye kullanıldığı gerekçesiyle itirazda bulunmuştur. Ayrıca Hükümet ikinci başvurucunun ikametgahının annesinin adresinde kayıtlı olduğu, bu bölgeye ise kamusal su tedariki sağlandığı ve dolayısıyla Aleks Kastelic’in mağdur sıfatı olmadığı itirazını öne sürmüştür. Yine ikinci başvurucunun velayetinin annesinde olmasından ötürü ilk başvurucunun onun adına vekalet veremeyeceğini belirterek ve tüm bu hataların altı aylık başvuru süresinin geçmesine neden olduğunu savunarak itiraz etmiştir.

Mahkeme, özetle, ikinci başvurucunun ismindeki karışıklığın, başvurucuların eğitim yetersizliği ve avukatlarıyla iletişim sorunundan kaynaklanan gerçek bir hatadan kaynaklandığı ve sonradan hatanın giderilmesinin de gösterdiği üzere ikinci başvurucunun kimlik tespitinin mümkün olduğu, dolayısıyla ortada Mahkeme’yi yanıltma maksadı olmadığı ve başvuru hakkının kötüye kullanılmadığı gerekçesiyle birinci itirazı reddetmiştir. Yine Mahkeme, her ne kadar ikinci başvurucunun ikametgahının annesinin adresinde kayıtlı görünmesi esasa ilişkin incelemenin belli noktalarında önemli olabilecekse de, fiiliyatta Aleks Kastelic’in babasının evinde de sıklıkla yaşadığının anlaşıldığı ve dolayısıyla ilk başvurucuyla aynı durumda bulunmasından ötürü ikinci başvurucuya mağdur sıfatı tanımaya bir engel olmadığı görüşündedir. Bu nedenle söz konusu itirazı da reddetmiştir. Yine velayet meselesinde de Mahkeme aile hukukuna ilişkin meselelerle ilgilenmenin kendi işi olmadığı, ikinci başvurucunun temsiliyle ilgili yapılan basit hatanın da sonradan anneden vekalet alınması suretiyle çözüldüğü gerekçesiyle bu itiraza da itibar etmemiştir.

Son olarak Mahkeme, başvuru dilekçesinin üzerinde doğru bilgilerle Mahkeme’ye sunulmasının özellikle altı aylık sürenin başlangıcı yönünden önemli olabileceğini belirtmekle birlikte, uyuşmazlığın esasına peşinen girmeden, somut olayda öne sürülen ihlallerin devam eden niteliğinden ötürü süre aşımına ilişkin bir sorunun olmadığı hususunu da, etkili bir iç hukuk yolunun olmadığı süregiden ihlallerde, altı aylık sürenin devam eden durumun sona ermesinden itibaren başlayacağını hatırlatarak belirtmiş ve bu itirazı da reddetmiştir.

Bu itibarla Hükümetin 24816/14 no.lu başvuru kapsamında ikinci başvurucu Aleks Kastelic’e ilişkin ilk itirazları reddedilmiştir.

25140/14 no.lu başvurudaki üçüncü başvurucu yönünden

Hükümet, söz konusu başvurudaki başvurucular Ljubo Novak ve Dunja Kočevar’ın tüm çocukları adına vekalet verdiği, ancak çocuklardan birinin başvuru zamanında ergin olmasından ötürü kendi kendini temsil etmesi gerektiğinden bahisle itirazda bulunmuştur. Mahkeme, yukarıda özetlenen, şekli hataların giderilmesine ilişkin gerekçelerini tekrarlayarak bu itirazı da reddetmiştir.

Tüm başvurucular yönünden, başvuru hakkının kötüye kullanıldığı ve mağdur sıfatı olmadığı yönündeki itiraz

Hükümet, ilk ve ikinci başvurudaki başvurucuların, özetle ilgili kamu otoritelerinin başvurucuların yaşadıkları bölgelere su tedariki sağlamak üzere gerekli girişimlerde bulunduğu konusunda Mahkeme’ye eksik bilgiler sundukları için başvuru hakkını kötüye kullandıklarını öne sürmüştür. Ayrıca başvurucuların yeterli içme suyuna erişimi olduğunu belirten Hükümet, bu yönden başvurucuların mağdur sıfatı olmadığı iddiasındadır.

Başvurucular bu iddialara, Mahkeme’ye sadece gerekli ve ilgili gördükleri bilgileri sundukları, nihai iddialarının temiz suya ve sıhhi tesisata erişimlerinin olmadığı ve dolayısıyla insan onuruna aykırı koşullarda yaşadıkları olduğu ve başvuru hakkını kötüye kullanmalarının söz konusu olmadığını savunarak cevap vermişlerdir.

Mahkeme, taraflar arasındaki temel uyuşmazlık noktasının, içme suyuna ve sıhhi tesisata erişimin ne anlama geldiği ve bu konuda devletin yükümlülüklerinin ne olduğu ile davalı Hükümetin bu yükümlülükleri yerine getirip getirmediğinin yorumlanmasından oluştuğunu vurgulayarak, Hükümetin bu itirazını esasla birleştirmiştir.

Başvurucuların Temel İddiası

Başvurucular evlerinin temel kamu hizmetlerine, yani içme suyuna ve sıhhi tesisata erişimi olmadığı gerekçesiyle Sözleşme Madde 3, Madde 8 ve kendilerinin dezavantajlı durumunu (etnik köken) makul bir şekilde dikkate almayan yerel makamların olumsuz ve ayrımcı muamelesine maruz kaldıkları gerekçesiyle bu maddelerle bağlantılı olarak Madde 14’ün ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Madde 8 ve Madde 8 ile Bağlantılı Olarak Madde 14 İhlali İddiası

Kabul edilebilirlik 

Hükümet, özetle, Madde 8’in kişiye konut sağlanması hakkını korumadığını savunarak kabul edilemezlik iddiasında bulunmuştur.

Mahkeme, Madde 8’in konut sağlanması hakkını açıkça tanımadığını ve bu noktada devletin pozitif yükümlülüklerinin sınırlı olduğunu hatırlatmakla birlikte, özellikle su kirliliği, çevre koşulları ve bunların sağlık üzerindeki etkisi bağlamında kişinin yaşam koşullarının Sözleşme kapsamında incelenebileceğini önceki içtihadına atıfla belirtmiştir. Madde 8 anlamında “özel hayat” kapsamına giren bir mesele olup olmadığının gösterilmesine gerekçe temelli ve sonuç temelli iki ana yaklaşımı olduğunu hatırlatan Mahkeme, itiraz edilen tedbirlerin bir başvurucunun özel hayatı üzerindeki sonuçları bakımından etkilerini ilgilendiren ikinci (sonuç temelli) yaklaşım söz konusu olduğunda ağırlık eşiğinin özel bir önem kazandığını belirtmiştir. Buna göre, söz konusu ağırlık eşiğinin, Madde 8 ihlali ihtimalini gündeme getirecek ölçüde geçildiğini göstermek başvurucuya düşmektedir. Sonuç temelli yaklaşım ayrıca devletin pozitif yükümlülüklerinin bahse konu olduğu davalarda da uygulanacaktır.

Mahkeme Sözleşme Madde 8’in açıkça temiz içme suyuna erişim hakkını düzenlemediğini hatırlatır. Ancak, su olmadan insanın hayatta kalması mümkün değildir ve temiz içe suyundan uzun süre mahkûm kalmanın insan sağlığı ve onuru üzerinde olumsuz etkilerinin olacağı, bunun da Madde 8 anlamında özel hayatın ve konuttan yararlanma hakkının özünü ortadan kaldıracağı açıktır. Dolayısıyla Mahkeme, bu koşullar sağlandığında, ikna edici bir iddianın söz konusu hüküm altında devletin pozitif yükümlülüklerini gündeme getirebileceği ihtimalini eleyemez. Böyle bir pozitif yükümlük ve bunun tam kapsamı, etkilenen kişilerin özel koşulları ile hukuki düzenlemeler ve bahse konu devletin sosyal ve ekonomik koşullarına göre belirlenecektir. Hükümet işbu davada herhangi bir pozitif yükümlülüğün gündeme gelip gelmediği meselesi ile bu yükümlülüklerin kapsamının – ki bunlar esasa ilişkin incelemenin temelini oluşturmaktadır – davanın özel koşulları ve bunların ciddiyet seviyesi ile yakından bağlantılı olduğu görüşündedir. Dolayısıyla hükmün uygulanabilirliği meselesi ile başvurunun esas arasında, eldeki davada bir özel hayat meselesinin gündeme gelip gelmediğinin incelenmesi bakımından sıkı bir bağ vardır.

Dolayısıyla Mahkeme Madde 8 ile bununla bağlantılı olarak Madde 14’ün uygulanabilirliği meselesini esasla birleştirmeye karar vermiş ve söz konusu şikayetlerin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gerekçesiyle kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.

Esas

Genel ilkeler

Mahkeme, Madde 8’in özel hayatın korunması bakımından yalnızca negatif yükümlülükleri değil, hakkın korunmasına yönelik pozitif yükümlülükleri de içerebileceğini hatırlatır. Negatif ve pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesinde dikkate alınan ilkeler benzerdir: Mahkeme, kişi ile topluluğun yarışan menfaatleri arasında sağlanması gereken adil dengeyi gözetmelidir ve bu noktada Madde 8’in ikinci paragrafındaki amaçlar belirli oranda ilgilidir. Her iki yükümlülük tipi bakımından da devletin belli bir takdir marjı vardır ve Madde 8 § 1’den doğan pozitif yükümlülükler bakımından dahi, adil dengenin kurulmasında, Madde 8 § 2’de sözü edilen amaçlar ilgili olabilir.

Konut sağlama gibi sosyo-ekonomik meselelerde devletin takdir marjının geniş olması gerekir. Mahkeme, sınırlı devlet kaynaklarının dağıtımında önceliklerin belirlenmesi konusunda ulusal makamların uluslararası bir mahkemeden daha iyi değerlendirme yapacak bir konumda olduğu görüşündedir.

Buna ek olarak, ihtiyaçlarına ve yaşam şekillerine özellikle dikkat edilmesi gerekli olan Roman nüfusun savunmasız ve dezavantajlı konumunun, hem ilgili düzenleyici çerçevede hem de münhasır hallerde karar verilmesinde dikkate alınması gerekir. Romanlar gibi sosyal grupların çoğunluk nüfusla aynı haklardan etkin şekilde yararlanabilmek için yardıma ihtiyacı olabilir. Madde 14 üye devletlerin sadece fiiliyatta var olan eşitsizlikleri gidermek adına gruplara farklı davranmasını yasaklamaz (şekli eşitlik); belli hallerde eşitsizliklerin giderilmesi için gerekli farklı muamelenin gösterilmemesi de Madde 14’ü ihlal edebilir (maddi eşitlik). Madde 8 bağlamında başvurucuların sosyal bir grup olarak özel durumu ile ihtiyaçları, ulusal makamların gerçekleştirmek zorunda olduğu orantılılık incelemesinde dikkate alınması gereken faktörlerden biridir.

İlkelerin eldeki davaya uygulanması

Eldeki dava, kamu makamlarının içme suyu ve sıhhi tesisatın sağlanması için gerekli tedbirleri almadığı iddiasına dayandığından, devletin pozitif yükümlülüklerine ilişkin bir davadır. Mahkeme’nin değerlendirmesinde temel husus, devletin, özellikle de sosyal bakımından dezavantajlı bir gruba temel hizmetlere erişim sağlama konusundaki pozitif yükümlülüklerine ilişkindir. Sunulan ulusal ve uluslararası materyallerin ortaya koyduğu üzere Slovenya’da, genelde kamusal su tedarikine erişimi olan nüfus yoğun yerlerin dışında, kaçak yapılarda yaşayan Roman nüfus temel hizmetlere erişim konusunda çoğunluğa nazaran daha fazla engelle karşılaşmaktadır. Dolayısıyla bu faktörler ile başvurucuların özel durumunun gerekli kılabileceği somut tedbirler Mahkeme’nin bu davanın koşullarına ilişkin incelemesinin parçasını oluşturacaktır.

Bununla birlikte, Mahkeme, suya ve sıhhi tesisata erişimin sağlanmasının, büyük oranda, finanse edilmesi gereken karmaşık ve her ülkeye özel ihtiyaç ve önceliklerin özel bir değerlendirmesine dayandığı görüşündedir. Dolayısıyla devletler bu önceliklerin ve yasama tercihlerinin belirlenmesinde geniş bir yetkiye sahip olmalıdır, zira her devlet sosyo-ekonomik meselelerde geniş bir takdir marjına sahiptir. Bu yetki herkesin suya erişimini sağlamaya yönelik atılacak adımlar bakımından da, konutlara kamusal su dağıtımı aracılığıyla su tedariki sağlanması gibi tedbirler dahil, geçerlidir.

Mahkeme, Slovenya’da mekânsal gelişim ve planlama ile kamu hizmeti altyapısının kapsamlı bir düzenleyici çerçeveye tabi olduğunu, bu çerçevede bir binanın kamu hizmetlerinden yararlanabilmek için sağlaması gereken yasallık şartlarının düzenlendiğini ve su ve sıhhi tesisatın sağlanmasına ilişkin masraflara yönelik sorumluluğun devlet – ya da yerel birimler – ile tüketiciler arasında paylaştırıldığını not eder. Bu çerçeve Mahkeme, devlet hizmetin tedarikini sağlarken, bireysel konut bağlantılarının tüketicilerce, masrafı onlara ait olmak üzere temin edilmesi şeklindeki düzenlemeyi makul görmektedir. Ayrıca şahsi su tanklarının kurulması ya da yağmur suyundan yararlanılması gibi alternatif çözümler de akla yatkındır.

Mahkeme, söz konusu düzenlemelerin, çoğunlukla kaçak yapılarda yaşayan Roman vatandaşlar üzerinde orantısız etkiler yaratabileceğini gözetir. Fakat Mahkeme yerel makamların söz konusu topluluğun ihtiyaçlarını ve yaşam koşullarını dikkate alan, spesifik ve kapsamlı strateji ve programlar benimsediğini gözlemlemiştir. Başvurucularca da inkâr edilmediği üzere, Roman topluluğun yaşama alanlarının yasallaştırılması ve iyileştirilmesi için tedbirler alınmıştır. Başvurucuların kişisel durumlarına bakıldığında ise, başvurucuların daha iyi alt yapıya sahip başka yerleşim alanlarına yerleşiminin mümkün olup olmadığı konusunda netlik olmamakla birlikte, eldeki bilgiler ışığında Mahkeme, kamusal barınma imkanları sunulmasının mümkün olup olmadığından bağımsız olarak, suya erişim imkanlarının sınırlı olduğu yerleşkelerinde başvurucuların kendi tercihleri doğrultusunda yaşamaya devam ettikleri sonucuna varmak durumundadır.

Buna ek olarak, başvurucuların maddi durumlarına bakıldığında, Goriča yerleşkesindeki başvurucuların su tankı alımı finansmanına ortak olarak kişisel su tedariki masraflarını üstlenmeye gönüllü olmaları ile Dobruška 41 yerleşkesindeki başvurucuların kendi kulübelerini inşa etmeleri gibi olgular ışığında, her ne kadar başvurucular büyük oranda sosyal güvenlik yardımlarından faydalansa da, başvurucuların aşırı bir yoksulluk içerisinde yaşamadığı sonucuna varılmaktadır. Dolayısıyla Mahkeme, devletin başvuruculara, yaşam koşullarını geliştirmelerine olanak sağlayacak biçimde asgari bir yaşam standardı sağlayacak imkanları sunduğu görüşündedir.

Mahkeme ayrıca, yukarıda olaylar kısmında özetlenen, yerel makamlarca başvurucuların yaşadıkları bölgelere su ve sıhhi tesisat sağlanması için alınan tedbirleri not eder. Bu bağlamda, başvurucuların konutlarının inşa edildikleri arazilerin yerleşime müsait olmaması nedeniyle yasal hale getirilememesi söz konusu kamu hizmetlerinin tedarikini önlemiştir ki bu, yasal düzenlemelerin bir sonucudur. Bununla birlikte söz konusu yerleşkelere su tankları alınması ya da itfaiye örgütü aracılığıyla su tedariki sağlanması gibi girişimlerde bulunulmuştur. Su tedarikinin bölgeye kesintisiz olarak sağlanmaması ve sonradan tankların kullanılmaz hale gelmesi gibi iddialarla ilgili ise Mahkeme, Goriča yerleşkesindeki başvurucuların durumun çözülmesine yönelik olarak yerel makamlardan herhangi bir talepte bulunduklarını ya da sorunu kendilerinin çözmelerinin orantısız bir maddi yüke neden olacağını ortaya koyamadıklarını gözlemlemektedir. Başvurucuların sağlanan olanaklardan etkin şekilde yararlanmak üzere girişimde bulunmamasına ilişkin bu gözlemler Dobruška 41 yerleşkesi için de benzer şekilde geçerlidir.

Makamlarca alınan tedbirler her ne kadar kalıcı değil, geçici tedbirler gibi gözükse de Mahkeme, özellikle makamların iyi niyetle hareket ettiklerini gözlemleyerek, başvurucuların temiz suya erişimini sağlayan olanakları sağlar şekilde devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirdiği görüşündedir. Kaldı ki başvurucular makamların yaşam kalitelerine yönelik aldıkları tedbirlerin kalıcılığına yönelik yetersizlikleri gösterebilmiş değildir. Yine, başvurucular, ülkede suya erişim konusunda gözlenen birtakım diğer yetersizlikler de göz önünde tutularak, kendi durumları bakımından devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmek üzere özellikle hangi tedbirleri alması gerektiğini de ortaya koymamıştır.

Eldeki davada Mahkeme, yerel makamların başvuruculara suya erişim için yeterli olanakları sağlayacak girişimleri, başvurucuların konutlarının yasadışı konumuna karşın gerçekleştirdiği kanısındadır. Mahkeme’ye göre alınan tedbirler, yerel makamların, savunmasız bir topluluk olarak Romanların maruz kaldığı dezavantajı dikkate aldığını ve onların özel ihtiyaçlarına cevap vermeye gayret ettiğini göstermektedir. Her ne kadar alınan tedbirlerin tümü ideal olmasa da başvurucuların, yararlandıkları sosyal yardım ödemeleri ile temel ihtiyaçlarını kendileri karşılamak üzere kendi kişisel su tanklarını kurmak ya da yağmur suyundan yararlanmak gibi alternatif tedbirlere yönelmelerine bir engel yoktur. Bu bağlamda devletin hukuki ve finansal yükümlülükleri yönünden ise Mahkeme, Roman yerleşkeleri dezavantajlı duruma sokan, temiz suya erişimin sağlanmasına ilişkin eşitsizlikleri gidermek devlete düşse de, bu görevin, başvurucuların evlerine su sağlamaya yönelik bütün yükü çekmeye yönelik bir yükümlülüğü içerir şekilde yorumlanamayacağı görüşündedir.

Sıhhi tesisat yönünden ise Mahkeme, makamların bu konuda tedbir almadığını kabul etmekle birlikte, kanalizasyon sistemine ya da sıhhi tesisata erişimin ülke genelinde bir sorun olduğunu gözlemlemekle, başvurucuların çoğunluğa oranla daha dezavantajlı bir durumda bırakıldığı sonucuna varılamayacağı kanaatindedir. Özellikle, kamu alt yapısının devamlı nitelikteki gelişimi ve şehir planlamasında önceliklerin belirlenmesi konularında devletin geniş takdir marjı düşünüldüğünde Mahkeme, ancak sağlığa yönelik çok ciddi tehditlerin devlete başvuruculara yönelik özel tedbirler alma görevi yüklemeyi meşru kılacağı görüşündedir. Başvurucular her ne kadar birtakım genel sağlık sorunlarından söz etmiş olsalar da bahsedilen bu standardı karşılayacak kanıtlar sunmuş değillerdir. Yine ayrıca kamusal kanalizasyon sistemine alternatif tedbirleri kendilerinin almasını önleyecek bir engelin varlığını da gösterememişlerdir.

İlk olarak, başvurucuların yaşam standartlarını iyileştirme amaçlı kullanılabilecek sosyal yardımlardan yararlandığı; ikinci olarak, konut meselelerinde devletlerin geniş bir takdir marjına sahip olduğu, üçüncü olaraksa devletin temiz içme suyuna erişimi sağlamaktaki sözde başarısızlığının sağlık ve insan onuru üzerinde Madde 8 altında korunan haklarının özünü ortadan kaldıracak olumsuz etkiler doğurduğunun başvurucular tarafından ikna edici şekilde ortaya konulamadığı gözetilirse, Mahkeme, devlet tarafından başvuruculara temiz içme suyu ve sıhhi tesisat sağlamak üzere alınan tedbirlerin, başvurucuların savunmasız konumunu dikkate aldığı ve Sözleşme Madde 8 gerekliliklerini karşıladığı görüşündedir.

Dolayısıyla, Mahkeme, eldeki başvuruya uygulanabilir olsa dahi Madde 8’in ihlal edilmediği görüşündedir. Dolayısıyla Madde 8 şikayetinin kabul edilebilirliği üzerinde karar vermeye gerek görmemektedir.

Mahkeme, ayrıca, başvurucuların Madde 14 şikayetinin kabul edilebilirliği üzerinde, yukarıda açıklanan gerekçeler ve Madde 8 bakımından vardığı sonuç ışığında karar vermeye gerek görmemekte, yine aynı şekilde Madde 14’ü uygulanacağı kabul edilse bile Madde 8 ile bağlantılı olarak Madde 14’ün ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır.

Tek Başına ve Madde 14 ile Bağlantılı Olarak Madde 3 İhlali İddiası

Başvurucular temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik hizmetlerden yoksunluklarının neden olduğu rahatsızlık ve ıstırabın Madde 3 uyarınca aşağılayıcı ve insanlık dışı muamele seviyesine eriştiğini iddia etmişlerdir. Mahkeme yukarıda incelenen şikayetle bağlantılı olan bu iddiayı kabul edilebilir bulmuştur.

Madde 3’ün uygulanabilirliği bakımından, Mahkeme, bir başvurucunun tamamen devlet desteğine dayalı yaşadığı, kendini insan onuruyla bağdaşmayan ciddi bir yoksunluk ya da ihtiyaç halindeyken resmi makamların umursamazlığı karşısında bulduğu bir durumda, devletin, söz konusu “muamelesi” nedeniyle sorumluluğunun doğabileceği ihtimalini dışlamamakla birlikte, işbu davada yerel makamlarca alınan tedbirlerin başvuruculara, bunun nasıl gerçekleştirildiğinden bağımsız olarak, temiz içme suyuna erişim olanağı sağladığını ortaya koymuştur.

Bu nedenle, çekildiği öne sürülen ıstırabın minimum eşiğe ulaştığı ve Madde 3’ün eldeki başvuruda uygulanabilir olduğu kabul edilse bile, tek başına ya da Madde 14 ile bağlantılı olarak söz konusu hüküm ihlal edilmemiştir.

Sonuç olarak, Mahkeme’nin, diğer başvurucular yönünden Hükümet’in öne sürdüğü başvuru hakkının kötüye kullanılması ve mağdur sıfatının yokluğu iddialarını incelemesine gerek kalmamıştır.

(Hâkim Pavli, karara ekli bir kısmi muhalefet şerhi yazmış, Hâkim Kuris bu görüşe katılmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: