İçeriğe geç

İHAM’ın Murat Aksoy v. Türkiye kararının özet çevirisi: “Gazeteci başvurucunun yazı ve konuşmaları nedeniyle darbe girişiminden sonra tutuklanması, özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlalidir.”

by 22/04/2021

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM – Mahkeme), 13 Nisan 2021 tarihli Murat Aksoy (başvuru no. 80/17) kararında, oy çokluğuyla (altıya karşı bir) İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (Sözleşme) madde 5 § 1 (kişi özgürlüğü ve güvenliği) ve madde 10’un (ifade hürriyeti) ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Dava, sosyal medya ve gazetelerde yayınlanan ve hükümeti eleştiren makaleleri nedeniyle, gazeteci Murat Aksoy’un tutukluluğuna ilişkindir. Murat Aksoy’un tutuklanması, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi ve takip eden olağanüstü hal ilanından birkaç hafta sonra gerçekleşmiştir. Kendisine, otoritelerce, cebir ve şiddet kullarak anayasal düzen ile hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği ve silahlı bir terör örgütüne üye olduğu ithamında bulunulmuştur.

Mahkeme aynı zamanda, oy çokluğuyla (dörde karşı üç), Sözleşme madde 5 § 4’ün (soruşturma dosyasına erişimin sağlanmaması) ihlal edilmediğine hükmetmiştir.

Mahkeme, Murat Aksoy’un bir suç işlediğine ilişkin makul şüphenin bulunmadığına; dolayısıyla tutuklanması ve tutukluluğunun sürdürülmesinin özgürlük ve güvenlik hakkını ihlal ettiğine ve bu hususun ifade hürriyetine kanunda öngörülmeyen bir sınırlama getirdiğine hükmetmiştir.

Mahkeme ayrıca, her ne kadar dosyadaki delillere sınırsız erişimi sağlanmasa da, Murat Aksoy’un yetkili otoritelerce sorgulandığı esnada, tutukluluğunun hukukiliğine etkili bir şekilde itirazını sağlayacak önemli hususların içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunu ve ilk olarak soruşturmacılar ardından da sulh ceza hâkimi tarafından, deliller üzerine detaylı bir şekilde sorgulandığını not etmiştir.       

Kararın tamamını buradan okuyabilirsiniz. Mahkeme tarafından yayımlanan basın özeti, Muhammed Canpolat tarafından çevrilmiştir.

Murat Aksoy v. Türkiye, Başvuru No. 80/17, Karar Tarihi: 13.04.2021

Temel Olaylar

1968 doğumlu ve Türk vatandaşı olan başvurucu Murat Aksoy, İstanbul’da ikamet etmektedir.

Başvurucu, Taraf, Millet ve Yeni Hayat dahi olmak üzere, 2005’ten 2016’ya kadar birçok ulusal gazetede çalışmıştır. Ayrıca başvurucu, makalelerini yayınladığı kendi internet sitesine ek olarak, T24 adlı internet sitesi için de yazılar yazmıştır. 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar olan zaman zarfında, başvurucu mevcut hükümetin politikalarına muhalif düşünceleri ile bilinir olmuştur. 30 Ağustos 2016’da başvurucu gözaltına alınmıştır.

3 Eylül 2016’da başvurucu, silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek  yardım etme suçlamasıyla tutuklanmıştır.

2017 Ocak ayında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık)  başvurucunun da dahil olduğu 29 kişi aleyhinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne iddianame sunulmuştur.

Mart 2017’de, duruşma savcısının talebi üzerine, 25. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu dahil sanıkların bir kısmını tahliye etmiştir. Bu karardan birkaç saat sonra, savcılık tarafından başvurucu aleyhinde cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etmek suçlamasıyla yeni bir soruşturma başlatılmış ve başvurucu tekrardan gözaltına alınıp sonrasında tutuklanmıştır.

2017 nisan ayında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, başvurucunun tahliyesini talep eden duruşma savcısı ile bu talebi kabul eden hakimleri 3 aylık bir süre için açığa almıştır.

Başvurucu sonrasında 24 Ekim 2017’de serbest bırakılmıştır.

Mart 2018’de, ilk derece mahkemesi başvurucuyu Türk Ceza Kanunu madde 220 § 7 kapsamındaki bilerek ve isteyerek silahlı terör örgütüne yardım suçundan 2 yıl 1 aylık hapis cezasına mahkum etmiştir. Mahkumiyet kararı istinaf mahkemesi ve Yargıtay tarafından onanmıştır.

Başvurucu 2016 kasım ve 2017 mayıs aylarında iki bireysel başvuru yapmış, sonucunda Anayasa Mahkemesi ifade ve basın hürriyetinin yanında özgürlük ve güvenlik hakkı dahil çeşitli hak ihllalerine ve manevi tazminata hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi, 2 Mayıs 2019 tarihli kararında Anayasa’nın 19 § 3, 26 ve 28 numaralı maddelerinin ihlal edildiği yönünde karar vermiştir.

Şikâyetler, usul ve Mahkeme’nin oluşumu

Başvurucu, Sözleşme madde 5 §§ 1 ve 3 ile madde 10’a dayanarak, tutukluluğunun keyfi olduğundan ve suç işlediği yönünde makul şüpheye sebebiyet verecek herhangi bir somut delilin olmadığından şikâyetçi olmuştur.

Başvurucu ayrıca, Sözleşme madde 5 § 4’e (tutukluluğun hukukiliğinin ivedilikle incelenmesi hakkı ve soruşturma dosyasına erişimin sağlanmaması) dayanarak, Anayasa Mahkemesi önündeki sürecin uzunluğundan ve soruşturma dosyasına erişim elde edemediğinden şikayetçi olmuştur. Ayrıca başvurucu, madde 5 ve 10 ile bağlantılı olmak üzere, Sözleşme madde 18’e de (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlanması) dayanmıştır.

Başvuru Mahkeme’ye 21 Aralık 2016 tarihinde sunulmuştur.

Mahkeme’nin Kararı

Başvurucunun mağdur sıfatı

Mahkeme, Anayasa Mahkemesince, başvurucunun bir suç işlediğine ilişkin kuvvetli şüphenin varlığı yeterince gösterilmeden tutuklandığı ve böylelikle Anayasa madde 19 § 3’ün ihlal edildiği şeklinde karar verildiğini not etmiştir. Ötesinde, Anayasa Mahkemesi başvurucunun yaptığı yorumlarından ötürü tutuklanmasının ayrıca Anayasa madde 26 ve 28 kapsamındaki basın ve ifade hürriyetlerinin ihlali olduğuna hükmetmiştir.

Buna karşın, Mahkeme, davanın şartları dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesince hükmedilen manevi zarar ve masraflara dayalı tazminat miktarlarını açıkça yetersiz bulmuştur. Mahkeme bu anlamda benzeri davalardaki uygulamasını esas almıştır (Sabuncu ve diğerleri v. Türkiye, başvuru no. 23199/17, § 260, 10 Kasım 2020, ve Şık v. Türkiye (no. 2), başvuru no. 36493/17, § 223, 24 Kasım 2020).  Dolayısıyla Mahkeme, madde 5 §§ 1 ve 3 ile madde 10 kapsamındaki şikayetleri için yapılan telafi mahiyetindeki ödemeye rağmen, başvurucunun Sözleşme madde 34 anlamında hala mağdur sıfatı taşıdığını not etmiştir.

Madde 5 §§ 1 ve 3 (özgürlük ve güvenlik hakkı)

Yukarıda belirtidiği gibi, Anayasa Mahkemesi başvurucunun Anayasa madde 19 §  3’e aykırı olarak tutuklandığını ve tutukluluğunun sürdürüldüğünü saptamıştır. Özünde bu tespit, başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakılmasının Sözleşme madde 5 § 1’e aykırı olduğunun kabulu anlamına gelmektedir. Bundan ötürü Mahkeme, yapılan detaylı inceleme sonucu Anayasa Mahkemesince varılan sonuçları teyit etmiştir.

Sözleşme madde 15 ve Türkiye’nin derogasyonuna ilişkin olarak, Mahkeme başvurucunun Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi ışığında tutuklu yargılandığını not etmiştir. Bir suçun işlendiği konusunda kuvvetli şüphenin varlığını gösteren somut deliller gerektiren bu hüküm olağanüstü hal süresinde değişikliğe uğramamıştır. Dolayısıyla, başvurucunun durumu için Sözleşme madde 15 kapsamındaki derogasyon hükümleri uygulama alanı bulamayacaktır.

Sonuç olarak, mevcut davada başvurucunun suç işlediğini gösteren makul nedenlerin yokluğu göz önünde bulundurulduğunda, Sözleşme madde 5 § 1 ihlal edilmiştir.

Sözleşme madde 5 § 1’e ilişkin karar dikkate alındığında, Mahkeme başvurucunun tutukluluğunun devamını meşrulaştıracak yerinde ve yeterli gerekçelerin bulunup bulunmadığına ilişkin şikayetlerin Sözleşme madde 5 § 3 kapsamında incelenmesini gerekli görmemiştir.

Madde 10 (ifade özgürlüğü)

Mahkeme başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakılmasının Sözleşme madde 10 anlamında bir sınırlandırma teşkil ettiğini vurgulamıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi kapsamında, bir suçun işlendiği konusunda kuvvetli şüphenin varlığını gösteren somut delillerin bulunması halinde ilgili kişi tutuklanabilecektir. Bu bağlamda Mahkeme, halihazırda Sözleşme madde 5 § 1’e aykırı olarak, başvurucunun tutukluluğunun böyle bir şüpheye sebebiyet verecek makul gerekçelere dayanmadığına ve bu sebepten ötürü başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Ötesinde Mahkeme, bir kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği sınırlı durumların Sözleşme madde 5 § 1’de sıralandığını hatırlatmıştır. Bu durumlardan birine girmediği hallerde bu minvaldeki bir tedbir hukuki olmayacaktır. Dolayısıyla, başvurucunun Sözleşme madde 10 altındaki haklarına yapılan müdahale yasayla öngörülmediği için meşru kabul edilemeyecektir.

Ayrıca Mahkeme, Anayasa Mahkemesince başvurucunun makale ve yayınları sebebiyle tutuklanmasının demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varıldığını gözlemlemiştir. Anayasa Mahkemesi suç kabul edilen yazıların içeriklerinin kamuoyunca ve muhalif siyasi liderlerce paylaşılan görüşlere benzer olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakılmasının acil toplumsal bir gereksinim olduğu hususunu yetkili yargı mercilerce gösterilmediğinden hareketle, Anayasa Mahkemesi, yazı ve konuşmaları dışında başka bir somut delile dayanmayan bu tutukluğunun ifade ve basın hürriyetleri üzerinde caydırıcı bir etkisi olmuş olabileceğini ifade etmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlal edildiğine hükmedilmiştir.

Bu gerekçelendirme ışığında, Mahkeme müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği hususunda Anayasa Mahkeme’sinin ulaştığından başka bir sonuca ulaşmayı gerektirecek bir sebep olmadığı kanaatine varmıştır.

Ötesinde Mahkeme, olaydaki gibi özgürlükten mahrum bırakacak tedbirlerin uygulanmasının kaçınılmaz şekilde, sivil toplumu korkutmak ve muhalif sesleri susturmak suretiyle, ifade hürriyeti üzerinde caydırıcı bir etki oluşturması sebebiyle, eleştiri sahiplerinin tutuklanmasının hem ilgili kişi hem de toplum için sayısız olumsuz sonuç doğurduğunu not etmiştir.

Sözleşme madde 5 § 1 kapsamında yaptığı madde 15 değerlendirmesinden sapmak için ciddi bir sebep olmadığından, Mahkeme aynı değerlendirmelerin madde 10 kapsamında da geçerli olduğu kanaatine varmıştır.

Dolayısıyla, Sözleşme madde 10 ihlal edilmiştir.

Sözleşme madde 5 § 4’ün (soruşturma dosyasına erişimin sağlanmaması)

Mahkeme, 20 Ağustos 2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucu ve avukatlarının soruşturma dosyasına erişiminin sınırlandırıldığını gözlemlemiştir. Bundan ötürü, iddianamenin kabul edildiği 18 Ocak 2017 tarihine kadar, başvurucunun tutuklanmasını haklı çıkarmak amacıyla kullanılan delillere erişilememiştir.

Buna karşın Mahkeme, başvurucunun avukatları nezaretinde, ilk olarak soruşturmacılar ardından da sulh ceza hâkimi tarafından, deliller üzerine detaylı bir şekilde sorgulandığını not etmiştir. Bu cihetle, her ne kadar dosyaya sınırsız erişimi olmasa da, başvurucuya tutukluluğa etkili şekilde itirazını sağlayacak önemli hususların içerikleri hakkında yeterli bilgi temin edilmişti. Sonuç olarak, Mahkeme Sözleşme madde 5 § 4’ün ihlal edilmediği kanaatine varmıştır.

Diğer maddeler

Mahkeme, başvurucunun Sözleşme madde 5 § 4 (tutukluluğun hukukiliğinin bir Mahkeme tarafından ivedilikle incelenmesi hakkı) ve özelde Anayasa Mahkemesi önündeki sürecin uzunluğuna ilişkin şikâyetlerini açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur. Bu yönde Mahkeme, Mehmet Hasan Altan v. Türkiye ve Şahin Alpay v. Türkiye davalarında ulaştığı sonuçlara atıf yapmıştır.

Mahkeme devamında, Sözleşme madde 5 § 1 ve madde 10 kapsamındaki değerlendirmelerini göz önünde bulundurarak, şikâyetlerin Sözleşme madde 18 (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlanması) altında ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına hükmetmiştir.

Adil tazmin (Madde 41)

Mahkeme başvurucuya, 11.500 avro manevi zarar ve 3.175 avro masraf ve giderler, tazminat ödenmesine karar vermiştir.

Karşı oylar

Hakimler Bošnjak, Ranzoni ve Koskelo’nun ortak yazdıkları kısmi karşı oy yazısı ve Hakim Saadet Yüksel’in kısmi karşı oy yazısı karara eklenmiştir.

Hâkim Saadet Yüksel’in karşı oy yazısının özeti

Sözleşme madde 5 §§ 1 ve 3 ile madde 10 ihlal kararlarına ve gerekçelere karşı oy kullandım çünkü bana göre, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal ve tazminat kararından sonra, başvurucu Sözleşme madde 34 anlamında mağdur sıfatını kaybetmiştir. Durum bu şekilde olmasaydı çoğunluğun esasa ilişkin çıkarımlarına katılacaktım.

Bir gazetecinin tutukluğunu ilgilendiren mevcut davada, Anayasa Mahkemesi özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın hürriyetine ilişkin ilkeleri hatırlatmıştır. Kaldı ki bu ilkeler Mahkeme’nin içtihadında yer alan ilkelerle aynıdır. İhlal tespitleri çerçevesinde Anayasa Mahkemesi başvurucuya manevi tazminat için 30.000 TL ve giderler için 2.972 TL ödenmesine hükmetmiştir.

Kanaatimce bu davadaki temel hususlardan birisi, ulusal düzeyde söz konusu hakların korunması anlamında önemli rol oynayan, Anayasa Mahkemesi ile kurulan diyalogtur (Al-Khawaja et Tahery v. Birleşik Krallık [BD], başvuru no. 26766/05 ve 22228/06, İHAM 2011; yüksek mahkemeler arası diyaloğa ilişkin bir örnek, başka bir bağlamda olsa da, Sözleşme madde 6 § 3 d) kapsamında tanıkların dinlenmemesi).

Anayasa madde 148 § 3, olağan iç hukuk yolları tüketildikten sonra, Anayasa ve Sözleşme tarafından korunan temel hak ve hürriyetlere ilişkin bireysel başvuruların Anayasa Mahkemesince incelenmesine izin vermektedir. Haliyle, Anayasa Mahkemesince 2012 senesinden beri sunulan bu koruma mekanizmasının, davaların bu Mahkeme önüne gelmeden geçmeleri gereken bir filtre işlevi gördüğü savunulabilir.

Anayasa Mahkemesi, sistematik bir şekilde, kararlarında bu Mahkeme’nin içtihatlarına atıf yapmış ve onları uygulamıştır. Mevcut davada da olduğu gibi, bu Anayasa Mahkemesi yargıçlarının bu Mahkeme’nin prensiplerini uygulama iradelerini göstermektedir.

Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, ulusal makamlar ihlal kararı verdikleri ve bu kararlar uygun ve yeterli bir telafi teşkil ettiği zaman, ilgili kişi Sözleşme madde 34 çerçevesinde mağdur sıfatını kaybedecektir. Ancak bu şartlar sağlandığı takdirde, ikincil bir koruma mekanizması olan Sözleşme anlamında inceleme yapılmayacaktır. Önümüzdeki davada, Anayasa Mahkemesi’nin ilgili maddeler yönünden ihlal kararı vermesi ve Mahkeme’nin söz konusu karardaki, benim de katıldığım, gerekçeleri onayladığı düşünülürse, ilk şarta ilişkin olarak bir sıkıntı mevcut değildir.

İkinci şarta ilişkin olarak, uygun ve yeterli tazmin/telafi, Mahkeme kendi uygulamasını dikkate alacaktır. Bu ulusal makamlarca belirlenen miktarın, Mahkeme tarafından belirlenecek miktarla tamamıyla aynı olması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak, hükmedilen tazminat miktarı somut davanın koşullarına göre açıkça yetersiz de olmamalıdır (Balbay v. Türkiye (k.k.), başvuru no. 666/11 ve 73745/11, 3 Mart 2015, bu davada 5.000 TL’lik tazminat miktarı açıkça yetersiz görülmemiştir).

Becova v. Slovenya (k.k.) kararında (başvuru no. 23788/07, 18 Eylül 2007), Mahkeme kendi belirleyeceği miktarın %30’una denk gelen bir manevi tazminatı uygun bir telafi olarak değerlendirmiştir. Oysa mevcut davada, Mahkeme ulusal makamlarca belirlenen tazminat miktarının, kendisinin benzeri davalarda belirlediğine nispeten açıkça yetersiz olduğuna karar vermiştir. Bu çıkarım iki temel sebepten ötürü gerçekle bağdaşmamaktadır.

İlk olarak, Mahkeme’nin uygulaması diyerekten karşılaştırmanın yapıldığı iki karar (Sabuncu ve diğerleri v. Türkiye ve Şık v. Türkiye) henüz kesinleşmemiştir. Bu iki karar kesinleşmiş olsaydı bile, kolayca görüleceği üzere, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonraki bir tarihte verilmişlerdir. Diğer bir deyişle, çoğunluk Anayasa Mahkemesi’ni Mahkeme’nin adil tazmin “pratiğini”, o dönemde var olmadığını ifade etmeden, takip etmemekle suçlamaktadır. Ayrıca, bu iki kararın Mahkeme’nin “pratiğini” yansıttığını kabul etsek bile, Becova kararındaki ilkeleri uygularsak, başvurucuya ödenen tazminatın Sabuncu ve diğerleri davasındaki 16.000 avroluk tazminatın neredeyse %30’una denk geldiği ve sadece 300 avro eksik kaldığı görülecektir. Bu takdirde, başvurucunun 300 avro gibi bir miktar için mağdur sıfatının devam ettiğinin kabulü, bana göre, çok şekilci bir yaklaşımdır ve Mahkeme her halükarda bundan kaçınabilirdi.

İkincil olarak, Mahkeme 2020’de verilen, kesinleşen ve bambaşka bir “pratik” gösteren Ragıp Zarakolu v. Türkiye (başvuru no. 15064/12, 15 Eylül 2020), kararını göz ardı etmiştir. Bu kararda Mahkeme, Sözleşme madde 5 § 1 ve madde 10 ihlalleri yanında 6.500 avroluk bir manevi tazminata hükmetmiştir (ayrıca benzeri miktarda tazminat hükmedilen benzeri davalara bakınız; İşçi ve diğerleri v. Türkiye, başvuru no. 67483/12, 20 Ekim 2020 ve Alpergin ve diğerleri v. Türkiye, başvuru no. 62018/12, 27 Ekim 2020). Bu bağlamda, Mahkeme’nin sabit bir pratiğinin bulunduğunun ve Anayasa Mahkemesi’nin bu pratiği görmezden geldiğinin söylenmesinin kolay olduğunu düşünmüyorum.

Buna ilişkin olarak, Mahkeme’nin tazminat miktarlarını tekrar değerlendirmesini için Anayasa Mahkemesi’ne çağrıda bulunduğu davaları hatırlatmak isterim. Sözleşme madde 5’i ilgilendiren ilk davada (Hebat Aslan ve Firas Aslan v. Türkiye, başvuru no. 15048/09, 28 Ekim 2014), Anayasa Mahkemesi başvurucular için sırasıyla 4000 TL ve 4200 TL’lik manevi tazminata hükmetmiştir. O zamandan beri Anayasa Mahkemesi tazminat miktarlarını yükseltmek için kayda değer bir gayret sarf etmiştir (mevcut dava ile karşılaştırıldığında arada 30.000 TL’lik bir fark olduğu görülecektir).

Kanaatimce, bahsedilen sebeplerden ve Mahkeme’nin bu kararda Anayasa Mahkemesi’nin gerekçelerine katılmasından ötürü, başvurunun kabul edilemez bulunması gerekirdi. Mahkeme, başvurucunun mağdur sıfatını kaybettiği yönünde karar vermeliydi. Mahkeme’nin ikincil rolü göz önüne alındığında bu şekilde karar verilmesi daha yerinde olurdu ve bana göre böyle bir sonuç, Avrupa’da temek hak ve hürriyetler açısından daha iyi bir koruma için, Mahkeme ile Anayasa Mahkemesi arasındaki diyaloğun geliştirilmesine daha iyi katkı sağlayabilirdi.

From → Haberler

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: