İçeriğe geç

İHAM’ın Ćwik v. Polonya kararının özet çevirisi: “Özel kişiler tarafından işlenen kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin ceza yargılamasında kullanılması adil yargılanma hakkını ihlal eder.”

by 25/11/2020

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 5 Kasım 2020 tarihli Ćwik v. Polonya davasında özel kişiler tarafından yapılan işkence neticesine alınan tanık beyanlarının başvurucunun yargılanmasında kullanılmasını Sözleşme’ye aykırı bulmuştur.

Mahkeme, Daire kararıyla İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının (adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine beş oya karşı iki oyla karar vermiştir.

Dava, uyuşturucu kaçakçılığı için Bay Ćwik’e karşı yürütülen yargılamaların adil olmadığı şikâyetine dayanmaktadır. Başvurucu özel olarak, bir suç çetesinin yaptığı işkence sonucunda elde edilen ve üçüncü kişiler tarafından sunulan beyan delillerinin mahkemeler tarafından esas alınmasından şikâyetçi olmuştur.

Mahkeme, yerel mahkemelerin başvurucunun davasını görürken, söz konusu beyanların 3. madde tarafından yasaklanan kötü muamele neticesinde elde edildiğine dair hiçbir şüpheye yer bırakmadığını tespit etmiştir. Bununla birlikte mahkemeler, başvurucu hakkında mahkumiyet kararı verilirken esas alınan ilgili beyanların kullanılmasının, Sözleşme’nin 3. maddesi uyarınca mutlak nitelikteki kötü muamele yasağının ihlali olduğunu kabul etmiş; ancak Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası uyarınca adil yargılanma hakkı perspektifinden herhangi bir değerlendirmede bulunmamışlardır.

Mahkeme, Sözleşme’nin 3. maddesi uyarınca yasaklanan işkence veya kötü muamele sonucunda elde edilen beyan delillerinin yargılamaya esas alınmasının, yargılamayı bir bütün olarak adaletsiz hale getirdiğini kararında özel olarak tekrarlamıştır. Bu dava Mahkeme’nin bu kuralı özel kişiler tarafından işlenen kötü muamele sonucu elde edilen deliller için uyguladığı ilk davadır. Şimdiye dek geçmiş bütün davalar, kamu yetkilileri tarafından işlenen kötü muamele sonucu elde edilen delilleri konu almıştır.

Kararın tamamını buradan, av. Polat Yamaner tarafından yapılan çevirisine aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Ćwik v. Polonya, Başvuru no. 31454/10, Karar tarihi: 05.11.2020

Başvuruya Konu Olayların Özeti

Başvurucu Grzegorz Ćwik, 1968 yılı doğumlu bir Polonya vatandaşıdır.

Bay Ćwik, Polonya’ya geniş çapta kokain kaçakçılığı yapan bir suç çetesinin eski üyesidir. 1997 yılında başvurucu ve çetenin bir diğer üyesi K.G., bağımsız hareket etmeye karar vermiş ve geniş ölçekteki kokain açığı hakkında çeteye açıklamada bulunamamışlardır. Sonrasında çete K.G.’yi kaçırmış ve hakkında açıklama yapılmayan, çeteye ait kokain ve para hakkında bilgi elde etmek amacıyla kendisine işkence yapmış ve belirli beyanları ses kasetine kaydetmiştir. K.G.’nin tutulduğu evin sahibi tarafından yapılan ihbar üzerine kolluk kuvvetleri K.G.’yi serbest bırakmış ve ses kasetine el koymuştur.

Yıllar sonra, 2008’de, başvurucu kokain kaçakçılığına ilişkin suç isnadından ötürü mahkum edilmiş ve 12 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Mahkeme temel olarak başvurucunun eski suç çetesine mensup olan ve yetkililerle işbirliği yapmaya karar veren iki kişinin ifadelerine dayanmıştır. Mahkeme ayrıca K.G.’nin çete tarafından alınan beyanlarının kaset dökümüne tamamlayıcı delil olarak dayanmış, bu beyanların başvurucunun kokain işine dahil olduğunu gösterdiğine karar vermiştir.

Başvurucu yaptığı istinaf başvurusunda, diğer iddialarının yanı sıra, mahkemenin ilgili kaset dökümünü kullanmasının hukuka aykırı olduğunu öne sürmüş, ilgili beyanların işkence sonucunda elde edildiği için Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca kabul edilemez olduğunu, nitekim kanunun cebir sonucu elde edilen delilleri yasakladığını tartışmıştır. İstinaf Mahkemesi bu itirazı reddetmiş ve söz konusu kuralın yalnızca soruşturma yetkilileri için geçerli olduğunu ve özel kişileri ilgilendirmediğini karara bağlamıştır.

Yüksek Mahkeme başvurucunun temyiz başvurucunu 2009 yılında açıkça dayanaktan yoksun bularak reddetmiştir.

Başvurucunun İhlal İddiaları

6. maddenin 1. fıkrasına (adil yargılanma hakkı) dayanan başvurucu, suç çetesi tarafından işlenen kötü muamele sonucu elde edilen K.G.’nin beyanlarını içeren kaset dökümünün, mahkemeler tarafından karara esas alınmaması gerektiğini iddia etmiştir.

Başvuru İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne 13 Mayıs 2010 tarihinde yapılmıştır.

Mahkeme’nin Kararı[1]

3. Mahkeme’nin Değerlendirmesi

(a) Genel ilkeler

59. Mahkeme, her ne kadar söz konusu başvurunun Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası altında ele alınması gerektiğini tespit etse de, 3. madde altında geliştirilen ilkeler, başvurucunun 6. maddenin 1. fıkrası uyarınca yaptığı şikayetlerin incelenmesi bakımından son derece ilgilidir.

(i) 3. madde yönünden

60. Mahkeme, işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza yasağının demokratik toplumlarda temel bir değer olduğunu tekrarlamaktadır (bkz, diğer birçok kararın yanı sıra, Gäfgen v. Almanya [BD], no. 22978/05, § 87, ECHR 2010, ve El-Masri v. Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti [BD], no. 39630/09, § 195, ECHR 2012). Yasak, aynı zamanda insan haysiyetine saygı ile sıkı sıkıya bağlı medeniyet kavramı için de bir değer niteliğindedir (bkz Bouyid v. Belçika [BD], no. 23380/09, §§ 81 ve 89-90, ECHR 2015). Söz konusu yasak mutlak niteliktedir, ilgili kişinin hareketleri fark etmeksizin, ulusun yaşamını tehdit eden kamusal bir zorunluluk durumunda veya terör ya da organize suçla mücadele gibi en zor koşullarda dahi askıya alınması mümkün değildir (bkz Khlaifia ve Diğerleri v. İtalya [BD], no. 16483/12, § 158, 15 Aralık 2016 ve kararda atıf yapılan diğer içtihat).

61. Bir kişinin 3. madde kapsamında “insanlık dışı ya da aşağılayıcı” nitelikte “muameleye tabi tutulup tutulmadığı” incelenirken Mahkeme’nin genel yaklaşımında, muamelenin bu hüküm kapsamına girmesi için asgari ağırlık eşiğine erişmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu eşiğin değerlendirilmesi görecelidir ve davanın şartlarına dayalıdır, ilkesel olarak muamelenin süresine ve fiziksel ve mental etkilerine, kimi davalarda ise mağdurun cinsiyetine, yaşına ve sağlık durumuna bakılmaktadır (bkz Muršić v. Hırvatistan [BD], no. 7334/13, § 97, 20 Ekim 2016; Paposhvili v. Belçika [BD], no. 41738/10, § 174, 13 Aralık 2016; Khlaifia ve Diğerleri, yukarıda alıntılanmıştır, § 159; ve Nicolae Virgiliu Tănase v. Romanya [BD], no. 41720/13, § 116, 25 Haziran 2019).

62. Bir kişinin asgari ağırlık eşiğine erişmiş kötü muameleye tabi tutulması, genellikle bedensel yaralanma ya da yoğun fiziksel veya mental acı içermektedir. Bununla birlikte bu nitelikler olmasa bile, bir muamele bir bireyi aşağılıyor ya da alçaltıyorsa, ya da bir bireyin moral veya fiziksel direncini kırmaya elverişli korku, ıstırap ve aşağılanma hisleri uyandırıyorsa, muamelenin aşağılayıcı nitelikte olduğu söylenebilir ve muamele 3. maddede öngörülen yasaklamanın kapsamına girebilir. Ayrıca mağdurun kendi gözünde aşağılanmış olması, başkalarının gözünde öyle olmasa da yeterli olabilir (bkz Bouyid, yukarıda alıntılanmıştır, § 87, daha çok atıfla birlikte).

63. Sözleşme’nin 1. maddesi uyarınca Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin Sözleşme’de açıklanan hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlüdür, 3. maddeyle birlikte bağlantılı olarak, Devletlerin yetki alanlarındaki bireylerin işkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muameleye maruz kalmaması için tedbirler alması gerekmektedir, bu duruma özel kişiler tarafından işlenen kötü muamele de dahildir (bkz, diğer kararların yanı sıra, A. v. Birleşik Krallık, 23 Eylül 1998, § 22, Reports of Judgments and Decisions 1998-VI, ve O’Keeffe v. İrlanda [BD], no. 35810/09, § 144, ECHR 2014 (özü)). Bu tedbirler, kötü muamelenin önlenmesi için makul adımları da içerecek şekilde, yetkililerin bildiği ya da bilmesi gerektiği kötü muameleye karşı etkili koruma sağlamalıdır (bkz, diğer kararların yanı sıra, Osman v. Birleşik Krallık, 28 Ekim 1998 tarihli karar, Reports 1998-VIII, ve Z ve Diğerleri v. Birleşik Krallık [BD], no. 29392/95, § 73, ECHR 2001-V). Bununla birlikte, Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı bir muamelenin bir Devlet yetkilisi aracılığıyla mı, yoksa özel bir kişi tarafından mı işlendiğine bağlı olarak Devlet’in pozitif yükümlülüklerinin kapsamında davadan davaya değişiklik olabilmektedir  (bkz Beganović v. Hırvatistan, no. 46423/06, § 69, 25 Haziran 2009).

64. Ek olarak, Sözleşme’nin 3. maddesi resmi bir soruşturma başlatılması hususunda bir pozitif yükümlülük öngörmektedir (bkz Assenov ve Diğerleri v. Bulgaristan, 28  Ekim 1998, § 102, Reports 1998-VIII). Bu yükümlülük yalnızca Devlet yetkilileri tarafından işlenen kötü muamele davalarıyla sınırlı düşünülemez (bkz M.C. v. Bulgaristan, no. 39272/98, § 151, ECHR 2003-XII; Šečić v. Hırvatistan, no. 40116/02, § 53, 31 Mayıs 2007; ve Beganović, yukarıda alıntılanmıştır, § 66)

65. Mahkeme’nin söz konusu kötü muamelenin asgari ağırlık eşiğine vardığını tespit etmesi koşuluyla, Devlet’in insanları özel kişiler tarafından işlenen kötü muameleden koruma pozitif yükümlülüğünün tartışıldığı birçok dava görülmüştür. Bu yükümlülük, inter alia, aşağıdaki “özel” bağlamlarda tanınmış durumdadır: üvey babanın çocuğunu sopayla dövmesi (bkz A. v. BK, yukarıda alıntılanmıştır, §§ 22-24); kendi aileleri tarafından ihmal ve suiistimale maruz bırakılan çocuklar (bkz Z ve Diğerleri, yukarıda alıntılanmıştır, § 74) aynı durumun üvey baba tarafından gerçekleştirilmesi (bjz E. ve Diğerleri v. Birleşik Krallık, no. 33218/96, § 89, 26 Kasım 2002); tecavüz (bkz, diğer kararların yanı sıra, M.C. v. Bulgaristan, yukarıda alıntılanmıştır, § 148, ve S.Z. v. Bulgaristan,nno. 29263/12, § 41, 3 Mart 2015); ibadet eden insanlara şiddetle saldırılması (bkz Members of the Gldani Congregation of Jehovah’s Witnesses ve Diğerleri v. Gürcistan, no. 71156/01, § 102, 3 Mayıs 2007); ev içi şiddet eylemleri ve tehditkâr davranışlar (bkz, diğer kararların yanı sıra, Opuz v. Türkiye, no. 33401/02, § 161, ECHR 2009, ve Volodina v. Rusya, no. 41261/17, §§ 74-75, 9 Temmuz 2019); okuldaki çocuklara ve ailelerine yönelik mezhepsel şiddet (bkz P.F. ve E.F. v. Birleşik Krallık (dec.), no. 28326/09, 23 Kasım 2010, § 38) bireylere yönelik ciddi saldırılar (bkz, örneğin, Beganović, yukarıda alıntılanmıştır, § 66; Denis Vasilyev v. Rusya, no. 32704/04, § 95, 17 Aralık 2009; Dimitar Shopov v. Bulgaristan, no. 17253/07, § 49, 16 Nisan 2013; ve Irina Smirnova v. Ukrayna, no. 1870/05, § 73, 13 Ekim 2016); bir Hare Krishna mensubuna yönelik saldırı (bkz Milanović v. Sırbistan, no. 44614/07, § 87, 14 Aralık 2010); Roman kadınların aydınlatılmış rızaları olmaksızın sterilize edilmesi (bkz V.C. v. Slovakya, no. 18968/07, § 119, ECHR 2011 (özü); çocukların ilkokuldaki öğretmenleri tarafından cinsel istismara uğraması (bkz O’Keeffe, yukarıda alıntılanmıştır, § 153); homofobik şiddet (bkz Identoba ve Diğerleri v. Gürcistan, no. 73235/12, § 71, 12 Mayıs 2015); bir çocuğun anaokulundaki öğretmenleri tarafından kötü muameleye maruz bırakılması (bkz V.K. v. Rusya, no. 68059/13, § 172, 7 Mart 2017).

66. Yukarıda belirtilen davalardan görülebileceği üzere 3. madde uyarınca öngörülen kötü muamele yasağı, ilgili kötü muamele şeklinin hükmün gerektirdiği asgari ağırlık eşiğine varması şartıyla, bir devlet yetkilisi ya da özel kişi tarafından işlendiği fark etmeden herkesin kötü muameleden korunması gerektiğini düzenler (ikinci husus hakkındaki içtihat için 61-62 paragraflarına bakınız). Mahkeme yakın zamanlı içtihatında, asgari ağırlık eşiği testinin özel kişiler tarafından işlenen kötü muamele eylemleri için de uygulanabileceğini doğrulamıştır (bkz Virgiliu Tănase, yukarıda alıntılanmıştır, § 121).

67. Sözü edilen durum, kabul edildiği ölçüde Mahkeme’nin sınır dışı davalarına yaklaşımıyla sürdürülmüştür, ilgili hakkın mutlak niteliği sebebiyle 3. madde yalnızca devlet yetkililerinden kaynaklanan tehlike durumuna değil, aynı zamanda devlet yetkilisi olmayan kişi ya da kişi gruplarından kaynaklı tehlike için de uygulama alanı bulmaktadır (Devlet dışı aktörler) (bkz H.L.R. v. Fransa, 29 Nisan 1997, §§ 39-40, Reports 1997-III, uyuşturucu kaçakçılarından kaynaklanan riskle ilgili; NA. v. Birleşik Krallık, no. 25904/07, § 110 ve 141, 17 Temmuz 2008, Tamil Kaplanları’ndan kaynaklanan riskle ilgili; F.H. v. İsveç, no. 32621/06, §§ 102-103, 20 Ocak 2009, Şii milis gruplarından kaynaklanan riskle ilgili; R.D. v. Fransa, no. 34648/14, §§ 43 ve 45, 16 Haziran 2016, aileden kaynaklanan riskle ilgili; J.K. ve Diğerleri v. İsveç [BD], no. 59166/12, § 80 ve 121, 23 Ağustos 2016, el-Kaide ve diğer özel gruplardan kaynaklanan riskle ilgili).

68. Mahkeme Sözleşme’nin 3. maddesinin mutlak nitelikte bir hakkı koruduğunu tekrar etmektedir. Mutlak olması sebebiyle söz konusu hakla dengelenebilecek bir diğer menfaat bulunmamaktadır, soruşturulan suçun ağırlığı veya etkili ceza yargılamasındaki kamu yararı gibi sebepler söz konusu hakkın mutlak yapısına zarar verecektir. İnsan hayatının korunması ya da ceza yargılamasının güvence altına alınması amaçları, 3. maddede düzenlenen kötü muameleye uğramama şeklindeki mutlak nitelikteki haktan ödün verilmesi için geçerli görülemez, nitekim bu durum değerlerin kurbna edilmesi ve adalet tesisin sarsılması anlamına gelecektir (bkz Gäfgen, yukarıda alıntılanmıştır, § 176).

69. Bu bağlantıyla, Mahkeme ek olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin, işkence ve insanlık dışı muamele veya ceza konulu 10 Mart 1992 tarihli Genel Yorum No.20 ile MSHS 7. maddesi uyarınca yasaklanan eylemlere karşı herkesin korunması görevinin taraf Devlet’e ait olduğunu, bu duruma kendi adına hareket eden özel kişiler tarafından işlenen eylemlerin de girdiğini tespit ettiğini not etmektedir (bkz yukarıda 41. paragaf).

(ii) 6. maddenin 1. fıkrası yönünden

70. Mahkeme, Sözleşme’nin 19. maddesi uyarınca, Sözleşmeci Devletlere yüklenilen taahhütlere uyulduğunu denetlemek için görev yaptığını tekrarlamaktadır. Özel olarak, yerel mahkemeler tarafından yapıldığı iddia edilen maddi ve hukuki hatalarla ilgilenmek, Sözleşmece korunan hak ve özgürlüklere zarar vermediği sürece, Mahkeme’nin görevi değildir. 6. madde adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber, delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin herhangi bir kural öngörmemektedir ve bu husus temel olarak yerel hukuk altında düzenlenmektedir (bkz Schenk v. İsviçre, 12 Temmuz 1988, §§ 45-46, Series A no. 140; Teixeira de Castro v. Portekiz, 9 Haziran 1998, § 34, Reports 1998-IV; Heglas v. Çek Cumhuriyeti, no. 5935/02, § 84, 1 Mart 2007; ve Moreira Ferreira v. Portekiz (no. 2) [GC], no. 19867/12, § 83, 11 Temmuz 2017).

71. Bu sebeple, belirli türde delillerin kabul edilebilirliğini değerlendirmek –örneğin, yerel hukuka göre hukuka aykırı elde edilen deliller- kural olarak Mahkeme’nin görevi değildir. Cevaplanması gereken soru, delillerin nasıl elde edildiği de dahil olmak üzere, yargılamanın bir bütün olarak değerlendirildiğinde adil olup olmadığıdır. Bu değerlendirme, ilgili hukuka aykırılığın incelenmesini, başka bir Sözleşmece korunan hakkın ihlal edilip edilmediğini ve ilgili ihlalin yapısını kapsamaktadır (bkz, inter alia, Khan v. Birleşik Krallık, no. 35394/97, § 34, ECHR 2000-V; ve P.G. ve J.H. v. Birleşik Krallık, no. 44787/98, § 76, ECHR 2001-IX).

72. Yargılamanın bir bütün olarak adilliğinin değerlendirilmesinde, savunma makamının haklarına saygı gösterilip gösterilmediğine ağırlık verilmesi gerekmektedir. Özel olarak, başvurucuya delillerin doğruluğunu sınama ve kullanımına karşı çıkma imkanı sağlanıp sağlanmadığı incelenmelidir. Ek olarak, delillerin niteliği ve hangi koşullarca elde edildiği göz önüne alınmalı ve bu koşulların delillerin doğruluğu ve güvenilirliği üzerinde şüphe yaratıp yaratmadığı değerlendirilmelidir. Elde edilen delillerin başka olgularla desteklenmemesi halinde adilliğe ilişkin bir sorun her zaman için ortaya çıkmamakla birlikte, bir delilin çok güçlü olduğu ve güvenilmez olma riskinin bulunmadığı durumlarda, destekleyici delillere duyulan ihtiyacın bu doğrultuda daha zayıf olacağı not edilmelidir (bkz, inter alia, Khan, yukarıda alıntılanmıştır, §§ 35 ve 37, ve Jalloh v. Almanya [BD], no. 54810/00, § 96, ECHR 2006-IX). Bu bağlantıyla Mahkeme, ilgili delilin yargılama sonucunda edinilen neticeye varılmasında belirleyici olup olmadığına özel ağırlık vermektedir (karşılaştırınız, özel olarak, Khan, yukarıda alıntılanmıştır, §§ 35 and 37).

73. Mahkeme, bununla birlikte, 3. madde ihlal edilerek elde edilen delillerin ceza yargılamasında kullanılması bakımından özel hususların uygulanacağını tekrarlamaktadır. Böylesi delillerin kullanılması, Sözleşmece güvence altına alınan çekirdek ve mutlak haklardan birinin ihlali neticesinde alınması sebebiyle, mahkumiyet hükmünün verilmesinde belirleyici bir delil olarak kullanılmaması durumunda dahi her zaman için yargılamanın adilliğine ilişkin ciddi sorunlar teşkil etmektedir (bkz İçöz v. Türkiye (karar), no. 54919/00, 9 Ocak 2003; Jalloh, yukarıda alıntılanmıştır, §§ 99 ve 104; Göçmen v. Türkiye, no. 72000/01, §§ 73-74, 17 Ekim 2006; Harutyunyan v. Ermenistan, no. 36549/03, § 63, ECHR 2007-III; ve Gäfgen, yukarıda alıntılanmıştır, § 165).

74. Othman (Abu Qatada) v. Birleşik Krallık, no. 8139/09, § 264, ECHR 2012 (özü) kararında, Mahkeme, Sözleşme sisteminde ve uluslararası hukukta işkence delilinin yasaklanma sebeplerini açıklamıştır. Açıklamalar şu şekildedir:

“Uluslararası hukuk, kendisinden önceki teamül hukukunda olduğu gibi, işkence ile elde edilen delillerin kullanılmasını hiçbir surette kabul etmemektedir. Güçlü hukuki ve ahlaki nedenler bu yasağın temelinde yatmaktadır.

Devletlerin işkence ile elde edilen delilleri kapsam dışında bırakarak, işkenceye karşı taviz vermemeleri gerektiği … doğrudur. Bu nedenle, Mahkeme’nin Jalloh kararında belirttiği gibi (yukarıda alıntılanan karar, § 105), işkence ile elde edilen delilleri kabul etmek ahlaki olarak kınanan ve Sözleşme’nin 3. maddesini kaleme alanların yasaklamaya çalıştığı bu tip davranışları dolaylı yoldan meşru kılmaktadır.

Ancak, işkence ile elde edilen delillerin kapsam dışında tutulması için önemli olan başka nedenler de bulunmaktadır. Lord Bingham’ın A ve diğerleri (no 2) kararının 52. paragrafında gözlemlediği gibi, işkence ile elde edilen deliller kabul edilemezdir çünkü, bu deliller “güvenilir değildir, adil değildir, insanlığın doğal normlarına ve ahlakına aykırıdır ve adaleti tesis etmesi istenen bir mahkemenin hayata geçirmesi gereken ilkelerle uyumlu değildir”. Mahkeme bu analize katılmaktadır: Mahkeme 3. maddeye aykırı olarak elde edilen ifadelerin esasen güvenilir olmadığını daha önce belirtmiştir (Söylemez/Türkiye, no 46661/99, § 122, 21 Eylül 2006). Şimdiye dek edinilen deneyimlere bakıldığında, işkence mağdurlarının –doğru olsun veya olmasın– onlara çektirilen acının sona erdirilmesi için her şeyi söylemeye hazır olduğu çok sık bir şekilde ve açıkça ortaya konmuş durumdadır.

Daha esas olarak bakıldığında, hukuk devletine dayanan hiçbir yargı sistemi, –güvenilirliği ne olursa olsun– işkence gibi barbarca bir pratikle elde edilen delillerin kullanılmasını kabul edemez. Yargılama süreci hukuk devletinin temellerinden birini oluşturmaktadır. İşkence delilleri bu sürece telafi edilemez şekilde zarar vermektedir; bu deliller cebir kullanımını hukuk devletinin yerine koyduğu gibi, bu delilleri kabul eden her mahkemenin itibarına da zarar vermektedir. Yargılama sürecinin bütünlüğünü ve nihai olarak, hukuk devletini korumak adına işkence delillerinin hükme esas alınmaması ve hariç tutulması gerekmektedir.”

75. Böylece, devlet yetkilileri tarafından işlenen kötü muameleyle ilgili olarak, işkence veya 3. maddenin ihlali niteliğindeki diğer kötü muameleler neticesinde elde edilen ifadelerin delil olarak kabul edilmesi ve ceza yargılamasında ilgili olguların belirlenmesinde bu delillerin kullanılmasının, yargılamayı bir bütün olarak adaletsiz hale getireceği Mahkeme tarafından tespit edilmiştir. Bu durum, ilgili ifadelerin ispat değerine ve ifadelerin kullanımının mahkumiyet hükmünün kurulmasında belirleyici olup olmadığına bakılmaksızın geçerlidir (bkz Gäfgen, yukarıda alıntılanmıştır, § 166 ve kararda alıntılanan bütün davalar; Kaçiu and Kotorri v. Arnavutluk, no. 33192/07 ve 33194/07, § 117, 25 Haziran 2013; Cēsnieks v. Letonya, no. 9278/06, §§ 65-66, 11 Şubat 2014; Ibrahim ve Diğerleri v. Birleşik Krallık [BD], no. 50541/08 ve 3 diğerleri, § 254 kısaca, 13 Eylül 2016; ve Kormev v. Bulgaristan, no. 39014/12, § 81, 5 Kasım 2017).

76. Bu durum, işkence eylemlerinin doğrudan sonucu olarak elde edilen gerçek delillerin kullanımı için doğruluğunu korumaktadır (bkz Gäfgen, yukarıda alıntılanmıştır, § 173); 3. maddeyi ihlal eden ve insanlık dışı muamele olarak nitelendirilecek ancak işkence boyutuna ulaşmamış eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması, ancak 3. madde ihlalinin yargılama sonucunun savunmaya karşı etkisinin ortaya konulabilmesi, diğer bir deyişle mahkumiyet hükmü ya da cezalandırmaya etkisinin gösterilmesi koşuluyla 6. maddeyi ihlal edecektir (ibid., § 178).

77. Bu ilkeler yalnızca esas savunma tarafının 3. maddeye aykırı muamelenin mağduru olması durumunda değil, ayrıca üçüncü tarafların ilgili olduğu durumlarda da uygulanır (bkz Harutyunyan, yukarıda alıntılanmıştır, § 64; Huseyn ve Diğerleri v. Azerbaycan, no. 35485/05 ve 3 diğerleri, § 202 kısaca, 26 Temmuz 2011; Othman (Abu Qatada), yukarıda alıntılanmıştır, §§ 263 ve 265, ECHR 2012; El Haski v. Belçika, no. 649/08, § 87, 25 Eylül 2012; ve Urazbayev v. Rusya, no. 13128/06, § 61, 8 Kasım 2019).

(b) Yukarıdaki ilkelerin davaya uygulanması

78. Mevcut davada başvurucu, bir üçüncü kişi olan K.G.’nin, özel kişiler olan çete üyeleri tarafından kötü muameleye maruz bırakılması sonucunda edinilen bilgilerin, mahkemelerce delil olarak kabul edilmesinin ceza yargılamasını adaletsiz hale getirdiğini iddia etmiştir.

79. Mahkeme, mevcut davaya konu özel olaylar serisinin, işkence veya 3. maddenin ihlali niteliğindeki diğer kötü muameleler neticesinde elde edilen ifadelerin ceza yargılamasında delil olarak kabul edilmesine ve böylece yargılamanın tamamını adaletsiz kılmasına ilişkin kuralların oluşumuna sebep olan davalardan farklı olduğunu not etmektedir (bkz yukarıda paragraf 74-75 ve 77). Diğer bütün davalardaki ortak bir özellik, sanık veya üçüncü taraflardan elde edilen ifadelerin Devlet yetkilileri aracılığıyla edinilmesidir.

80. Mahkeme önünde daha önce gündeme getirilmemiş söz konusu soru, ortada Devlet aktörlerinin dahili ya da zımni kabulü olduğuna dair bir delil bulunmadığı durumda, üçüncü bir taraftan özel kişilerce işlenen kötü muamele neticesinde alınan bilgiler için yukarıda belirtilen kuralların mevcut davada uygulanıp uygulanamayacağı şeklindedir.

81. Bu sorunun incelenmesi için, Mahkeme ilk olarak K.G.’den rızası hilafına edinilen bilgilerin, 3. madde uyarınca yasaklandığı üzere kötü muamele sonucunda elde edilip edilmediğine bakılmalıdır.

82. Mahkeme, A.H.’ye ait çetenin üyeleri tarafından K.G.’ye yapılan muamelenin ve K.G.’nin yaralanmasının derece mahkemesi kararında tespit edildiğini not etmektedir (bkz yukarıda paragraf 19). Yerel mahkemeler K.G.’ye yapılan muameleden bahsederken, tekrarlayan biçimde “işkence” veya “saldırı” ibarelerini kullanmıştır (bkz yukarıda paragraf 5, 17, 25 ve 32).

83. Yerel mahkemelerin bu pozisyonunu not eden Mahkeme, K.G.’nin maruz kaldığı muamelenin 3. madde maksatlarıyla işkence olarak tanımlanıp tanımlanamayacağını belirlemeye gerek duymamaktadır.

84. Her durumda, Mahkeme’nin erişebildiği olgulara, özellikle de derece mahkemesi kararına bakıldığında, K.G.’nin maruz kaldığı muamelenin Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında gerekli asgari ağırlık eşiğine ulaştığına ilişkin bir şüphe bulunmamaktadır (bkz Jalloh, yukarıda alıntılanmıştır, § 106). Bu doğrultuda Mahkeme, K.G.’den edinilen bilgilerin özel kişiler tarafından işlenen kötü muamele neticesinde elde edildiğini (bkz yukarıda paragraf 18) ve bu kötü muamele karşısında uygulama alanı bulan 3. madde altında Devlet’in pozitif yükümlülüklerinin gündeme geleceğini tespit etmektedir (bkz paragraf 65-67 arasında atıf yapılan içtihat).

85. Başvurucunun 6. maddenin 1. fıkrası kapsamında yaptığı şikâyetle ilgili olarak Mahkeme, K.G.’nin sözlerinin dökümüne başvurucunun dava aşamasında savcılık tarafından dayanıldığını not etmektedir. Derece mahkemesi söz konusu dökümü delil olarak kabul etmiş ve bu dökümü başvurucunun kusurunun belirlenmesinde olgusal bir unsur olarak kullanmıştır (bakınız yukarıda paragraf 21 ve 23).

86. Yaptığı istinaf ve temyiz başvurularında başvurucu, K.G.’nin sözlerinin dökümünün delil olarak kullanılmasına itiraz etmiş ve işkence sonucunda elde edilen bu beyanların ispat değeri taşımadığını belirtmiştir (bakınız yukarıda paragraf 27 ve 34-35). Cracow İstinaf Mahkemesi söz konusu itirazı reddetmiş ve, inter alia, Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 171 §§ 5 ve 7 hükümleri uyarınca, cebir sonucu alınan ifadelerin yasaklanmasının yalnızca ilgili işlemlerde bulunan devlet yetkilileri için uygulama alanı bulduğunu, bu işlemlerin özel kişilerin eylemleriyle ilgisiz olduğunu belirtmiştir. İstinaf Mahkemesi ayrıca ilgili delilin kolluk kuvvetleri tarafından hukuka uygun şekilde edinildiğini ve başvurucuya karşı yürütülen yargılama maksatlarıyla edinilmediğini ifade etmiştir.

87. Bununla birlikte Mahkeme, İstinaf Mahkemesi’nin başvurucunun 3. maddenin esası yönünden öne sürdüğü iddiayı değerlendirmediğini, söz konusu kayıtların özel kişilerin uyguladığı kötü muamele neticesinde elde edildiği ve delilin güvenilmez olduğu tartışmasının yapılmadığını tespit etmektedir.

88. Mahkeme halihazırda, K.G.’nin sözlerinin 3. maddenin uygulama alanı bulduğu kötü muameleye maruz bırakılırken kaydedildiğini tespit etmiş durumdadır (bkz yukarıda paragraf 84). Mahkeme, 3. maddeye aykırı muamele gören –işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele olarak nitelendirilmesi fark etmeksizin- bir kişiden elde edilen delillerin ceza yargılamasında kullanılmasının, yargılamanın tamamını otomatik olarak adaletsiz hale getireceğini ve 6. maddeyi ihlal edeceğini tekrarlamaktadır. Bu durum, ilgili ifadelerin ispat değerine ve ifadelerin kullanımının mahkumiyet hükmünün kurulmasında belirleyici olup olmadığına bakılmaksızın geçerlidir (bkz Gäfgen, yukarıda alıntılanmıştır, § § 166 ve 173 ve kararda alıntılanan bütün davalar; ve yukarıda paragraf 74-75 ve 77’de atıf yapılan içtihat).

89. Mahkeme yukarıda yer alan ilkenin, 3. madde uyarınca yasaklanan bir kötü muamelenin, bu muamelenin niteliği fark etmeksizin, özel kişiler tarafından  bir üçüncü kişiye karşı işlendiği durumlarda da eşit derecede uygulanabilir olduğu kanaatindedir.

90. Mevcut davada, İstinaf Mahkemesi K.G.’den edinilen bilgilerin delil olarak kullanılmasının, Mahkeme’nin de yukarıda aynı sonuca vardığı üzere, 3. madde uyarınca güvence altına alınan mutlak nitelikteki kötü muamele yasağına aykırı olduğunu kabul etmiştir. Bu itibarla İstinaf Mahkemesi, bu durumun başvurucunun Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası uyarınca korunan adil yargılanma hakkı üzerinde yarattığı etkiyi göz önüne alamamıştır. Yüksek Mahkeme başvurucunun temyiz başvurusunu açıkça dayanaktan yoksun bularak reddetmiş ve bu karar için herhangi bir gerekçe sunmamıştır.

91. Sonuç olarak Mahkeme, söz konusu ses kayıt dökümünün başvurucuya karşı yürütülen ceza yargılaması sırasında delil olarak kabul edilmesinin, yargılamanın tamamını adaletsiz hale getirdiğine ve 6. maddenin 1. fıkrasını ihlal ettiğine karar vermiştir.

92. Mahkeme yukarıda varılan sonuçların, başvurucunun K.G.’nin duruşmaya çağrılmamasına ilişkin şikâyetlerini incelemeyi gereksiz hale getirdiği kanaatindedir.

93. Bu doğrultuda, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası ihlal edilmiştir.

Adli Tazmin (41. madde)

Mahkeme Polonya’nın başvurucuya 8,000 Euro manevi tazminat ödemesine karar vermiştir.

Ayrık Görüş

Hakim Wojtyczek ve Pejchal çoğunluk kararına katılmayarak ortak muhalif görüş yazmışlardır, bu görüş kararın ekinde belirtilmiştir.


[1] Metnin kalan kısmında birebir çevrilen paragraflar için kararda geçen paragraf numaralarına yer verilmiştir.

From → İnsan hakları

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: