İçeriğe geç

İHAM’ın Atilla Taş v. Türkiye kararının özet çevirisi: “Şarkıcı ve köşe yazarı Atilla Taş’ın yazdığı tweet ve makaleler nedeniyle tutuklanması, ifade özgürlüğü ve özgürlük ve güvenlik hakkının ihlalidir.”

by 10/02/2021

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), şarkıcı ve köşe yazarı Atilla Taş’ın 2011-2016 yılları arasında Twitter hesabından attığı tweetler ve günlük bir gazete olan Meydan gazetesinde yazdığı hükümetin politikalarını eleştiren yazılar ve köşe yazıları nedeniyle tutukluluğuyla ilgili başvuruda 19 Ocak 2021 tarihli Daire kararında[i] oybirliğiyle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 5 § 1 maddesinin (özgürlük ve güvenlik hakkı) ve 10. maddesinin ihlaline (ifade özgürlüğü); oyçokluğuyla (dörde karşı üç oyla) 5 § 4 maddesinin ihlal edilmediğine (soruşturma dosyasına erişememe) karar vermiştir.

Mahkeme özellikle, Bay Taş’ın tutukluluğuna hükmedildiği sırada, söz konusu suçları işlediğine dair tarafsız bir gözlemciyi tatmin edecek hiçbir gerçek veya bilginin bulunmadığını tespit etmiştir. Başvurucunun yazılarının ve tweetlerinin içeriği Hükümet’in ve Cumhurbaşkanı’nın politikalarını sert bir şekilde eleştirmek olarak değerlendirilebilse de tutukluluk kararının dayandırıldığı suçlamaların akla yatkınlığına ilişkin tarafsız bir gözlemciyi tatmin edecek nitelikte değildir. Ayrıca, yazı ve tweetleri aracılığıyla Bay Taş, Türkiye’deki siyasi sistemin işleyişiyle ilgili anlaşmazlığını zaman zaman hicivli bir şekilde ifade etmiş ve esas olarak genel ilgi alanlarına ilişkin görüşlerini ifade etmiştir. Buna göre, ilk ve devam eden tutukluluğuna ilişkin kararların hiçbiri, eylemleri -yani siyasi nitelikteki yazıları ve tweetleri- ile terörle ilgili suçlandığı suçlar arasında makul bir bağlantı kurabilecek kanıtlar içermemiştir.  Yerel makamların dayandırdığı yasal hükümlerin yorumlanması ve uygulanması, bu nedenle Bay Taş’ın tutukluluğunu hukuka aykırı ve keyfi kılma noktasında mantıksız olmuştur.

Mahkeme ayrıca, başvurucunun tutukluluğunun, ifade özgürlüğü hakkına kanunda öngörülmeyen bir müdahale teşkil ettiğine karar vermiştir.

Mahkeme ilaveten, Bay Taş’ın delillere sınırsız erişimine izin verilmemiş olmasına rağmen, tutukluluğunun hukuka uygunluğuna etkili bir şekilde itiraz etmek için gerekli olan bu delillerin içeriği hakkında yeterince bilgi sahibi olduğuna kanaat getirmiştir.

Son olarak Mahkeme, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikayetini reddetmiştir.

Kararın tamamını buradan okuyabilirsiniz. Kararın basın özeti baz alınarak kapsamlı çevirisi Av. Rumeysa Budak ve Av. Gözde Gurbet Engin tarafından yapılmıştır.

Atilla Taş  v. Türkiye, Başvuru no. 72/17, Karar tarihi: 19.01.2021

Temel Olgular

Başvurucu Atilla Taş, 1971 doğumlu, İstanbul’da yaşayan ünlü bir sanatçıdır.

Başvurucu 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden önce, Meydan gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Gazete, 27 Temmuz 2016 tarihinde 668 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılmıştır.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden önceki yıllarda Taş, dönemin hükümetinin politikalarına yönelik eleştirel duruşuyla tanınmıştır. Bu bağlamda Twitter hesabında bir dizi tweet atmıştır.

Başvurucu 30 Ağustos 2016’da Bursa’dayken, FETÖ / PDY (“Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapısı”) üyesi olduğu iddia edilen kişilere yönelik ceza soruşturmasında şüpheli olduğunu basın aracılığıyla öğrenmiştir. Ertesi gün yakalanarak polis memurları tarafından sorgulandığı yer olan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi binasında gözaltında tutulmuştur. Ardından İstanbul Cumhuriyet Savcısı önüne getirilmiştir.

3 Eylül 2016 tarihinde başvurucu terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım ettiği şüphesiyle İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği önüne çıkarılmıştır. Sulh Ceza Hakimliği tutuklanmasına karar vermiştir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 18 Ocak 2017 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu 29 kişiyi terör örgütüne üye olmakla suçlamıştır. Başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu iddia edilen bir televizyon kanalına destek vermek, örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişiler hakkında yapılan soruşturmaları eleştirerek soruşturmaları itibarsızlaştırmak ve Cumhurbaşkanı aleyhine örgüt üyeleri tarafından yapılan suçlamalara benzer suçlamalarda bulunmakla suçlanmıştır.

31 Mart 2017 tarihinde, İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi önünde görülen duruşmada Cumhuriyet Savcısı tarafından başvurucunun da içinde bulunduğu birkaç sanık hakkında tahliye talebinde bulunulmuştur. Aynı gün, Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun da dahil olduğu bazı sanıkların serbest bırakılmasına karar vermiştir.

Tahliye kararından birkaç saat sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Bay Taş ile ilgili yeni bir soruşturma başlatmıştır. Başvurucu bu defa Anayasal düzeni ve hükümeti cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla tekrar gözaltına alınmıştır.

3 Nisan 2017 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından, başvurucu ve diğer sanıkların serbest bırakılmalarına karar veren İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri ve tahliye talebinde bulunan savcı hakkında üç aylık görevden uzaklaştırma kararı verilmiştir.

Birkaç gün sonra, 14 Nisan 2017 tarihinde, İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği başvurucu ve diğer 11 sanığın tutuklanmasına karar vermiştir. 5 Haziran 2017 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında Anayasal düzeni ve hükümeti cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla yeni bir iddianame düzenlenmiştir. Savcılık, başvurucunun geçmişte defalarca basın yoluyla kamuoyunu yönlendirme girişiminde bulunduğunu ve FETÖ/PDY’nin emriyle kanaatleri yönlendirmek için tasarlanmış operasyonlarda yer aldığını iddia etmiştir.

Başvurucu 24 Ekim 2017 tarihinde serbest bırakılmış ve hakkında 8 Mart 2018 tarihinde terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım etmek suçlamasıyla 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verilmiştir. Bahse konu mahkumiyet kararı Mart 2020’de Yargıtay tarafından bozulmuş olup başvurucu hakkındaki ceza davası derdesttir.

Son olarak başvurucu, tutuklu yargılanmasının hukuka aykırılığı iddiasıyla Anayasa’nın 19 § 3 maddesi kapsamında üç ayrı bireysel başvuruda bulunmuş ve Anayasa Mahkemesi tarafından bu başvurular birlikte incelenmiştir. 29 Mayıs 2019 tarihinde, başvurucunun ilk tutukluluğuna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’nın 19 § 3. maddesinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir. İkinci tutukluluk dönemi (14 Nisan 2017’den itibaren) açısından ise Mahkeme, başvurucunun yakalanmasının ve tutukluluğunun kanuni dayanağının olmadığına hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer şikayetleri reddetmiş, başvurucuya manevi tazminat ve yargılama giderlerinin ödenmesine karar vermiştir.

Şikayetler, Usul ve Mahkeme’nin Oluşumu

Başvurucu Sözleşme’nin 5 §§ 1 ve 3. fıkraları (özgürlük ve güvenlik hakkı) kapsamında, suç işlediğine dair makul şüphe oluşturacak herhangi bir kanıt olmadan tutuklu yargılandığını iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu tutuklu yargılanmasına sebep olan olayların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu ve tutuklu yargılanmasıyla ilgili verilmiş olan kararlarda gerekçelerin yetersiz olduğunu iddia etmiştir.

Başvurucu Sözleşme’nin 5 § 4. fıkrası (soruşturma dosyasına erişememeye ilişkin şikayet) kapsamında, soruşturma dosyasına erişim sağlayamadığından dolayı tutuklu yargılanmasına ilişkin etkili bir şekilde itiraz edemediğinden şikayetçi olmuştur.

Ayrıca yine Sözleşme’nin 5 § 4. fıkrası (tutukluluğun hızlı biçimde gözden geçirilmesi hakkı) kapsamında başvurucu Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamanın uzunluğundan şikayetçi olmuştur.

Başvurucu Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamında ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Başvurucu Sözleşme’nin 18. maddesi (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlanması) kapsamında eleştirel görüşlerini ifade ettiği için tutuklandığından şikayetçi olmuştur.

Başvuru, 21 Aralık 2016 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılmıştır.

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, yargılamalara müdahale etme hakkını kullanmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğü hakkının tesisi ve korunmasına ilişkin Birleşmiş Milletler Özel Raportörü ile birkaç sivil toplum kuruluşuna yazılı prosedüre müdahale etme izni verilmiştir.

Karar, yedi yargıçtan oluşan bir Daire tarafından verilmiştir:

Mahkemenin Kararı

Kabul Edilebilirlik (71.-79.paragraflar arası birebir çevrilmiştir.)

71. Hükümet, başvurucunun iki ayrı ceza soruşturmasına tâbi olduğunu ve bu nedenle iki farklı tutuklama neticesinde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını belirtmiştir. Sonuç olarak, Hükümet’e göre, mevcut başvuru yalnızca başvurucunun serbest bırakılmasına ilişkin 25.Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla 31 Mart 2017 tarihinde sona eren tutukluluğuyla ilgilidir. Başvurunun ardından Mahkeme, başvurucunun ikinci tutukluluğu hakkında spesifik bir soru sormamıştır. Bu nedenle her ne kadar Mahkeme, başvurucunun ikinci ceza soruşturması bağlamında hükmedilen tutuklamaya ilişkin şikayetlerini iletmiş olsa da, Hükümet bunların hiçbir şekilde mevcut başvuruyla bağlantılı olmadığını ileri sürmüştür. Sonuç olarak, Hükümet Mahkeme’yi yalnızca başvurucunun maruz kaldığı ilk tutukluluğa karar vermeye davet etmektedir.

72. Başvurucu, tutukluluğunun ayrı bir incelemesinin, kendisinin iddia ettiği, hürriyetinden yoksun bırakılmasının keyfi doğasına ilişkin gerçekliğin gözden kaçırılmasına yol açacağını belirtmektedir. Biçimsel bir bakış açısına göre iki farklı ceza soruşturması çerçevesinde emredilen iki tutuklama olmasına rağmen, bu durumun yalnızca özgürlük ve güvenlik hakkının keyfi ve aleni bir şekilde ihlal edilmesinden kaynaklandığını savunmaktadır. Bu nedenle başvurucuya göre tutukluluğu bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Başvurucu, bu nedenle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ikinci ceza soruşturmasının yalnızca serbest bırakılmasına karar veren İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi kararının uygulanmasını önlemek için başlatıldığını söylemektedir. Bu bağlamda, tutukluluğunun devam etmesi için tek olası yasal yolun, yeni bir tutuklulukla birlikte yeni bir ceza soruşturmasının başlatılması olduğunu savunmaktadır. Aslında serbest bırakılmak yerine, tam da serbest bırakıldığı gün, ikinci bir gözaltına maruz kalmış ve birkaç gün sonra ise tutuklandığını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu, ilk soruşturma dosyasının tüm içeriğinin ikinci dosyaya aktarıldığını ve kendisine yalnızca ikinci dosyaya dayanılarak yeni suçlamalar getirildiğini belirtmiştir. Ayrıca İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 18 Ağustos 2017’de yapılan duruşmada iki dava arasında hukuki ve olgusal bağlar olduğunu değerlendirerek iki davayı birleştirmeye karar verdiğini ifade etmiştir. Sonuç olarak, Mahkeme’yi Hükümetin iddiasını reddetmeye davet etmektedir.

73. Mahkeme, başlangıçta, mevcut başvuruyu 13 Haziran 2017 tarihinde davalı Hükümet’e ilettiğini gözlemlemektedir. Başvurucu, aynı gün tarihli mektupla, esas olarak 31 Mart 2017 tarihinde salıverilmesi ve hemen ardından yeni özgürlükten mahrum bırakılmasına ilişkin olaylardan şikayetçi olduğu bilgi ve belgeleri sunmuştur. Bu mektup ve ekleri mevcut başvurunun dosyasına yerleştirilmiş ve Hükümet’in görüşleri alınmadan önce Hükümet’in dikkatine sunulmuştur. Diğer bir deyişle, Hükümet, başvurucunun iddialarına yanıt verme ve gerekli gördükleri takdirde, başvurucu tarafından ifade edilen olayları çürütme fırsatına sahip olmuştur.

74. Mevcut davada Mahkeme, hukuki sorunun mevcut başvurunun yalnızca resmi olarak 31 Mart 2017 tarihinde sona eren tutuklulukla ilgili olup olmadığına dair ortaya çıktığını gözlemlemektedir. Bu soruyu yanıtlamak için Mahkeme, başvurucunun iki ayrı tutuklamaya maruz kalıp kalmadığını veya ilgili kişinin maruz kaldığı tutukluluğunun tek bir de facto (fiili) tutukluluk olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini inceleyecektir.

75. Mahkeme, tutukluluk durumunda, dikkate alınacak sürenin kişinin yakalandığı (Tomasi v. Fransa, 27 Ağustos 1992, § 83, Series A no. 241 A) veya özgürlüğünden mahrum bırakıldığı zaman başladığını (Letellier v. Fransa, 26 Haziran 1991, § 34, Series A no. 207) ve ilgili kişi salıverildiğinde ve/veya kendisine yöneltilen suçlamalara ilişkin bir ilk derece mahkemesi tarafından bile bir karar alındığında sona erdiğini (bakınız, diğerlerinin yanı sıra, Wemhoff v. Almanya, 27 Haziran 1968, s. 23 , § 9, Series A no. 7 ve Buzadji v. Moldova Cumhuriyeti [BD], no 23755/07, § 85, 5 Temmuz 2016) yinelemiştir.

76. Mahkeme, 31 Ağustos 2016 tarihinde mevcut davada başvurucunun FETÖ/PDY’nin medya yapılanması içinde faaliyette bulunduğu şüphesiyle polis tarafından gözaltına alındığını kaydetmiştir. 3 Eylül 2016’da, başvurucu bir terör örgütüne bilerek ve kasıtlı olarak yardım ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 18 Ocak 2017 tarihinde, terör örgütüne üye olmakla suçladığı başvurucunun da aralarında bulunduğu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde yirmi dokuz kişi hakkında iddianame sunmuştur. İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi, 31 Mart 2017’deki duruşmanın ardından başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Ancak, başvurucunun serbest bırakılmasından önce, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı aynı gerçeklere dayanarak başvurucu hakkında yeni bir ceza soruşturması başlatmış ve yalnızca iddia edilen suçların hukuki niteliğini değiştirmiştir. Sonuç olarak, başvurucu, etkin bir şekilde serbest bırakılma olasılığı olmaksızın özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır. Daha sonra, 14 Nisan 2017’de, başvurucu ve diğer on bir sanık tekrar tutuklanmıştır. Ayrıca 5 Haziran 2017 tarihli iddianamede İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, hem anayasal düzeni hem de hükümeti zor ve şiddet kullanarsk devirmeye teşebbüs ettikleri gerekçesiyle mahkumiyetlerini talep etmiştir. Ardından 18 Ağustos 2017’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, iki dava arasında hukuki ve olgusal bağlantılar bulunduğunu tespit ederek, iki ceza yargılamasını E.2017/67 numaralı dava kapsamında birleştirmeye karar vermiştir. Son olarak, 24 Ekim 2017 tarihinde, aynı gün tahliye olan başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir.

77. Mevcut davada Mahkeme, resmi olarak, başvurucunun özgürlükten yoksun bırakılmasının iki ayrı döneme ayrıldığını kaydetmektedir: ilki 31 Ağustos 2016 – 31 Mart 2017 ve ikincisi 31 Mart 2017 – 24 Ekim 2017. Bununla birlikte, başvurucunun maruz kaldığı tutukluluğu iki farklı tutukluluk olarak yorumlamanın esasen bireyi keyfi veya haksız özgürlükten yoksun bırakmaya karşı korumayı içeren Sözleşme’nin 5. maddesinin amacına aykırı olacağını düşünmektedir (Ilaşcu ve diğerleri v. Moldova ve Rusya [BD], no. 48787/99, § 461, ECHR 2004-VII). Nitekim Mahkeme, 31 Mart 2017 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karara rağmen mevcut davada ilgili kişinin salıverilmediğini göz ardı edememektedir. Başvurucunun serbest bırakılması mümkün olmaksızın bu kararla tutukluluğunun sona erdiğini kabul etmek, kanunun aşılmasına izin vermekle eşdeğer olacaktır. Nitekim böyle bir durumda yargısal makamlar, aynı olaylar için yeni ceza soruşturmaları başlatarak kişileri özgürlüklerinden mahrum bırakmaya devam edebilirler.

78. Mevcut davada, davanın koşulları ve taraflarca öne sürülen iddialar ışığında, Mahkeme, başvurucunun gözaltına alınmasına karar verilmesinin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 31 Mart 2017 tarihli başvurucunun tahliyesine ilişkin kararın uygulanmasını engellediğini tespit etmiştir. Bu durum, başvurucunun utukluluğuna dayandırılan delillerin her iki yargılamada da aynı olduğu gerçeği açısından daha da belirgindir.

79. Yukarıdakiler ışığında Mahkeme, dikkate alınacak sürenin başvurucunun gözaltına alındığı tarih olan 31 Ağustos 2016’da başladığı ve tahliye tarihi olan 24 Ekim 2017’de sona erdiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle, başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk bir yıl, bir ay ve yirmi beş gün sürmüştür ve Mahkeme, başvurucunun bu döneme ilişkin tüm şikayetleri hakkında karar verme yetkisine sahiptir.

ESAS

Madde 5 § 1 (özgürlük ve güvenlik hakkı)

Başvurucunun İlk Tutukluluğunun Hukukiliği

Başvurucu 31 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alınmış, 3 Eylül 2016 tarihinde herhangi bir delil olmamasına rağmen hakkında İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklama kararı verilmiştir. Bu nedenle hâkim, herhangi bir somut delile atıfta bulunarak başvurucunun tutuklanması kararını haklı çıkarmamıştır.

Anayasa Mahkemesi ise, Bay Taş’ın bir terör örgütüne bilerek ve kasıtlı olarak yardım etme suçunu işlediğine dair somut delillere dayanan güçlü bir şüphe bulunduğunu değerlendirmiştir. Mahkeme, 3 Eylül 2016 tarihli tutukluluk kararında bahsi geçmeyen ve şüpheye yol açan gerçekleri ve delilleri belirtmeyen delillere dayanmıştır. Söz konusu deliller, ancak iddianamenin sunulmasından sonra, Bay Taş’ın tutuklanmasının ardından dört aydan fazla bir süre sonra mahkemeler önünde ibraz edilmiştir. Sonuç olarak, bu delil unsurları, bu emrin verilmesi ile ilgili olmadıkları sürece, ilk tutukluluk kararına dayandıran şüphelerin makul olup olmadığının belirlenmesinde dikkate alınmayacaktır. Söz konusu deliller, yalnızca ceza yargılaması sırasında başvurucunun devam eden tutukluluğu bağlamında makul bir şüphenin devam edip etmediğini veya ortaya çıkıp çıkmadığını değerlendirirken dikkate alınabilirdi.

Başvurucunun ilk tutukluluğunun hukuka uygunluğuna dair Mahkeme, CMK 100. maddenin lafzına ve dosyanın delil durumuna yönelik muğlak ve genel atıfların, dosyadaki münferit delillerin özel bir değerlendirmesi ya da başvurucu aleyhindeki şüpheyi haklı çıkarabilecek başka türlü doğrulanabilir herhangi bir bilginin yokluğunda, şüphenin makul olup olmadığını göstermek için yeterli görülmeyeceği kanaatine varmıştır. Sonuç olarak başvurucunun ilk tutukluğunu haklı çıkaracak hiçbir özel bilgi veya olgu belirtilmemiş olmasına rağmen başvurucu hakkında tutukluluk kararı verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun isnat edilen suçları işlediğine dair tarafsız bir gözlemciyi tatmin edecek hiçbir olay ya da bilgi mevcut değildir.

Başvurucunun Devam Eden Tutukluluğunun Hukukiliği ve Aleyhe Deliller

Anayasa Mahkemesi başvurucunun tutukluluğunun hukuka uygunluğunu değerlendirirken başvurucu tarafından yazılan yazı ve paylaşılan tweetleri incelemiş ve dikkate alınması gereken üç delil grubunun bulunduğuna karar vermiştir. Bu deliller; (1) Başvurucunun Bugün Gazetesine kayyum atanmasını protesto etmek için bir gösteriye katılmış olması (2) Başvurucu ile “ Fuatavni” takma isimli kişi arasında var olan bağlantılar (3) Makale ve tweetler şeklindedir.

İlk olarak, Mahkeme başvurucunun katıldığı gösteri ile ilgili olarak Hükümetin gösterinin yasadışı olduğuna ya da şiddet içerdiğine dair özel bir kanıt sunmadığını not etmiştir. Bahse konu tarihte söz konusu gazetenin bir terör örgütü tarafından kontrol edildiğine dair herhangi bir mahkeme kararı da bulunmamaktadır. Sonuç olarak başvurucunun olaylar esnasında muhalif olarak kabul edilen bir gazeteye resmi makamlar tarafından yönetici atanmasını protesto etmek amacıyla bir gösteriye katılması, kişinin terör suçu işlediğine dair objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bir delil olarak değerlendirilemez. Mahkemeye göre başvurucunun suçlandığı fiil Sözleşme kapsamındaki hakların, özel olarak madde 10 (ifade özgürlüğü) ve madde 11 (toplantı ve dernek kurma özgürlüğü), kullanımı niteliğindedir.

İkinci olarak başvurucu ve FETÖ/PDY adına propaganda yaptığı iddia edilen “Fuatavni” twitter hesabı arasında bağlantının varlığına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi ne gibi somut bağlantılar olabileceğini açıklamamıştır. Mahkeme’ye göre, sadece iddianameye yapılan bir atıf başvurucunun tutukluluğunun dayandığı şüphenin makul olup olmadığını göstermek için yeterli görülemez.

Üçüncüsü, Anayasa Mahkemesi, Bay Taş’ın tutukluluğunun yazılarına ve tweet’lerine dayanılarak gerekçelendirildiğine karar vermiştir. Genel anlamda içeriklerine atıfta bulunarak, Bay Taş’ın FETÖ / PDY’yi övdüğünü ve ayrıca bu örgütü meşrulaştırmaya çalıştığını ve sözde üyeleriyle ilgili soruşturmaları gözden düşürdüğünü değerlendirmenin keyfi olmadığını tespit etmiştir. Bununla birlikte, mahkeme, başvurucunun yazdığı hangi makale ve tweetlerin, başvurucunun terör suçu işlediğine dair şüphelere yol açmaya uygun olduğunu belirtmeyi atlamıştır. Hükümet, askeri darbe girişiminin temeli olarak hizmet ettiklerini ve şiddeti kışkırttığını ve Bay Taş’ın bunları yayınlayarak FETÖ/PDY davasını daha da ileri götürdüğünü ileri sürerek daha spesifik olarak bazı makale ve tweetlere atıfta bulunmuştur. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun yazılarının ve tweetlerinin içeriğinin hiçbir şekilde bir şiddet çağrısı olarak yorumlanamayacağını ve sözlerinin açıkça terör telkini, bir terör saldırısı failine övgü, bir saldırının kurbanları hakaret ve terör örgütlerini finanse etme çağrısı veya diğer benzer davranış biçimleri anlamına gelmediğini değerlendirmiştir. Mahkemenin görüşüne göre, Bay Taş’ın yazılarının ve tweetlerinin içeriği hükümetin ve Cumhurbaşkanının politikalarını keskin bir şekilde eleştirmek olarak kabul edilebilecekse de tutukluluk kararının dayandırıldığı suçlamaların akla yatkınlığına ilişkin objektif bir gözlemciyi tatmin edememiştir. Bu bağlamda Mahkeme, şüphelerin makullüğünün, başvurucunun Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamındaki ifade özgürlüğü hakkının zedelendiği noktaya kadar uzatılamayacağı kanaatindedir.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi başvurucunun yazılarının ve tweetlerinin kamu makamlarının FETÖ/PDY’ye karşı harekete geçtiği bir dönemde yayınlamış olmasına özel bir önem vermiştir. Fakat Mahkeme, söz konusu materyalin 2011 ile 2016 yılları arasında çok uzun bir süre boyunca yazıldığını ve OHAL ilanından önce bu yazılara dair başvurucu aleyhine herhangi bir işlem yapılmadığını kaydetmektedir. Söz konusu yazılar yayınlandıktan birkaç yıl sonra, OHAL ilanından sonra, adli makamlar, başvurucunun amacını gerçekten ortaya koymaya çalışmadan, bahse konu materyallerin bir ceza soruşturması ve tutukluluk halini gerekçelendirmek için yeterli olduğu görüşünü oluşturmuştur.

Başvurucunun tutukluluğunu meşrulaştıran başka sebep ve delillerin yokluğunda Mahkeme, Hükümet’in atıfta bulunduğu yazıların ve tweetlerin tutukluluk tedbirini haklı çıkarmak için yeterli olduğuna ikna olmamıştır. Sonuç olarak hem ilk tutukluluk kararı hem de tutukluluk devam kararları başvurucuya isnat edilen terörle ilgili suçlar ile makul bir bağlantı kurulabilecek kanıtlar içermemektedir.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi, Bay Taş’ın, makale ve tweetlerini, kamu yetkililerinin FETÖ / PDY aleyhine eylemde bulunduğu bir dönemde yayınlamış ve söz konusu materyalleri 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine kadar yayınlamaya devam etmiş olmasına ağırlık vermiş gibi görünmektedir. Mahkeme, söz konusu meselenin 2011 ile 2016 yılları arasında çok uzun bir süre boyunca yazıldığını kaydetmiştir. Bu süre zarfında başvurucu, siyasi işler ve genel ilgi alanlarına ilişkin görüşlerini ifade etmiştir. Ayrıca, olağanüstü hal ilanından önce, Bay Taş aleyhine, yazılı açıklamaları nedeniyle herhangi bir özel işlem yapılmamıştır. Ancak, söz konusu makale ve tweetlerin çoğunun yayınlanmasından birkaç yıl sonra, olağanüstü hal ilan edildikten sonra, adli makamlar, başvurucunun niyetini fiilen ortaya koymaya çalışmadan, bu meselenin bir ceza soruşturmasını ve başvurucunun tutukluluk halini haklı çıkarmaya yeterli olduğu kanaatine varmışlardır. Bu makaleler ve tweetler aracılığıyla, Bay Taş, Türkiye’deki siyasi sistemin işleyişiyle ilgili fikir ayrılığını zaman zaman hiciv tarzında ifade etmiş ve esas olarak genel ilgi alanlarına ilişkin görüşlerini ifade etmiştir. Bu nedenle, Mahkeme, Bay Taş’ın tutukluluğunu meşrulaştıran başka nedenler ve kanıtların yokluğunda, Hükümet tarafından atıfta bulunulan yazıların ve tweetlerin bu tedbiri haklı çıkarmak için yeterli olduğuna ikna olmamıştır.

Sonuç olarak, başvurucunun ilk ve devam eden tutukluluğuna ilişkin kararların hiçbiri, eylemleri   -yani siyasi içerikli makaleler ve tweet’ler – ile suçlandığı terörle bağlantılı suçlar arasında makul bir bağlantı kurabilecek kanıtlar içermemektedir. Dolayısıyla, yerel makamlarca dayanılan yasal hükümlerin yorumlanması ve uygulanması, Bay Taş’ın tutukluluğunu hukuka aykırı ve keyfi kılma noktasında mantıksız olmuştur.

Olağanüstü Hallerde İstisna (Sözleşme’nin 15. maddesi)

Bay Taş, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 100.maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Kişinin bir suç işlediğine dair güçlü şüpheye yol açan olgusal kanıtların varlığını gerektiren bu hüküm, olağanüstü hâl sırasında değiştirilmemiştir. Dolayısıyla, başvurucunun durumuna hiçbir istisnai tedbir uygulanmamıştır.

Sonuç olarak Mahkeme, başvurucunun ceza gerektiren bir suç işlediğine dair makul bir şüphenin bulunmaması nedeniyle Sözleşme’nin 5 § 1 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu tespit ışığında, yerel mahkemeler tarafından başvurucunun tutukluluğuna ilişkin verilen kararların yeterli gerekçelere dayanıp dayanmadığını ayrıca incelemenin gereksiz olduğu kanaatine varmıştır. (Sözleşme’nin 5 §§ 1 (c) ve 3 Maddesi).

Madde 5 § 4 (soruşturma dosyasına erişilemediğine ilişkin şikâyet)

İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, 29 Ağustos 2016 tarihinde, başvurucu ve avukatlarının soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması kararı verilmiştir. Başvurucu ve avukatları 18 Ocak 2017 tarihinde iddianame dosyaya sunulana kadar dosya içeriğindeki delilleri görememişlerdir.

Mahkeme, Bay Taş’ın tutukluluğuna ilişkin kararın esas olarak başvurucunun yazılarında ve sosyal medya paylaşımlarında yaptığı açıklamalara dayandığını kaydetmiştir. Bu durum, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından sunulan iddianame ile doğrulanmıştır. Mahkeme ayrıca, Bay Taş’a, avukatlarının da yardımıyla, yetkili makamlar tarafından, önce soruşturma makamları ve daha sonra da sulh ceza hakimi tarafından bu delil hakkında ayrıntılı sorular sorulduğunu ve soruların içeriğinin kayıtların ilgili bölümlerinde yeniden oluşturulmuş olduğunu gözlemlemiştir.  Buna göre, Bay Taş’a delillere sınırsız erişim izni verilmemiş olsa da, tutukluluğunun yasallığına etkin bir şekilde itiraz etmek için gerekli olan bu delillerin içeriği hakkında yeterince bilgi sahibi olmuştur.

Bu nedenle Sözleşme’nin 5 § 4 maddesi ihlal edilmemiştir.

Madde 10 (ifade özgürlüğü)

Mahkeme başvurucunun tutukluluğunun Sözleşme’nin 10. Maddesi kapsamında korunan haklarına müdahale teşkil ettiği kanaatine varmıştır. Mahkeme, CMK’nın 100. maddesine göre, tutukluluk kararı verilebilmesi için bir kişinin suç işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin olması gerektiğini kaydetmektedir. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun tutukluluğunun makul şüpheye dayanmadığına dair tespitine dikkat çekmiştir. Mahkeme ayrıca, Sözleşme’nin 5 § 1. maddesinin kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılabilmeleri için kapsamlı bir düzenleme içerdiğini ve bu gerekçelerden birine girmediği sürece hiçbir özgürlükten yoksun bırakma halinin yasal olamayacağını gözlemlemektedir. Sonuç olarak Mahkeme, başvurucunun hak ve özgürlüklerine yönelik müdahale kanunla öngörülmemiştir.

Bu nedenle Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Diğer Maddeler

Mahkeme başvurucunun Sözleşme’nin 5 § 4 maddesi (tutukluluğun yasallığının hızlı biçimde incelenmesi hakkı) bağlamında yaptığı şikayetin açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.  Bu madde kapsamında dikkate alınması gereken süre yaklaşık bir yıldır ve olağanüstü hal sürecidir. Mahkeme’ye göre, Anayasa Mahkemesi’nin, kararını başvuru tarihinden yaklaşık iki yıl altı ay sonra vermiş olması ise başvurucu zaten serbest bırakıldığı için dikkate alınacak süre kapsamında değildir. Mahkeme Mehmet Hasan Altan v. Türkiye (no. 13237/17) ve Şahin Alpay v. Türkiye (no. 16538/17) kararlarındaki tespitlere atıfta bulunmuştur.

Mahkeme, oybirliğiyle, 5. Madde (özgürlük ve güvenlik hakkı) ve 10. Madde (ifade özgürlüğü) kapsamındaki bulguları göz önünde bulundurarak, 18. Madde (haklara getirilen kısıtlamaların kullanımına ilişkin sınırlama) kapsamındaki şikayetin ayrıca incelenmesine gerek olmadığına karar vermiştir.

Adil tazmin (Madde 41)

Mahkeme, Türkiye’nin Bay Taş’a manevi tazminat olarak 12,275 Euro ve masraf ve giderler olarak 3,175 Euro ödeyeceğine karar vermiştir.

Ayrık görüş

Yargıçlar Ranzoni, Koskelo ve Bošnjak, karara ek olarak ortak kısmen muhalefet görüşlerini ifade etmişlerdir.

Ayrık görüşlerinde özet olarak, Sözleşme’nin 5 § 4 maddesine ilişkin çoğunluğun vardığı ihlal olmadığına ilişkin kararın, Büyük Daire tarafından açıkça kabul edilen ve Mahkeme’nin içtihadı ile mükemmel bir uyum içinde olan metodolojiden ayrı bir karar olarak verildiğini belirtmişlerdir. Bu doğrultuda A. ve diğerleri v. Birleşik Krallık Büyük Daire kararı başta olmak üzere Lamy,Nikolova, Lietzow, Garcia Alva, Schöps, Shishkov, Svipsta, Mooren, Piechowicz ve Ovsjannikov kararlarındaki tutuklunun soruşturma dosyalarına erişim hakkına ilişkin içtihadı detaylı şekilde açıklamışlardır.

Sonuç olarak, ne tutukluluğa ilişkin ilk emrin ne de tutuklamaya ilişkin sonraki kararların olmadığı mevcut davadaki gibi bir davada soruşturma dosyasının belgelerine erişimden daha önemli bir şey olmadığına inandıklarını; bu nedenle, Daire’nin, Türkiye aleyhine açılan davalara yaklaşımını Mahkeme’nin bu alandaki yerleşik içtihadıyla uyumlu hale getirmek için mükemmel bir fırsatı kaçırmış olmasından dolayı üzüntü duyduklarını belirtmişlerdir. Mahkeme’nin, Büyük Daire tarafından belirlenen ilkeleri ve Mahkeme’nin bu konudaki yerleşik içtihadını göz ardı ederek, tek bir Yüksek Sözleşmeci Taraf için geliştirilmesine izin verilmemesi gerektiğini konusunda kaygılarını dile getirmişlerdir.


[i] Sözleşme’nin 43 ve 44. maddeleri uyarınca, bu Daire kararı kesin değildir. Herhangi bir taraf, verilmesini izleyen üç aylık süre zarfında kararın Büyük Daireye gönderilmesini talep edebilir. Böyle bir talep yapılırsa, beş yargıçlı bir heyet davanın daha fazla incelemeyi hak edip etmediğini değerlendirmektedir. Bu durumda, Büyük Daire davayı görecek ve nihai kararı verecektir. Gönderim talebi reddedilirse, Daire kararı o tarihte kesinleşecektir.

Karar kesinleşince, icrasını denetlemek üzere Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine iletilir.İcra sürecine ilişkin daha fazla bilgi burada bulunabilir: http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/execution.

From → İnsan hakları

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: