İHAM’ın Farzaliyev v. Azerbaycan kararının özet çevirisi: “Azerbaycan özerk bölgesinin eski başbakanını zimmetine para geçirmekten mahkum olmamasına rağmen tazminat ödemeye mahkum etmek, masumiyet karinesinin ihlalidir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 28 Mayıs 2020 tarihinde Azerbaycan’a karşı verdiği davada, kamu bütçesinden yüklü miktar parayı zimmetine geçirmekle suçlanan Azerbaycan’ın Nahcıvan Özerk Cumhuriyeti’nin eski başbakanı olan başvurucunun bu suç nedeniyle hiç mahkumiyet kararı almamış olmasına rağmen tazminat ödemesine karar verilmesinin başvurucunun gerekçeli karar hakkını ve masumiyet karinesi ilkesini ihlal ettiğine karar verdi.
İlkay Nadir’in özet çevirisini okuyabilirsiniz. Kararın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Farzaliyev v. Azerbaycan, Başvuru no: 229620/07, Karar tarihi: 28.05.2020
Olayların Özeti
1946 doğumlu Başvurucu 90ların başında Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin başbakanlığını yapmış olup mevcut başvuru yapıldığı sırada Türkiye’de yaşamaktadır ve uzun zamandır herhangi bir kamusal görev icra etmemiştir. 9 Kasım 2005’te, Nahçıvan Savcılığı kamu bütçesinden yüklü miktarda paranın zimmete geçirilmesi iddiası ile alakalı olarak zimmet ve görevi kötüye kullanma suçlarından cezai soruşturma başlatmıştır. Özel bir şirketten birkaç helikopterin satın alınması için devlet bütçesinden para tahsis edildiğini ve söz konusu helikopterlerin hiç teslim edilmediğini ancak bütçeden ayrılan paranın zimmete geçirildiği iddia etmiştir. Soruşturma sırasında savcılık F.J ve A.M dahil olmak üzere üç kişinin ifadesini almış ve Başvurucunun da tanık ifadesine başvurulmasına karar vermiştir ve fakat Başvurucunun yurt dışında olması nedeniyle bu emir yerine getirilememiştir. Dava dosyasındaki belgelerden anlaşıldığı üzere soruşturmanın ana konusu A.M isimli kişinin Ukrayna’daki şirketinden helikopterlerin satın alınması ile ilgili olarak Aralık 1991’de ifa edilecek sözleşmedir ve sözleşme A.M ile F.J arasında imzalanmıştır. Sözleşmeye göre eğer helikopterlerin teslimi ifa zamanında gerçekleşmezse sözleşme miktarı devlet bütçesine iade edilmesi gerekmektedir. Sözleşmelere uygun olarak 11.750.000 ruble A.M’nin şirketine transfer edilmiştir ve nihayetinde, A.M helikopterlerin teslimini sağlayamamıştır, bu nedenle 7.450.000 ruble devlet bütçesine iade edilmiştir. A.M, kalan 4.300.000 rubleyi ise nakit olarak iade edeceğini garanti etmiştir. Şubat 1992’de A.M’nin Başvurucunun ısrarı üzerine nakit parayı kendisine Başvurucu tarafından gönderilen kişilere verdiği iddia edilmiştir ancak bu para asla devlet bütçesine geri ödenmediği görülmektedir. 2006 Ocak’ta Nahçıvan savcılığı soruşturmayı iddia konusu suç tipi için geçerli olan 12 yıllık dava zamanaşımının dolması nedeniyle sona erdirmiştir. Başvurucu bu zamanda, ceza soruşturması ve onu müteakip takipsizlik kararından haberdar değildir ve takibattan ancak ilk kez hakkında hukuk davası açıldıktan sonra Şubat ila Mayıs 2006 arasındaki dönemde haberdar olmuştur. Başvurucu daha sonra takipsizlik kararına yerel hükümler doğrultusunda birçok hakkının ihlal edildiği gibi gerekçelerle itirazlarda bulunmuştur ve başvuruları reddedilmiştir. Bu itirazlarda ceza soruşturmasından haberdar edilmemesi ve hiç sorgulanmaması nedeniyle usuli haklarının ihlal edildiğini ve takipsizlik kararının delil yetersizliğine dayanması gerektiğini iddia etmiştir.
Şubat 2006’da savcılık F.J, A.M ve Başvurucu aleyhine yerel hükümler uyarınca “cezai kovuşturma çerçevesinde hukuk davası” açmış ve iddia konusu zimmet suçundan kaynaklanan devlet zararını tazmin etmelerini mahkemeden talep etmiştir.
Nahçivan savcılığı, sanıkların devlet bütçesinden yüklü miktarda paranın zimmete geçirildiğini ancak dava zamanaşımından dolayı cezai sorumluluğun kalktığını ve takibat konusunun eldeki kanıtlarla ispatlanmış olduğunu iddia etti. Dahası, savcılık, her ne kadar cezai takibat sonlanmış olsa da sanıkların hala “suç” nedeniyle devlet zararını tazmin etme yükümlülüğü altında olduğunu bildirmiştir. Ayrıca, yerel hükümlere göre medeni hukukun öngördüğü bir medeni tazminat talebinde bulunma sürelerinin ceza yargılamaları çerçevesinde sunulan medeni tazminat talepleri için geçerli olmadığı belirtmiştir ve iddialara dayanak olarak savcılık, ceza dosyasında yer alan materyalleri ve tanık ifadelerini de mahkemeye sunmuştur. Başvurucu avukatı aracılığı ile katıldığı duruşmalarda A.M ve F.J’nin ifadelerinde, sözleşmelerin nasıl ve kimin inisiyatifi ile sonuçlandığı noktasında tutarsızlıklar olduğunu iletmiştir ve sözleşme işlemlerin A.M ve F.J’nin kendileri tarafından başlatıldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca devlet bütçesinden A.M.’nin şirketine para transferi konusunda birtakım bakanlık onayları verdiğini kabul etmiş ancak bu emirlerin daha önceki müzakerelere ve F.J ve A.M tarafından imzalanan sözleşmelere dayandığını iddia etmiştir. Ayrıca, 1992’de parayı devlet bütçesine iade etme sürecine herhangi bir şekilde dahil olmadığını, çünkü o dönemde (24 Şubat 1992’den beri) artık başbakan olmadığını da eklemiştir. Yerel mahkeme ayrıca, dava dosyasındaki A.M ve F.J’nin cezai kovuşturma sırasında verdikleri ifadelere paralel beyanları, satın alma sözleşmelerini, başvurucunun Başbakan olarak imzaladığı bakanlık emirleri de dahil olmak üzere A.M’nin şirketine çeşitli tutarlarda yapılan transferlerle ilgili belgeleri ve uzman raporunu incelemiştir. Bunların yanı sıra Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin eski maliye bakanı ve bakanlık muhasebecisini tanık olarak dinlemiştir. Bölge Mahkemesi, 8 Mayıs 2006 tarihli bir kararla, Nahçıvan savcılığının Başvurucu ve A.M ile ilgili iddiasına kabul etmiş ve F.J ile ilgili iddiayı reddetmiştir. Başvurucu ve A.M. zimmete para geçirme suçundan kaynaklanan zararlar için o zamana göre yaklaşık 2.025.000 Euro ve mahkeme ücretini müştereken ödemeye mahkum edilmiştir. Yüksek mahkemelere yapılan başvurularda, Başvurucu takipsizlik kararı verilen cezai takibat sırasında toplanan delillere medeni usul kuralları uyarınca hukuk mahkemesince dayanılamayacağını iddia etmiştir. Özellikle ilk derece mahkemesinin vakıaları yanlış değerlendirdiğini ve sanık ifadelerindeki tutarsızlıklar noktasında gerektiği gibi inceleme yapmadığını belirtmiştir. Söz konusu tarihte Başbakan olarak, Sağlık Bakanı tarafından imzalanan sözleşmeler uyarınca devlet fonları tahsis etmek için emir vermenin resmi görevinin bir parçası olduğunu ve bu emirlerden cezai olarak sorumlu tutulmaması gerektiğini savunmuştur. Nihayetinde, bu emirlerle ilintili olarak aktarılan paraya ne olduğu hakkında herhangi bir bilgisi olmadığını beyan etmiştir.
Dahası, hukuk mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararı ile sonuçlanan nihai kararın yokluğunda onu bir cezai suç işlediğinden yola çıkarak bu suç nedeniyle tazminat ödemesine hükmedilmesine itiraz etmiştir. Ayrıca, hukuk mahkemesinin savcının iddia edilen cezai suçla ilgili gerçeklere ilişkin ifadesine atıfta bulunduğunu ve ceza mahkemesince böyle bir hüküm verilmemiş olmasına rağmen bu gerçekleri kanıtlanmış kabul ederek “ciddi usul ihlali” yapıldığını ileri sürmüştür. Sonlandırılan takibat nedeniyle kendisine karşı cezai işlem yapılmış olmamasına rağmen hukuka aykırı olarak kendisine bir hukuk davası açıldığını beyan etmiştir. Başvurucu, her ne kadar cezai takibat bakımından dava zamanaşımının gerçekleştiği aşikar olsa da, iddia makamının takibatı kasti olarak 2005’te başlattığını ve böylece hukuk davası bakımından zamanaşımı süresini canlandırmayı amaçladığını öne sürmüştür ve tüm zamanaşımı sürelerinin sona ermiş olduğunu da eklemiştir. Yüksek mahkemeler, başvuranın temyizlerinde öne sürülen iddialarına açıkça cevap vermemiştir. Başvuran daha sonra davanın Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden açılmasına ve gözden geçirilmesine çalışmıştır ancak girişimleri sonuçsuz kalmıştır.
Başvurucunun Şikayetleri
Başvurucu, yerel mahkemenin verdiği hükmün doğru bir biçimde gerekçelendirilmemesi sebebiyle adil olmadığı ve yüksek mahkemelerin iddialarını dikkate almadığı gerekçesiyle İHAS’ın 6 § 1 maddesinin ve suçlu bulunduğu bir cezai takibat bulunmamasına rağmen bununla bağlantılı bir zararı tazmin etmesine hükmedildiği için İHAS’ın 6 § 2 maddesinin ve İHAS’a Ek 1 Numaralı Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği iddialarıyla İHAM’a başvurmuştur.
Başvurucu, Mahkeme’ye 8 Mayıs 2007 tarihinde başvurmuştur.
Mahkeme’nin Değerlendirmesi
Madde 6§1 (Adil yargılanma hakkı)
Mevcut davada Mahkeme, Başvurucunun itirazlarında sürekli olarak aleyhindeki hukuk davasında maddi ve usul kurallarının ihlal edildiği yönünde iddialarda bulunduğunu gözlemlemiştir. Diğer iddiaların yanı sıra özel olarak savcılığın yerel hukuk kurallarına aykırı olarak “cezai takibat çerçevesinde bir hukuk davası” açtığını iddia etmiştir.
İHAM, bu bağlamda öncelikle mahkemelerin kararlarının gerekçelerini açıkça belirtmeleri gerektiğini tekrar etmiş ve Başvurucunun iddialarının sağlam dayanağı olup olmadığını incelemenin Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca görevi olmadığını ve bu görevin ulusal mahkemelere düştüğünü belirtmiştir. Ancak Mahkeme’nin, başvuruların hüküm bakımından belirleyici olup olmadığı sonucuna varmak için böyle bir inceleme yapması gerekli değildir. Mahkemeye göre, yerel mahkemenin, yerel hükümlerde öngörülen “ceza yargılamaları çerçevesinde medeni hak talepleri” için oluşturulan usulün uygulanamazlığına ilişkin olarak inceleme yapılmış ve talep kabul edilmiş olsa idi dava reddedilmiş olabileceğinden söz konusu itiraz davanın sonucu bakımından belirleyicidir. Ancak, her ne kadar Başvurucu konuyla ilgili itirazda bulunmuş ve cevap talep etmişse de yerel mahkemeler kararlarında kendisine herhangi bir yanıt vermemiştir. Mahkemeye göre bu gibi durumlarda, mahkemelerin başvuranın iddialarını hiç incelemediğini veya bunları değerlendirip reddettiklerini ve eğer öyleyse bu yönde karar vermelerinin nedenlerini tespit etmek imkansızdır.
Tüm bu nedenlerle Mahkeme, Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğinden Sözleşme’nin 6§1 hükmünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Madde 6 § 2 (Masumiyet Karinesi)
Kabul edilebilirlik
(a) Uygulanabilirlik: Başvurucu ile ilgili hukuki takibat, cezai takibatın dava zamanaşımının dolması nedeniyle bitirilmesinden sonra başlatılmıştır. Başvurucu, iç hukuk anlamında hiçbir zaman resmi olarak “sanık” olarak suçlanmamıştır ve savcılık makamlarının hukuk davası açtığı zamana kadar dava ile ilgili işlemlerden haberdar olmamıştır. Bu koşullar göz önüne alındığında, cevaplanması gereken sorular ilk olarak, durdurulan cezai takibatın Başvurucuyu Sözleşme bağlamında “suçlanmış” bir kişi olarak dahil edip etmediği ve eğer böyleyse ikincisi müteakip hukuki yargılamanın 6 § 2 maddesi kapsamına girmediğidir.
Başvurucunun davasında, onu cezai bir suçla suçlayan resmi bir karar alınmadığı doğrudur. Bununla birlikte, cezai kovuşturma başlatma kararı esnasında Başvurucu, açıkça zimmete para geçirme ve kamu görevinin kötüye kullanılması suçlarıyla ilgili olarak birincil şüphelilerden biri olarak belirlenmiştir. Yetkililer, bu aşamada bir tanık ifadesine başvurmak için de olsa, bu suçları işlediğinden şüphe duydukları için takibatla bağlantılı olarak onu sorgulamayı amaçlamışlardır. Nihayetinde, savcılık makamı, “ceza yargılamaları çerçevesinde medeni tazminat talepleri” prosedürü ile bağlantılı olarak bir hukuk davası açmıştır. Bu prosedür, diğerlerinin yanı sıra, yalnızca “sanık” kişiye veya sanığın cezai işlemlerinden maddi olarak sorumlu tutulabilecek bir kişiye karşı verilebileceği için “cezai suçlama” nın varlığını gerektirmektedir ve savcılık makamının bu isnadı Başvurucunun durumunu esaslı olarak etkilemiştir. Başvurucu ise, ancak hukuk davası açıldıktan sonra, kendisine karşı yapılan iddiaların farkına varmıştır.
Başvurucunun davasında, müteakip hukuk yargılamaları, bitirilen cezai takibatla ilişkilendirilmiştir ve savcılık, hukuki tazminat davasını Başvucuru da dahil sanıkların büyük miktarda devlet bütçesine ait parayı zimmete geçirdikleri hususunda toplanan kanıtlara dayandırmıştır. Yerel mahkeme de bu bireylere “zimmetine para geçirme” suçundan tazminata hükmetmiştir. Dolayısıyla, yerel makamlar ve mahkemeler tarafından uygulanan ilgili mevzuat ve uygulama kapsamında, hukuk yargılamaları ceza soruşturmasının “doğrudan sonucudur”. Ayrıca, mahkeme tarafından kullanılan ifadelerde de Başvurucunun “cezai sorumluluğu” ima edilerek cezai takibatla bağlantı kurulmuştur.
Sonuç: Dolayısıyla 6§2 maddesi uygulanabilirdir.
(b) Esas: Başvurucu, ceza hukuku kapsamındaki suçluluğu belirlemeye yetkili bir mahkeme tarafından hiçbir zaman bu suçtan yargılanmamıştır. Medeni hak talebine ilişkin hukuki tazminat davasında karar, paranın “zimmetine para geçirdiğini” ve sanıkların, “ceza gerektiren suçtan kaynaklanan zararın” tazmin edilmesi gerektiğine dayandırılmıştır. Kullanılan ifadeler, bir suçun işlendiği ve Başvurucunun, hiçbir zaman mahkum edilmediği ve savunma haklarını kullanma fırsatı bulamadığı bir ceza davası esas alınarak bu suçtan hükümlü olduğuna dair kesin bir görüşü yansıtmaktadır.
Sonuç: Oy birliği ile 6§2 hükmünün ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Ek 1 Numaralı Protokol’ün 1. Maddesi (Mülkiyet hakkı)
Yukarıda yer verilen bulgular doğrultusunda Mahkeme, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca incelemeye gerek duymamıştır.
41. Madde (Adil Tazmin)
Mahkeme, masraf ve harcamalar için 1.500 Euro ve manevi tazminat olarak 4.700 Euro ödenmesine karar vermiştir.
Trackbacks & Pingbacks