FORUM – Av. Melis Gebeş – Geçmişin Ağır Hak İhlalleriyle Yüzleşmede Başka Bir Zaman Sınırlaması: Anayasa Mahkemesinin Süre Aşımından Kabul Edilemezlik Kararları
Geçmişin Ağır Hak İhlalleriyle Yüzleşmede Başka Bir Zaman Sınırlaması: Anayasa Mahkemesinin Süre Aşımından Kabul Edilemezlik Kararları
Av. Melis Gebeş – Hafıza Merkezi Hukuk Çalışmaları Ekibi
Giriş
Anayasa Mahkemesi (AYM), Ocak 2018’den bu yana doksanlı yılların ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili yapılan bir dizi bireysel başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verdi. Bugüne dek bu konuda yapılan bireysel başvurular hakkında yayımlanan toplam 32 kabul edilemezlik kararından[1] 28’inin gerekçesi ise aynı: ‘süre aşımı.’ AYM’ye göre, olayların üzerinden uzun zaman geçmesine ve yürütülen soruşturmalarda bir ilerleme sağlanmamasına veya sağlanacağına dair umut verici gelişmeler yaşanmamasına rağmen, soruşturmaların etkisizliğinin farkına varması gereken başvurucuların, bireysel başvuruda bulunmak için soruşturmaların sonlanmasını beklemesi, süresi içerisinde bir başvuru yapmadıkları anlamına geliyor. AYM’nin usuli kabul edilemezlik gerekçelerinden birine dayanarak oluşturduğu bu içtihadı, bireysel başvuru mekanizmasının etkili bir başvuru yolu olup olmadığına dair tartışmaları kuvvetlendiriyor.
Başvuru Süresiyle İlgili Genel Kurallar
Başvuru süresine riayet etmek, AYM’ye yapılan bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartlarından biridir. Doksanlı yılların ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili bireysel başvurular hakkında verdiği kabul edilemezlik kararlarında AYM, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) başvuru süresine ilişkin içtihadından esinlenerek bir yaklaşım geliştirdiğini belirtmektedir. AYM bu kararlarda, başvurulara getirilen bu zaman sınırlamasının birkaç amacı üzerinde durmaktadır. Temel amacı, hak ihlali iddialarının makul süre içerisinde incelenmesini sağlayarak, hukuk güvenliğini korumak ve böylece yetkili makamlar ile ilgili diğer kişilerin uzun süre belirsizlik altında kalmasını önlemektir. AYM’ye göre, bu amaçların en önemlilerinden biri de, üzerinden uzun zaman geçmesi nedeniyle hakikatlerin tespit edilmesi zorlaşmadan önce, hak ihlali iddialarının adil bir şekilde incelenebilmesinin garanti altına alınmasıdır[2].
Bireysel başvuru süresine uyma kuralı, kanunen başvuru yollarının tüketilmesi kuralıyla yakından ilişkilidir. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47’inci maddesinin 5’inci fıkrasına göre, “Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.” Bununla birlikte, AYM bireysel başvuruların kabul edilebilirliğine ilişkin bu kuralların, şekli ve mutlak olmayıp, temel hak ve özgürlüklerin etkin bir şekilde korunmasının sağlanabilmesi amacıyla, pratikte her davanın somut koşullarına göre yorumlanarak uygulanacağını kabul etmektedir.
Otuz günlük bireysel başvuru süresi, kural olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Ancak, sadece başvurucuların şikayetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve çözüm sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkili başvuru yollarının tüketilmesi beklenmektedir. İhlal iddiasını değerlendirmeye ve ihlal tespiti yapıldığında yeterli giderim sağlamaya imkan tanıyan bir başvuru yolunun bulunmaması halinde, başvurucuların ihlali öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içerisinde AYM’ye bireysel başvuruda bulunmaları gerekmektedir[3].
AİHM, paralel bir yaklaşım benimsemektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 35’inci maddesinin 1’inci fıkrasında, AİHM’e “iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içerisinde” başvurulması gerektiği öngörülmektedir. Altı aylık başvuru süresi, prensipte iç hukuk yollarının tüketilmesindeki nihai karar tarihinden itibaren işletilmeye başlasa da, başvurucuların kullanabileceği etkili bir iç hukuk yolunun mevcut olmadığı durumlarda, bu süre şikayet konusu eylemin veya işlemin meydana geldiği tarihten ya da başvurucu üzerinde yarattığı etki ve zararın bilindiği tarihten itibaren başlamaktadır[4].
Başvurucular, şikayetleri konusunda çözüm sağlayabilecek etkili bir başvuru yolunun mevcut olması halinde ise, bireysel başvuruyla getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliği gereği, öncelikle yetkili makamlara müracaatta bulunmalıdır. AİHM için de geçerli olan ikincillik prensibi, başvurucuların şikayetlerinin öncelikle ulusal seviyede karara bağlanmasını gerektirmektedir. Bununla birlikte, başvurucuların görünürde mevcut olan bir iç hukuk yolunu kullanması, fakat daha sonra bu hukuk yolunu etkisiz hale getiren koşulların farkına varması halinde, AİHM başvurusu süresinin bu koşulların ilk farkına vardığı veya varması gerektiği tarihten itibaren başlatılmasını uygun görmektedir[5].
Süre aşımı kararlarında bu AİHM içtihadından yola çıkan AYM, AİHM’nin başvuruculara şikayetleriyle ilgili özenli davranma ödevi yüklediğine vurgu yapmaktadır. AYM’ye göre, bu özen gösterme ödevinin birbiriyle bağlantılı iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, başvurucuların ulusal makamlara gecikmeksizin başvurmaları ve soruşturmadaki gidişatı takip etmek için temasta bulunmaları gerekliliğine ilişkindir. İkincisi ise, başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığının farkına varır varmaz veya varmalarını gerektiren bir durum ortaya çıkar çıkmaz, ivedilikle AİHM’e başvuruda bulunmaları gerektiğine işaret etmektedir. Aksi takdirde, AİHM’nin başvurucuların şikayetlerini usulünce ve adil bir şekilde çözüme kavuşturması zorlaşacaktır[6].
AİHM’nin bu içtihadını kendi uygulaması için uyarlayan AYM’ye göre, şikayetleriyle ilgili çözüm sağlayabilecek etkili bir başvuru yolu mevcutsa, başvurucular en kısa sürede yetkili makamlara müracaatta bulunmak ve soruşturmanın akıbetini takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü altındadır[7]. Yetkili makamlara yapılan müracaatlara rağmen bir soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan soruşturmada bir ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hal almışsa, başvurucular gerekli özeni göstererek, çok uzun süre geçirmeden bireysel başvuruda bulunmalıdır. Böyle bir durumda, başvuruculardan soruşturmanın etkisizliğinin farkına vardığı ya da varması gerektiği andan itibaren otuz gün içerisinde şikayetlerini AYM’ye iletmesi beklenmektedir[8].
Zaman ilerledikçe deliller kaybolduğundan ve bozulduğundan, tanıkların olayları hatırlaması güçleştiğinden, aradan geçen zamanın AYM’nin bireysel başvuruya ilişkin incelemesinin anlamı ve sonuçları üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu ifade edilmektedir. AYM’ye göre, olayların ardından uzun bir süre geçtiğinde ve yürütülen soruşturmalarda önemli gecikmeler ve fasılalar yaşandığında, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin veya yürütülmeyeceğinin başvurucular tarafından anlaşılması gerekmektedir. Bu gibi durumlarda, başvurucuların gerekli süratle hareket ederek, şikayetlerini AYM huzurunda dile getirme ödevi bulunmaktadır[9].
İstisnai Durumlar
AYM, süre aşımı kararlarında, AİHM’nin ulusal makamlara başvurmada yaşanan gecikmeleri bazı koşullarda makul bulduğundan bahsetmektedir. Örneğin, davanın karmaşıklığı, ağır insan hakları ihlallerinin dahi soruşturulmadığı bir korku ortamının mevcudiyeti, kamu otoritelerinin başvurunun geri çekilmesi için baskı yapması veya ihlallere neden olan kamu görevlileri hakkında şikayette bulunulmasının bedelinin ödettirileceği yönünde yapılan tehditler, başvurucuların gecikmekte haklı nedenlerinin bulunduğunu göstermektedir[10]. Ayrıca, başvurucuların ulusal makamlara başvurmak için çok önemli olgusal veya hukuki meseleleri çözüme kavuşturabilecek gelişmelerin sonuçlanmasını beklemesinin makul görüldüğü durumlar da söz konusu olabilmektedir[11]. Bu gibi haklı gerekçeler, başvuruların kabul edilebilirliğini olumsuz etkilememektedir.
Başvuru yollarının tüketilmesinde makul sürede hareket etme ödevinin yerine getirilip getirilmediğini değerlendirirken benzer bir yaklaşım benimseyen AYM, bu konuda başvurucuların kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerektiğini söylemektedir[12]. Yetkili makamlara şikayette bulunmanın imkansız veya önemli ölçüde güç olduğu durumlar mevcutsa, AYM başvurucuların özenli davranma ödevinin bahse konu durumların sona ermesinden itibaren başlatılmasını uygun bulmaktadır. Bu durumların neler olduğu ise, her bireysel başvuruda olay ve olgular ile başvurucunun tutumu nazara alınarak incelenmektedir[13].
AİHM’nin başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığını ne zaman fark etmesi gerektiğinin net bir şekilde saptanmasını güç bulduğunu belirten AYM, bunun hangi noktada meydana geldiğinin her davanın kendi koşullarına göre değerlendirildiğini söylemektedir. Başvurucular ile yetkili makamlar arasında anlamlı bir takım temaslar veya soruşturma tedbirlerinde ilerleme sağlanacağına dair bazı emareler veya gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece, AİHM başvurucularda haksız gecikme düşüncesinin uyanmayacağını kabul etmektedir[14]. Ayrıca, etkisiz bir soruşturma sürecinde yetkili makamların başkaca soruşturma işlemleri yapmasını gerektiren yeni bir delil veya bilginin ortaya çıktığı durumlarda da başvuru süresinin aşıldığından söz edilemeyecektir[15].
Benzer bir biçimde, başvurucuların etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına varması gerektiğini her bireysel başvurunun şartlarına bağlı olarak değerlendirileceğini söyleyen AYM, bazı durumlarda başvuruculardan bunun beklenemeyeceğini belirtmektedir. Örneğin, başvurucuların yaşam hakkı ile ilgili yürütülen bir soruşturmanın etkisizliğine ilişkin şikayetlerini AYM’ye iletmeden önce, makul bir süre boyunca soruşturmanın nasıl sonlandırılacağını beklemesi anlaşılır bulunmaktadır[16].
Ayrıca, bir soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbirler alındığı müddetçe, başvurucuların soruşturmanın etkisiz olduğunu ileri sürerek, başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunmaları beklenmemektedir. Ancak bu halde dahi, soruşturmanın etkisizliğini daha sonra öğrenen başvurucular, durumun farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süratle AYM’ye başvurmalıdır[17].
AYM, etkisiz yürütülen, ancak olayları açıklığa kavuşturabilecek nitelikteki bir soruşturma kapsamında da önemli gelişmelerin yaşanabileceğinin AİHM tarafından göz önünde bulundurulduğuna değinmektedir. AİHM, bu bağlamda özellikle savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlarda faillerin yargılanmasında ve cezalandırılmasında bulunan kamu menfaatini gözetmektedir. Bu nedenle AİHM, olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra ortaya çıkma ihtimali olan bu suçlarla ilgili alınan soruşturma tedbirlerini değerlendirirken aşırı derecede kuralcı olmanın yersiz olduğunu belirtmektedir[18].
AYM, bir ülkedeki çatışma veya olağanüstü hal ortamında meydana gelen zorla kaybetmelerle ilgili AİHM içtihadını da örnek olarak göstermektedir. Yaşadıkları süregiden belirsizlik hali nedeniyle, sevdiklerinin akıbetinin aydınlatılacağına dair beklentilerinden vazgeçmeleri gereken zamanın kesin olarak belirlemenin mümkün olmadığını kabul eden AİHM, zorla kaybedilenlerin yakınları için makul sürede başvuruda bulunma ödevini çok katı bir biçimde yorumlamamaktadır[19]. Bu nedenle, zorla kaybetmeler gibi süregiden bir durumun söz konusu davalarda, başvuru süresi her gün yeniden canlanmakta ve genellikle ihlal sona erdiğinde gerçek anlamda işletilmeye başlamaktadır[20].
Kriterlerin Doksanlardaki Ağır Hak İhlalleriyle İlgili Başvurulara Uygulanması
Doksanlarda meydana gelen ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili süre aşımından kabul edilemez bulunan bireysel başvurular, açılan soruşturmaların yirmi yıllık dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla (KYOK) kapatılmasının ardından yapılmıştır. Yetkili sulh ceza hakimliklerine yaptıkları KYOK itirazları reddedilen başvurucular, otuz gün içerisinde bir sonraki hukuk yolu olan AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştur.
Hukuki nitelendirme ve incelemenin kapsamı
Öncelikle, AYM’nin bu kabul edilemezlik kararlarında yaptığı incelemenin kapsamını tayin ederken tutarsız bir uygulama izlediğini söylemek gerekmektedir. Yaşam hakkı bağlamında kamu gücünün kasıtlı ve hukuka aykırı olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşamını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülük) ve doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu) bulunmaktadır. Süre aşımından kabul edilemez bulunan doksanlı yılların ağır hak ihlalleriyle ilgili bireysel başvurularda, yaşam hakkına ilişkin bu yükümlülüklerden en az birinin ihlal edilmiş olduğu ileri sürülmüştür. Başvuruların tümünde etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddia edilirken; bazı başvurularda, bunun yanı sıra öldürmeme anlamındaki negatif yükümlülüğün veya yaşamı koruma anlamındaki pozitif yükümlülüğün ihlal edildiği öne sürülmüştür. Başvuruların bazılarında ise, bu üç yükümlülüğünün hepsinin birden ihlal edildiğine dair iddialar yer almaktadır.
Yaşamı korumaya ilişkin pozitif yükümlülüğün ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü bazı başvurularda, AYM başvuruların bu yönünün başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Bu kararlarda AYM, idari yargıda açacağı bir tam yargı davasıyla yetkililerin kusura dayalı sorumluluğunu tespit ettirerek tazminat alma imkanına sahip olan başvurucuların, hukuk sisteminde mevcut olan bu başvuru yolunu tüketmediğini belirtmiştir[21]. Buna karşın, AYM’nin süre aşımıyla ilgili öncü kararını verdiği Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusunda, başvurucular güvenlik güçleri tarafından yakınlarının yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmadığını iddia etse de, AYM başvurunun yaşamı korumaya ilişkin pozitif yükümlülükle ilgili bu yönünü değerlendirmemiştir.
Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğün ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü bazı başvurularda ise, AYM bu konuda değerlendirme yapmasına imkan sağlayacak nitelikte -makul şüphenin ötesinde- bir kanıt bulunmadığını, bu nedenle sadece yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usuli boyutu ile sınırlı inceleme yaptığını belirtmiştir[22]. Ancak negatif yükümlülük ihlali iddiasının bulunduğu diğer bireysel başvurular hakkındaki kabul edilemezlik kararlarında, bu iddialar ayrı bir incelemeye tabi tutulmamış, sadece etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında bir değerlendirme yapılmıştır. Kararların çoğunda yapılan inceleme bu şekildedir.
Bunun yanı sıra, başvuru konusu olaylarla ilgili başvurucular tarafından yapılan hukuki vasıflandırmayla bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eden AYM, doksanlı yılların ağır hak ihlalleriyle ilgili bireysel başvurularda ileri sürülen ihlal türlerini nitelendirirken belirli bir standart uygulamamıştır. Süre aşımı nedeniyle kabul edilemez bulunan ve yayımlanan bireysel başvuruların 8’i hukuk dışı infaz, 1’i gözaltında ölüm, 19’u ise zorla kaybetme vakalarına ilişkindir. Zorla kaybetmelerle ilgili yapılan bireysel başvurular hakkında verilen bu kabul edilemezlik kararlarının yalnızca bir kısmında, başvuruya konu olayların zorla kaybetme teşkil ettiği belirtilmiş[23]; diğerlerinde ise, bu yönde herhangi bir nitelendirme yapılmamıştır.
Zorla kaybetmelerle ilgili başvurular
AİHM içtihadında, yaşam hakkını ihlal eden öldürme fiilleri ile zorla kaybetmeler arasında bir ayrım yapılmaktadır. Zorla kaybetme eyleminin özgün niteliğini göz önünde bulunduran AİHM, bunun anlık bir olay olmadığını, yetkili makamlarca kaybedilen kişinin akıbetinin gizlenmesi nedeniyle süregiden belirsizlik ve cezasızlık haline yol açan bir ihlal türü olduğunu kabul etmektedir. Kaybedilen kişinin akıbeti açığa çıkarılıncaya kadar, bu ihlal her geçen gün meydana gelmeye devam etmektedir. İhlalin bu devam eden niteliği, zorla kaybetmelerde uygulanacak zaman sınırlamalarına ilişkin kurallardan sapma gösterilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bireysel başvurulara konu zorla kaybetme vakalarının AYM tarafından bu şekilde nitelendirilmemesi, bu ihlal türüne özgü AİHM içtihadının da uygulanmaması sonucunu doğurmuştur. AYM’nin zorla kaybetmelerle ilgili başvurularda kabul edilebilirliğe ilişkin kuralları uygularken katı bir tutum benimsemekten kaçındığını söylemek mümkün değildir. Her ne kadar kararların tümünde süregiden ihlallerde başvuru süresinin ihlal tamamlanınca işletilmeye başlayacağını söyleyen AİHM içtihadına yer verilmiş olsa da, bu içtihat AYM tarafından yapılan değerlendirmelerde esas alınmamış, yalnızca referans gösterilmekle yetinilmiştir.
Üçüncü tarafların davaya katılımı
AİHM İç Tüzüğünün 44’üncü maddesinin 3’üncü fıkrası uyarınca, adaletin uygun şekilde yönetilmesi amacıyla yargılamaya taraf olmayan veya başvurucu olmayan ilgili kimseler, davet veya izin üzerine davalara yazılı görüşlerini sunabilmektedir. Her ne kadar AYM İçtüzüğünde bu yönde bir düzenleme yer almasa da, uygulamada AYM’nin özellikle sivil toplum kuruluşları tarafından amicus curiae (mahkemenin dostu) sıfatıyla sunulan bu tür yazılı görüşleri kabul ettiği bilinmektedir.
Doksanlı yılların ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili bireysel başvurulara, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi tarafından iki adet amicus curiae görüşü sunulmuştur[24]. Görüşler AYM tarafından dosyaya eklense de ilgili bireysel başvurular hakkında verilen ve yayınlanan kabul edilemezlik kararlarında, AYM bu görüşleri kabul ettiğine dair herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Üçüncü taraflarca yapılan bu tür müdahalelere uygulanacak kurallar belirlenmediğinden, sunulan görüşlerin AYM tarafından dikkate alınıp alınmadığı belirsizliğini korumaktadır.
Başvuruculara yüklenen özenli davranma ödevi
AYM, doksanların ağır hak ihlallerine ilişkin bireysel başvurular hakkında süre aşımı gerekçesiyle verdiği kabul edilemezlik kararlarını, temel olarak başvuruculara yüklediği özenli davranma ödevi etrafında şekillendirmiştir. Kararlarda, başvurucuların hem başvuru yollarını tüketirken savcılık makamlarına başvurmada özenli davranıp davranmadıklarına; hem de soruşturmaların etkisizliğinin farkında olduklarında veya olmaları gerektiğinde gecikmeksizin AYM’ye bireysel başvuruda bulunup bulunmadıklarına yönelik bir inceleme yapılmıştır.
AYM yaptığı değerlendirmeler sonucu verdiği kabul edilemezlik kararlarından bazılarında, başvurucuların soruşturma süreçlerinin akıbetini takip etmek konusunda girişimleri olmadığını, yetkili savcılık makamlarından talepte bulunmadıklarını ve sundukları bireysel başvurularda savcılıklara müracaat etmelerini engelleyecek bir güçlük çektiklerine dair herhangi bir iddia da ileri sürmediklerini ifade etmiştir[25]. Bazı kararlarda, başvurucular tarafından dosya fotokopisinin istenmesi dışında savcılıklar nezdinde herhangi bir istemde bulunulmamış olduğu belirtilmiştir[26].
Başvuru yollarının tüketilmesiyle ilgili olarak, AYM’nin bazı kararlarda başvuruculardan beklenmesi makul olan özenli davranma ödevinin sınırını aşan bir inceleme yaptığını söylemek mümkündür. Başvurucuların soruşturma sürecinde yetkili savcılık makamları nezdinde yaptığı talepler, AYM tarafından ölçütü belirli olmayan bir nitelik değerlendirmesinden geçirilmiştir. Bu kararların bazılarında başvurucuların dilekçelerinde yer alan talepleri teker teker incelemeye tabi tutan AYM, bu taleplerin soruşturmaların ilerlemesini sağlayıcı nitelikte olmadığına kanaat getirmiştir[27].
Başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığını ne zaman fark etmesi gerektiğiyle ilgili olarak, kararların hepsi için geçerli olan husus, AYM’nin bireysel başvuruların özel şartlarını dikkate almamasıdır. AYM, insanlığa karşı işlenen suçların soruşturulmasında bulunan kamu menfaati gereği kabul edilebilirlik kurallarının esnetildiği AİHM içtihadını aktarsa da, önüne gelen başvurularda bu istisnai koşulların varlığı değerlendirmelerinde rol oynamamıştır. Bu bağlamda AYM, doksanlardaki ağır hak ihlallerinin arka planındaki devlet politikasıyla birlikte sistematik ve yaygın niteliklerini tanımaktan imtina ederek, bireysel başvurulara konu ihlalleri münferit vakalar olarak ele almıştır. Bu durum, AYM’nin bu ihlallerle ilgili alınan soruşturma tedbirlerine ilişkin yaptığı incelemelerde aşırı derecede kuralcı davranmasıyla sonuçlanmıştır.
Örneğin AYM’ye göre, başvurucuların taleplerinin soruşturmaların ilerlemesini sağlayıcı nitelikte olmamasının bir nedeni, taleplerin olayların üzerinden çok uzun zaman geçtikten sonra yapılmış olması ve o zamana kadar, soruşturmada zaten faillerin tespit edilmesine imkan veren herhangi bir somut delil elde edilememesidir[28]. Kararlardan bazılarında ise, başvurucuların dava zamanaşımı süresinin dolmasına kısa bir süre kala talepte bulunmuş olması, AYM’nin bu taleplerin başvuru süresini canlandırmak amacıyla yapıldığı kanaatine varmasına neden olmuştur[29]. Başvuru konusu ihlallere münferit vakalar gözüyle bakan AYM, ihlallerle ilgili uzun süre etkisiz yürütülen ancak olayları açığa kavuşturabilecek nitelikteki bu soruşturmalar kapsamında yıllar sonra önemli gelişmeler yaşanabileceğini göz ardı etmiştir.
Üstelik AYM başvurucuların taleplerinden tatmin olmasa da savcılık makamları bu talepler üzerine bazı soruşturma işlemlerini hayata geçirmiştir. Yapılan işlemler sonucu, soruşturmalarda gelişmeler meydana gelmiş ve başvuru konusu olaylarla ilgili yeni bilgiler ortaya çıkmıştır. Ancak yaptığı katı nitelik değerlendirmesi sonucu, savcılıklarca alınan tedbirlerin soruşturmanın ilerlemesini sağlamayacağı kanısına varan AYM, kendisini tatmin eden tedbirler alınmamış olmasının sorumluluğunu kamu gücü yerine, başvuruculara yüklemeyi tercih etmiştir. Savcılıklarca, şüpheli ifadelerinin alınması gibi, önemli soruşturma tedbirleri alınmış olsa dahi, ifadesi alınan kişilerin hakkındaki suçlamaları reddetmesi, AYM’nin bu işlemin gerçekleri tespit edecek, dolayısıyla soruşturmayı ilerletecek mahiyette olmadığı sonucuna ulaşması için yeterli olmuştur[30]. Bazı kararlarda ise, olayları aydınlatmak açısından kritik olan tanıkların dinlenmesi gibi, birtakım taleplerin eksik bırakılması, soruşturmanın etkisizliğini gösteren bir durum olarak görülmüştür[31]. AYM’ye göre, bu koşullar altında soruşturmanın etkisizliğinin farkına varması gereken başvurucular, başvuru yollarını tüketmeksizin süratle bireysel başvuruda bulunmaları gerekirken, soruşturmaların sonlanmasını beklemiştir.
1994 yılında Urfa’nın Viranşehir ilçesinde meydana gelen bir hukuk dışı infaz olayıyla ilgili olan Adalet Ekinci ve Diğerleri Başvurusu, AYM’nin özenli davranma ödevini değerlendirirken takındığı aşırı kuralcı tutumun çarpıcı bir örneğidir. Olayla ilgili soruşturma devam ederken, bir albay yargılandığı başka bir davada, devlet içerisinde faili meçhul cinayetlerden sorumlu olan illegal bir yapılanmayı kuran kişi olduğunu beyan etmiştir. Bunun üzerine yetkili savcılık makamına müracaat eden başvurucular, albayın olay tarihinde Viranşehir tabur komutanı olabileceğini, bu nedenle yakınlarının ölümüne dair bilgisi ve sorumluluğu bulunabileceğini belirterek, ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Savcılığın başvurucuların talebine ilişkin yaptığı işlemler sonucu, Genel Kurmay Başkanlığı, albayın olay tarihinde anılan komutanlıkta görevli olduğunu doğrulayan ‘gizli’ ibareli yazısını savcılığa iletmiştir[32]. AYM, ne başvurucuların taleplerinin, ne de bu talepler üzerine savcılıkça alınan tedbirlerin soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı nitelikte olduğunu belirtmiştir. Başvurucuların taleplerinin bu nitelikte olmamasının gerekçesi, dilekçelerinde albayın yakınlarının öldürülmesinde nasıl bir rol almış olduğuna ve ölüm olayının nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirildiğine dair somut bilgilere dayanmamış olmalarıdır[33].
AYM’nin yakınlarının hangi koşullarda ve kimler tarafından öldürüldüğüne ilişkin somut bilgiler elde etmek için yükümlülük altında olan soruşturma makamlarının yetkilerine sahip olmayan başvuruculardan böyle bir beklentisi olması, özenli davranma ödeviyle bağdaşmamaktadır. Ayrıca, bir albay tarafından böylesi beyanlarda bulunulması, etkisiz bir soruşturma sürecinde bile yetkili makamların soruşturma tedbirleri almasını gerektiren yeni bir bilginin ortaya çıktığı anlamına gelmektedir. Nitekim, yetkili savcılık makamı, albaya ilişkin bilgi toplamak için somut adımlar atmış ve olay tarihindeki görev yeri ve ünvanını tespit etmiştir. Fakat AYM, bu işlemlerin başvurucuların soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbirler alınacağına dair haklı bir beklenti içine girmelerini gerektirmeyeceği görüşündedir.
Öte yandan, olayların aydınlatılmasını ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek soruşturma tedbirlerinin alındığının kabul edildiği kimi başvurularda, AYM başvurucuların belli bir tarihten sonra soruşturmanın etkisiz bir hal aldığını fark etmeleri gerektiğini söylenmiştir. Bununla birlikte, savcılıkların dava zamanaşımı süresinin dolmasına çok az bir süre kalana kadar soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbirler aldığı örnekler bulunmaktadır[34]. 1994 yılında Şırnak’ın İdil ilçesinde meydana gelen bir zorla kaybetme vakasıyla ilgili Suphiye Durğut Başvurusunda, zamanaşımına yalnızca on dört gün kala, olayı aydınlatmak açısından kritik olan bir kişinin ismi tespit edilmiş, ancak şüpheli olabilecek bu kişinin ifadesi alınmadan zamanaşımından KYOK verilmiştir. Yetkili savcılık makamının şüpheli olabilecek bu kişiyi tespit etmesi, aynı zamanda AYM’nin zaman bakımından yetkisinin başlamasından hemen önce, 6.8.2012 tarihinde gerçekleşmiştir. AYM, böylesi dar bir zamanlamanın söz konusu olduğu durumlarda bile, KYOK verilmesi beklendiği için süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunulmadığı sonucuna varmıştır[35].
Ayrıca, kabul edilemezlik kararlarının tümünde, AYM başvurucuların olaylarla ilgili yürütülen ceza soruşturmalarının etkisiz olduğunun farkında olduklarını gerekçelendirirken, başvurucuların kendi talep ve itirazlarına dayanmıştır. AYM’ye göre, başvurucuların dava zamanaşımının dolması nedeniyle verilen KYOK’lara yaptıkları itirazlarda, etkili bir soruşturma yürütülmediğinden şikayetçi olması, bu durumun farkında olduklarını göstermektedir[36]. Kararların bazılarında ise, başvurucuların soruşturma sürecinde yetkili savcılık makamlarına müracaat edip, etkili bir soruşturma yürütülmesini talep ederek, soruşturmaların etkisizliğinin farkında olduklarını ortaya koydukları şeklinde bir değerlendirme yapılmıştır[37]. AYM, başvurucuların talep ve itiraz dilekçelerini kendi aleyhlerine olacak şekilde ele aldığı gibi, özen ödevinin bu talep ve itirazların nasıl sonuçlanacağını önceden bilerek ya da tahmin ederek hareket etmelerini gerektirdiği şeklinde mantığa uygun düşmeyen bir yorum da yapmıştır.
AYM’nin bireysel başvuruların ne zaman yapılmasını beklediği hakkında kabul edilemezlik kararlarından bazıları ipucu vermektedir. Bazı kararlarda, AYM’nin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih ile bireysel başvuru tarihi arasındaki sürenin makul kabul edilemeyecek kadar uzun olduğu belirtilmiş[38]; bazılarında ise, başvurucuların bireysel başvuruların kabul edilmeye başlanmasının ardından başvuru yapma imkanı olduğunu ifade etmiştir[39]. Kimi kararlarda ise, başvurucuların AYM’nin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten makul bir süre sonra bireysel başvuruda bulunmalarının beklendiği açıklanmıştır[40]. Örneğin, AYM’nin zaman bakımından yetkisinin başlamasından 2 yıl 7 ay sonra yapılan bir bireysel başvuru, süresi içerisinde yapılmış sayılmamıştır[41].
Umut verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar
Başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığını ne zaman fark etmesi gerektiğiyle ilgili olarak, başvuruların tamamına yakını için geçerli olan bir diğer durum, AYM’nin soruşturmalarda ilerleme sağlanacağına dair umut verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğunu dikkate almamış olmasıdır. Doksanlı yılların ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili bu başvurularda, ihlallerle ilgili açılan soruşturmalar yıllarca sürüncemede bırakıldıktan sonra, 2009-2014 yılları arasında canlandırılmıştır. Bu dönem, başvurucuların yetkili savcılık makamlarından taleplerde bulundukları, savcılıklarca olayları çevreleyen koşulları aydınlatmak ve failleri tespit etmek için somut adımların atıldığı ve uzun yıllar sonra önemli bilgilerin ortaya çıkarıldığı görülmektedir.
Başvurucuların başvuru yollarını tüketmeden, soruşturmanın etkisiz olduğu gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunmalarını gerektirmeyen bu koşulların AYM tarafından göz önünde bulundurulmaması, başvuru konusu ihlallerin münferit vakalar olarak görülmesinden de kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, ihlallerle ilgili yürütülen soruşturmaların seyrinde aynı dönem benzer hareketlenmelere yol açan önemli yargısal gelişmeler hesaba katılmamıştır. Soruşturmalarda meydana gelen bu hareketlenmede, doksanlarda işlenen ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili yıllardır açık olan başka pek çok soruşturmanın, bu yıllar arasında kovuşturmaya dönüşmesi de etkili olmuştur. Nitekim, devlet görevlileri aleyhine açılan bu yüksek profilli ceza davaları kapsamında, bireysel başvurulara konu olaylarla ilgili de önemli delil ve bilgiler ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler, gerek başvurucularda gerekse kamuoyunda, geçmişte işlenen yaygın ve sistematik ağır hak ihlallerinin faillerinin yargılanacağına ve cezalandırılacağına dair umut doğurmuştur.
Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in 2001 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesinde zorla kaybedilmesiyle ilgili yürütülen soruşturma, bu durumun örneklerinden biridir. Olayla ilgili AİHM, 2005 yılında diğerlerinin yanı sıra yaşam hakkının maddi ve usuli boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir[42]. AYM, AİHM’nin ihlal kararı sonrasında soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbir alınıp alınmadığını ve alınacağına dair umut verici gelişmelerin ve gerçekçi varsayımları bulunup bulunmadığını incelemiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında, kaybedilen kişilerin bir kimsesizler mezarına gömüldüğüne dair çıkan gazete haberleri üzerine 2013 yılında burada mezar açma işlemi yapılmıştır. AYM, bu işlemin başvurucuların soruşturmanın ilerlemesine yönelik beklentilerini yeniden canlandırabilecek mahiyette olmadığı kanısına varmıştır. Ayrıca, başvurucuların soruşturmanın ilerlemesinin sağlanacağına dair haklı bir beklenti içine girdikleri yönünde bir beyanda bulunmadığını, bu nedenle kendisinin de böyle bir değerlendirme yapmasının mümkün olmadığını söylemiştir[43].
Benzer bir değerlendirme, 1994 yılında Şanlıurfa’da meydana gelen hukuk dışı bir infazı konu edinen Senay Melik Başvurusu hakkında verilen kabul edilemezlik kararında da yapılmıştır. Başvurucuların talepleri üzerine yeniden canlandırılan soruşturma kapsamında, yetkili savcılık makamı zamanaşımı süresinin dolmasına birkaç ay kalana kadar işlem yapmaya devam etmiştir. AYM, yapılan işlemleri tek tek değerlendirerek, neden ölüm olayını çevreleyen koşulların ve faillerin tespitine imkan verecek nitelikte olmadıklarını açıklamıştır. Bu işlemler arasında, katıldığı bir televizyon programında 1993-1997 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin bir devlet politikası olduğunu söyleyen emekli korgeneralin ifadesinin, zamanaşımı süresinin dolmasından oldukça kısa bir süre önce, alınması da bulunmaktadır. AYM, bu işlemin soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığına kanaat getirmiştir[44].
Bir diğer örnekte ise, doksanlı yıllarda çok sayıda kişinin öldürülerek asit kuyularına atıldığının yıllar sonra haberlerde yer alan gizli tanık ifadeleriyle kamuoyunda gündem olmasının ardından, Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı canlandırarak, olayı çevreleyen koşulların aydınlatılmasını sağlayıcı birçok adım atmıştır. Müşteki ifadelerine ilk kez başvurulmuş, kazı işlemleri yapılmış, gizli tanık ifadelerinde geçen bazı isimlerin kimlikleri tespit edilmiş, ilgili tarihlerde görev yaptıkları komutanlıklar ve bu komutanlıklarda görev yapan tüm personel belirlenmiştir. Kimliği tespit edilen şüphelilerin ifadelerinin alınması için, dava zamanaşımı süresinin dolmasından kısa bir süre önce, ilgili savcılıklara müzekkereler yazılmıştır. Ancak AYM, bu işlemlerin başvurucuların yakınlarının akıbetini tespit edebilecek nitelikte olmadığına, dolayısıyla soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair beklenti yaratamayacağına karar vermiştir[45].
Karşı Oy Yazısı
Silopi Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen söz konusu soruşturma kapsamında yapılan işlemler, birkaç kabul edilemezlik kararında konu edilmiştir. Bu kararlardan biri, 1994 yılında Silopi’de meydana gelen bir zorla kaybetme vakasıyla ilgili olan Delali Özdemir ve Leyla Padır Başvurusu hakkında verilmiştir. Oy çokluğuyla verilen bu kabul edilemezlik kararına, Bölüm Başkanı katılmamış ve karşı oy yazısı eklemiştir.
Karşı oy yazısında, Silopi Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan işlemler sonucu olayla ilgili önemli yeni gelişmelerin ortaya çıktığı, bu yüzden başvurucuların soruşturmanın ilerleyebileceği hususunda meşru ve haklı bir beklenti içine girmiş olduklarının söylenebileceği belirtilmiştir. Ayrıca, şüphelilerin ifadesinin alınmasına ilişkin yazıların, başvurucuların beklentilerini yeniden canlandırabilecek ve soruşturmaya konu olaylara ilişkin gerçekleri tespit edebilecek işlem mahiyetinde bulunmadığı iddiasının, ancak nihai karar merci olan yetkili sulh ceza hakimliklerinin KYOK itirazını reddetmesinden sonra kabul edilebileceği ifade edilmiştir. Bu nedenlerle, bireysel başvurunun yasal süresi içerisinde yapılmış olduğu kanaatine ulaşılmıştır[46].
Başvurunun kabul edilebilirliğinin yanı sıra, esasına ilişkin görüşler de içeren karşı oy yazısında, başvurucuların, gizli tanık ifadelerinden hareketle kaybedilen kişilerin devlet görevlileri tarafından alıkoyulduğunu, dolayısıyla yetkililerin denetimi altına girdiğini ilk bakışta (prima facia) ikna edici bir şekilde ortaya koyduğu kabul edilmiştir. Zorla kaybedilen iki yurttaşın akıbeti hakkında devletin tatmin edici bir açıklama yapamadığı ve soruşturmayı çok uzun bir süreye yayarak, etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiği kanısına varılmıştır. Başvurucuların yakınlarının devletin denetimi altındayken öldükleri ve bu durumun etkili bir şekilde soruşturulmadığı, adeta savsaklandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla yaşam hakkının hem usuli hem de maddi yönden ihlal edilmiş olduğu sonucuna ulaşılmıştır[47].
Karşı oy yazısında, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili bireysel başvurulara uygulanacak başvuru süresine ilişkin kabul edilebilirlik kriterlerine ilişkin başka önemli değerlendirmelere de yer verilmiştir. Ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda süre aşımı gibi hukuk güvenliğini korumak amacıyla getirilen zaman sınırlamalarının esnek uygulanması gerektiği konusunda uluslararası insan hakları hukukunda bir konsensüs oluştuğunun altı çizilmiştir. Bu konuya ilişkin uluslararası insan hakları belgelerine ve Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi organları tarafından verilen kararlara referans verilmiş ve Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili içtihadı aktarılmıştır.
Bunların yanı sıra, zorla kaybetmeler söz konusu olduğunda başvuru süresinin ne kadar esnetilebileceği veya ne kadar şekilci ve katı bir şekilde uygulanması gerektiği üzerinde düşünülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Zorla kaybetme eyleminin süreklilik taşıyan niteliğini göz önünde bulundurarak, bu vakalarda zamanaşımı süresinin eylemin tamamlanmasından sonra başlayacağını düzenleyen BM Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşmesinin 8’inci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinin, AYM’nin süre aşımı kararları için yol gösterici olabileceği belirtilmiştir.
Bu, süre aşımı nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararlarındaki tek karşı oy yazısıdır. Karşı oy yazısını ekleyen Bölüm Başkanının, daha önceki tarihlerde verilen bazı kabul edilemezlik kararlarına katıldığı görülmektedir. AYM, karşı oy yazısının olduğu bu karardan sonra doksanların ağır hak ihlalleriyle ilgili süre aşımı nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermeye devam etmiştir.
Sonuç
Doksanlı yıllarda işlenen ağır hak ihlalleriyle ilgili yapılan bireysel başvurular hakkında süre aşımı gerekçesiyle verilen ve yayımlanan kabul edilemezlik kararlarında, AYM başvuru konusu ihlallerin ağırlığını ve özgün niteliklerini dikkate almayarak, başvuru süresine ilişkin kabul edilebilirlik kriterlerini çok katı bir biçimde uygulamıştır. Zaman sınırlaması getiren usul kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalınması, başvuru süresinin amacının tam tersine hizmet ederek, yürütülecek etkili bir soruşturma sonucu ihlallerle ilgili hakikatlerin ortaya çıkarılmasını ve faillerin tespit edilip cezalandırılmasını engellemektedir. Aynı ihlallerle ilgili gelecekte yapılacak bireysel başvuruların da kategorik olarak kabul edilemez bulunacağını gösteren bu içtihadın, AYM’nin geçmişte işlenen hukuk dışı infazlar ve zorla kaybetmeler için etkili bir başvuru yolu olmadığını ortaya koyduğu söylenebilecektir.
[1] Bu yazıya konu doksanlı yılların ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili bireysel başvuruların bazılarında AYM tarafından Komisyon kararı verilmekte ve bu kararlar yayımlanmamakta, sadece ilgililere tebliğ edilmektedir. Bu nedenle, burada belirtilen karar sayısından daha fazla sayıda kabul edilmezlik kararı olduğu düşünülmektedir.
[2] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, B. N. 2014/15732, 24.1.2018, para. 54.
[3] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 83.
[4] El Masri v. “Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti” [BD], B. N. 39630/09, 13.12.2012, para. 136.
[5] Varnava ve diğerleri v. Türkiye [BD], B.N. 16064/90, 16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90, 16073/90, 18.09.20019, para. 161.
[6] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 61.
[7] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 84.
[8] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 87.
[9] Özeyir Kocakaya Başvurusu, B.N. 2014/1457, 14.11.2018, para. 67- 68.
[10] Benzer ve diğerleri v. Türkiye, B.N. 23502/06, 12.11.2013, para. 131.
[11] El Masri v. “Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti” [BD], para. 142.
[12] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 82.
[13] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 85.
[14] Varnava ve diğerleri v. Türkiye [BD], para. 165.
[15] Brecknell v. Birleşik Krallık, B. N. 32457/04, 27/11/2007, 27.11.2007, para. 71.
[16] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 86.
[17] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 88.
[18] Brecknell v. Birleşik Krallık, para. 69.
[19] Varnava ve diğerleri v. Türkiye [BD], para. 162.
[20] Varnava ve diğerleri v. Türkiye [BD], para. 159.
[21] Sultani Acar Başvurusu, B.N. 2014/16344, 22.03.2018, para. 71; Senay Melik Başvurusu, B.N. 2015/3470, 10.10.2019, para. 88-90.
[22] Ahmet Ölker ve Süleyman Ölker Başvurusu, B.N. 2015/3195, 15.11.2018, para. 33; Suphiye Durğut Başvurusu, B.N. 2015/3326, 15.11.2018, para. 40.
[23] Alya Demir ve Mehmet Demir Başvurusu, Bedia Fındık Başvurusu, Delali Özdemir ve Leyla Padır Başvurusu, Hasibe Meşe Başvurusu, Hezni Arsu ve Salih Tayboğa Başvurusu, Mehmet Ata Deniz ve Diğerleri Başvurusu, Rizgin Birlik Başvurusu.
[24] Bkz. Başak Çalı, “Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Zamanaşımı: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/amicus-curiae-gorusu-agir-insan-haklari-ihlallerinde-zamanasimi-karsilastirmali-bir-degerlendirme/. Osman Doğru ve Hülya Dinçer, “Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Zorla Kaybetmeler”, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/amicus-curiae-gorusu-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-ve-zorla-kaybetmeler/.
[25] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 91; Sultani Acar Başvurusu, para. 89; Özeyir Kocakaya Başvurusu, para. 64; Ahmet Ölker ve Süleyman Ölker Başvurusu, para. 51; Arzu Çoban Başvurusu, B.N. 2015/8850, 7.02.2019, para. 41; Gülnaz Altan Başvurusu, B.N. 2015/6709, 7.02.2019, para. 45; Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek Başvurusu, B.N. 2015/13867, 9.05.2019, para. 52; Altun Ayhan Başvurusu, B.N. 2015/13868, 03.07.2019, para. 60.
[26] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 91; Sultani Acar Başvurusu, para. 89.
[27] Sultani Acar Başvurusu, para. 88; Hanım Altın Başvurusu, para. 41; Abdulhakim Akay Başvurusu, B.N. 2015/3160, 6.02.2019, para. 58; Adalet Ekinci ve Diğerleri Başvurusu, B.N. 2015/19112, 29.05.2019, para. 62.
[28] Hanım Altın Başvurusu, para. 41.
[29] Abdulhakim Akay Başvurusu, para. 60; Adalet Ekinci ve Diğerleri Başvurusu, para. 65.
[30] Bedia Fındık Başvurusu, B.N. 2015/19212, 03.04.2019, para. 48.
[31] Ali Bulut Başvurusu, B.N. 2015/2752, 15.11.2018, para. 59.
[32] Adalet Ekinci ve Diğerleri Başvurusu, para. 33-36.
[33] Adalet Ekinci ve Diğerleri Başvurusu, para. 62.
[34] Cuma Kaya ve Salih Kaya Başvurusu, B.N. 2015/5884, 15.11.2018, para. 51-52; Ömer Demir ve Ramazan Demir Başvurusu, B.N. 2015/10001, 06.02.2019, para. 48-51; Alya Demir ve Mehmet Demir Başvurusu, B.N. 2015/7584, 07.02.2019, para 58; Hasibe Meşe Başvurusu, B.N. 2015/7748, 07.02.2019, para. 69; Agit Esenboğa Başvurusu, B.N. 2015/11241, 03.04.2019, para. 54.
[35] Suphiye Durğut Başvurusu, para. 60-61.
[36] Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu Başvurusu, para. 91; Sultani Acar Başvurusu, para. 89; Ahmet Ölker ve Süleyman Ölker Başvurusu, para. 51; Suphiye Durğut Başvurusu, para. 60; Hasibe Meşe Başvurusu, para. 71; Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek Başvurusu, para. 52.
[37] Ali Bulut Başvurusu, para. 59; Abdulhakim Akay Başvurusu, para. 57; Ömer Demir ve Ramazan Demir Başvurusu, para. 52; Delali Özdemir ve Leyla Padır Başvurusu, B.N. 2015/19218, 04.07.2019, para. 52.
[38] Ali Bulut Başvurusu, para. 60; Ahmet Ölker ve Süleyman Ölker Başvurusu, para. 51; Suphiye Durğut Başvurusu, para. 61; Hanım Altın Başvurusu, para 43; Arzu Çoban Başvurusu, para. 41.
[39] Hanım Altın Başvurusu, para. 43; Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek Başvurusu, para. 53; Rizgin Birlik Başvurusu, B.N. 2015/19320, 09.05.2019, para. 63; Adalet Ekinci ve Diğerleri Başvurusu, para. 67.
[40] Alya Demir ve Mehmet Demir Başvurusu, para. 59; Bedia Fındık Başvurusu, para. 50.
[41] Hasibe Meşe Başvurusu, para. 71.
[42] Tanış ve diğerleri v. Türkiye, B.N. 65899/01, 2.8.2005.
[43] Mehmet Ata Deniz ve Diğerleri Başvurusu, B.N. 2015/13893, 13.06.2019, para. 69-71.
[44] Senay Melik Başvurusu, para. 70.
[45] Bedia Fındık Başvurusu, para. 48-49; Hezni Arsu ve Salih Tayboğa Başvurusu, B.N. 2015/19217, 03.04.2019, para. 47-48; Delali Özdemir ve Leyla Padır Başvurusu, para. 48-49; Emine Dansık ve Servet Kalenderoğlu Başvurusu, B.N. 2015/19216, 18.07.2019, para. 46-47.
[46] Delali Özdemir ve Leyla Padır Başvurusu, Bölüm Başkanı Engin Yıldırım’ın Karşı Oy Yazısı, para. 36-37.
[47] Engin Yıldırım’ın Karşı Oy Yazısı, para. 38-39.