İHAM’ın Akdeniz ve diğerleri v. Türkiye kararının özet çevirisi: “Yolsuzluk iddialarına ilişkin bir soruşturma hakkında bilgi yayma yasağı getirilmesi, başvurucu gazetecinin ifade özgürlüğünün ihlalidir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) 4 Mayıs 2021 tarihli Akdeniz ve diğerleri v. Türkiye[i] kararında (başvuru no. 41139/15 ve 41146/15) oybirliğiyle gazeteci Banu Güven’in ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Dava, 17 ve 25 Aralık 2013’te İstanbul polisi ve savcılığı tarafından yürütülen bir operasyon sonrasında dört eski bakan aleyhinde başlatılan yolsuzluk iddialarına yönelik bir meclis soruşturmasına ilişkin bilgilerin (herhangi bir ortamda) yayılmasını ve (herhangi bir ortamda) yayınlanmasını yasaklayan yerel mahkemeler tarafından verilen bir ihtiyati tedbirle ilgilidir.
Başvurucular, Banu Güven (tanınmış bir gazeteci) ile Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak (sosyal medya platformlarının popüler kullanıcıları olan iki akademisyen) bilgi ve fikir aktarma özgürlüğü ve bilgi alma haklarına dayanarak söz konusu yasağın kaldırılmasını talep etmişlerdir. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbir kararından doğrudan veya kişisel olarak etkilenmemeleri nedeniyle mağdur statüsünde olmadıkları gerekçesiyle taleplerini reddetmiştir.
Mahkeme, bilginin herhangi bir ortamda yayınlanmasını ve yayılmasını yasaklamayı içeren bir tedbirin kendi başına bir bilgi edinme özgürlüğü sorunu yarattığına işaret etmiştir.
Mahkeme oybirliğiyle Banu Güven’in 10. madde (ifade özgürlüğü) kapsamındaki şikayetine ilişkin başvurusunu kabul edilebilir bulmuştur.
Söz konusu zamanda gazeteci, siyasi yorumcu ve TV haber sunucusu olan Bayan Güven’in, ilgili yasağın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini meşru olarak iddia edebileceğini kabul etmiştir. Bu nedenle mağdur statüsünde olduğunu iddia edebilir. Bu bağlamda, Mahkeme basın özgürlüğünün doğasında bulunan bilgi toplamanın da gazeteci olarak faaliyet göstermenin hayati bir önkoşulu olarak görülmesinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ve kamu menfaatini ilgilendiren bir konu hakkındaki tartışma bağlamında, bu tedbirin gazetecileri toplum yaşamı için önemli olan konuların kamuoyunda tartışılmasına katkıda bulunmaktan caydırmakla sorumlu olduğunu ifade etmiştir.
Mahkeme oybirliğiyle Banu Güven’e ilişkin olarak Sözleşme’nin 10. maddesinin (ifade özgürlüğü) ihlal edildiğine karar vermiştir. Doğrusu söylemek gerekirse, bilginin gelecekte herhangi bir şekilde yayılmasını veya yayınlanmasını yasaklamayı amaçlayan önleyici bir tedbir anlamına gelen ihtilaf konusu tedbir, başvurucunun güncel bir konuda ifade özgürlüğü hakkını kullanması üzerinde büyük yankı uyandırmıştır. Bu tür bir müdahale, 10. maddenin amaçları bakımından “yasal dayanaktan” yoksundur ve bu nedenle, Bayan Güven’in demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğünün gerektirdiği yeterli düzeyde korumadan yararlanmasına mâni olmuştur. Son olarak Mahkeme, Akdeniz ve Altıparmak’ın başvuru konusu yasağın kendilerini doğrudan nasıl etkilediğini göstermediklerine karar vermiştir. Bu nedenle mevcut davada mağdur statüsünden yoksunlardır. Bu nedenle Mahkeme, oyçokluğuyla başvurularının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Fransızca olan kararın tamamını buradan okuyabilirsiniz. Kararın basın özeti çevirisi Rumeysa Budak tarafından yapılmıştır.
Akdeniz ve diğerleri v. Türkiye, Başvuru no. 41139/15 ve 41146/15, Karar Tarihi: 04.05.2021
Temel Olaylar
Başvurucular üç Türk vatandaşı olan Yaman Akdeniz, Kerem Altıparmak ve Banu Güven’dir. Sırasıyla 1968, 1973 ve 1969’da doğumlulardır.
Söz konusu zamanda Akdeniz, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hukuk profesörüdür; Altıparmak, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde hukuk doçenti ve bu üniversitede İnsan Hakları Merkezi Başkanıdır; Güven ise ulusal bir özel televizyon kanalında (IMC TV) siyasi yorumcu ve TV haber sunucusu olarak çalışan tanınmış bir gazetecidir.
Mayıs 2014’te, İstanbul polisi ve savcılığı tarafından 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde gerçekleştirilen geniş çaplı operasyonun ardından 77 milletvekilinin verdiği önerge üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi, dört eski bakana yönelik yolsuzluk iddialarını araştırmak üzere Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasına karar vermiştir.
Hükümet, bu operasyonun bir yolsuzluk soruşturması değil, Türk makamları tarafından “FETÖ/PDY”[1] olarak anılan örgüt üyeleri tarafından başlatılan bir askeri darbe girişimi olduğunu ileri sürmüştür.
Kasım 2014’te, Komisyon Başkanı, meclis soruşturmasıyla ilgili her türlü bilginin basın, televizyon, radyo ve internette yayınlanmasını ve yayılmasını yasaklayan ihtiyati tedbir için Ankara Savcılığına başvurmuştur.
Birkaç gün sonra Ankara 7.Sulh Ceza Hâkimliği, Komisyonun çalışmasının gizli olduğu ve bilgilerin yayınlanmasının soruşturmanın gizliliğini ve ilgili kişilerin itibarını zedeleyebileceği gerekçesiyle yayın ve yayım yasağına hükmederek talebi kabul etmiştir. Bay Akdeniz ve Bay Altıparmak, yasağın ifade özgürlüğü ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini iddia ederek bu karara itiraz etmişlerdir. İtirazları reddedilmiştir.
Aralık 2014’te üç başvurucu Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş, başvurucuların ceza soruşturmasıyla ilgili olmadıkları ve tedbirden ne kişisel ne de doğrudan etkilenmedikleri için uyuşmazlık konusu karara itiraz edecek mağdur statüsüne sahip olmadıkları gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir.
Şikayetler, Prosedür ve Mahkeme’nin Oluşumu
10. maddeye (ifade özgürlüğü) dayanarak başvurucular, meclis soruşturmasına ilişkin bilgilerin yayınlanmasını ve yayılmasını yasaklayan bir sulh ceza hâkimi tarafından verilen ihtiyati tedbir kararının bilgi ve fikir alma ve verme özgürlüklerinin haksız bir şekilde ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuşlardır.
Başvurucular, 6. maddeye (adil yargılanma hakkı) ve 13. maddeye (etkili başvuru hakkı) dayanarak, yargılamanın adaletsizliğinden şikâyet etmişlerdir.
Başvurular 10 Ağustos 2015 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılmıştır.
“Medya Hukuk Savunması Girişimi” isimli organizasyon üçüncü taraf müdahil olarak davaya katılmıştır.
Karar, aşağıda belirtildiği gibi yedi yargıçtan oluşan bir Daire tarafından verilmiştir:
Jon Fridrik Kjølbro (Danimarka), Başkan,
Aleš Pejchal (Çek Cumhuriyeti),
Valeriu Griţco (Moldova Cumhuriyeti),
Egidijus Kūris (Litvanya),
Branko Lubarda (Sırbistan),
Carlo Ranzoni (Lihtenştayn),
Saadet Yüksel (Türkiye),
ve ayrıca Stanley Naismith, Bölüm Yazı İşleri Müdürü.
Mahkeme’nin Kararı
10. Madde (ifade özgürlüğü): başvurucuların mağdur statüsü
İhtiyati tedbir kararının niteliği ve kapsamı
Hükümet, mevcut davanın konusunun, bir ceza soruşturmasının gizli yürütülmesi olduğunu ileri sürmüştür. Yargısal soruşturmaların gizliliği ilkesinin uluslararası hukukta düzenlendiğini ve dava konusu tedbirin bu ilkeye uyulmasını sağlamaya yönelik olduğunu ileri sürmüştür. Davanın ifade özgürlüğü veya basın özgürlüğü ile ilgili herhangi bir konuyu içermediğini savunmuşlardır.
Mahkeme, soruşturmaların gizliliğinin korunması ihtiyacının içtihadında göz ardı edilmediğini vurgulamıştır. Hükümet’in iddiasına katılmadığına dikkat çekmiştir. Gerçekten de, bilginin herhangi bir ortamda yayınlanmasını ve yayılmasını yasaklamayı içeren bir tedbirin kendi başına ifade özgürlüğü kapsamında bir sorun yarattığını değerlendirmiştir.
Mahkeme, sadece basılı ve görsel materyali değil, internette yayınlanan her türlü bilgiyi de kapsayan çok geniş bir kapsamı olan dava konusu ihtiyati tedbirin, olası yayın ve bilgi yayılımını önlemeye yönelik bir meclis araştırması çerçevesinde alınan önleyici bir tedbire dönüştüğünü not etmektedir. Söz konusu tedbirin sürmekte olan meclis soruşturmasının neredeyse tüm yönlerini kapsadığını gözlemlemiştir.
Mahkeme, soruşturma aşamasına uygulanabilir bir ilke olan soruşturmanın gizliliğinin, otomatik olarak böyle bir yasağı gerektirmediğini, ancak bu ilkenin, bir soruşturmaya ilişkin gizli gerçekleri ifşa etmemeye yönelik genel bir yükümlülük getirdiğini kaydetmiştir. Nitekim Türk hukukunda, Ceza Kanunu’nun 285. maddesi, bireysel bir soruşturma sırasında alınan tedbirlerin içeriğinin yayınlanmasına herhangi bir genel yasak getirmeden de olsa, soruşturmanın gizliliğinin fiilen ihlal edilmesini cezalandırmaktadır. Böylece bu hüküm, bilgi verme hakkının sınırlarına saygı duyarak, devam eden bir ceza soruşturması hakkında bilgi yayınlama hakkını garanti altına almıştır.
İhtiyati tedbir kararının başvurucuların hakları açısından sonuçları
Başvurucular, dava konusu yasağın, geniş çapta umuma arz edilen ve son derece güncel olan soruşturma hakkındaki fikir ve bilgilerini açıklamalarını ve paylaşmalarını engellediğini iddia etmişlerdir. Mahkeme’nin kendilerini “kamu gözlemcisi” olarak görmesi ve “mağdur” statüsünü de kabul etmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Ayrıca, bilgi edinmeleri engellendiği için bilgi alma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Gazeteci Banu Güven ile ilgili olarak Mahkeme, önemli ölçüde kamuoyunun dikkatini çekmiş olması gereken güncel bir konuda oldukça kısa bir süre için bile olsa bilgi yayınlayamamış veya yayamayacak veya fikirlerini paylaşamamış olması nedeniyle, bilgi verme ve fikir açıklama özgürlüğünün dava konusu karardan etkilendiğini kabul edebilmektedir. Bu sonuca varırken özellikle söz konusu zamanda Bayan Güven’in bir ulusal televizyon kanalında siyasi yorumcu ve haber sunucusu olduğu gerçeğine ağırlık vermiştir. Ayrıca, basın özgürlüğünün doğasında bulunan bilgi toplamanın da gazetecilik yapmanın hayati bir ön koşulu olarak kabul edildiği unutulmamalıdır. Mahkeme, bilgilerin yayınlanmasını kısıtlamak için uygulanan engellerin, medyada veya ilgili alanlarda çalışan kişileri, kamu yararına olan belirli konuları soruşturmaktan caydırmakla yükümlü olduğuna zaten birçok kez karar vermiştir. Kamuyu ilgilendiren bir konu hakkındaki tartışma bağlamında, bu tür bir önlem, gazetecileri toplum yaşamı için önemli olan konuların kamuoyunda tartışılmasına katkıda bulunmaktan caydırmakla yükümlüdür.
Bay Akdeniz ve Bay Altıparmak ile ilgili olarak Mahkeme, söz konusu iki başvurucunun -diğer tüm Türk vatandaşları gibi- dava konusu tedbirin dolaylı etkilerini sürdürmelerinin Sözleşmenin 34. maddesi anlamında “mağdur” statüsü talep etmek için yetersiz olduğu kanaatine varmıştır. Açıkçası, ihtiyati tedbir kararının sadece geleneksel medya profesyonellerini değil, aynı zamanda blog yazarları ve popüler sosyal medya kullanıcıları gibi internet kullanıcılarını da hedef aldığı gerçeğini göz önünde bulundurarak Bay Akdeniz ve Bay Altıparmak, dava konusu tedbirin dolaylı etkilerini sürdürdüklerini meşru olarak iddia edebilirler. Bununla birlikte Mahkeme, bir başvurucunun caydırıcı etkiye sahip olmasıyla ilgili “tamamen varsayımsal risklerin” Sözleşme’nin 10. maddesi anlamında bir müdahale teşkil etmeye yeterli olmadığını yinelemiştir. Mevcut davada, tedbirin yürürlükte olduğu kısa süre boyunca, iki başvurucunun herhangi bir araç aracılığıyla devam eden soruşturma hakkında yorum yapmaları hiçbir zaman yasaklanmamıştır ve bu gerçeğe de itiraz etmemişlerdir.
Bilgiye erişim hakkıyla ilgili olarak Mahkeme, üniversite araştırmacılarının ve kamuyu ilgilendiren konularda eser yazanların da yüksek düzeyde korumadan yararlandıklarını tekrarlamıştır. Ayrıca, akademik özgürlük üniversite veya bilimsel araştırma ile sınırlı değildir, akademisyenlerin kendi araştırma, mesleki uzmanlık ve yetkinlik alanlarında tartışmalı veya toplum tarafından beğenilmeyen bakış açılarını ve görüşlerini özgürce ifade etme hakkını da içermektedir. Bununla birlikte, mevcut davadaki başvurucular, ihtiyaç duyabilecekleri herhangi bir özel bilgiye erişimlerinin reddedildiğinden şikâyet etmemişlerdir. Üstelik, dava konusu tedbirin başvurucuların akademik özgürlüğünü hedef aldığını veya ihlal ettiğini gösteren hiçbir şey yoktur.
Bu nedenle, Bay Akdeniz ve Bay Altıparmak, basının ve diğer medyanın meclis soruşturmasının belirli yönleriyle ilgili bilgileri iletmesini engelleyen genel bir önlemden şikâyet etmektedirler. Mahkeme -akademisyen ve sosyal medya platformlarının popüler kullanıcıları olarak- Akdeniz ve Altıparmak’ın söz konusu tedbirin dolaylı etkilerini sürdürmüş olmaları gerçeğinin Sözleşmenin 34. maddesi anlamında onları “mağdur” olarak nitelendirmek için yetersiz olduğu görüşündedir. Aslında, bu başvurucular, dava konusu yasağın kendilerini ne ölçüde doğrudan etkilediğini gösterememişlerdir.
Madde 10: Başvurucu Banu Güven’in ifade özgürlüğü
Mahkeme, herhangi bir bilginin gelecekte yayılmasını ve yayınlanmasını yasaklamayı amaçlayan bir önleyici tedbir anlamına gelen ihtilaf konusu tedbirin, Bayan Güven’in güncel bir konuda ifade özgürlüğü hakkını kullanması üzerinde büyük yankı uyandırdığına işaret etmiştir.
Mahkeme, Ankara Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen dava konusu tedbirin yasal dayanağının İçtüzük’ün 110 § 2 maddesi ve Basın Kanunu’nun 3(2) maddesi olduğunu gözlemlemiştir. Dava konusu tedbirin uygulanması sırasında mevcut davada ortaya çıkan meselenin başvurucunun bu alandaki davranışını dayandırabileceği açık ve kesin bir hükmün bulunup bulunmadığı olduğunu eklemiştir.
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin 17 Eylül 2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 11 Temmuz 2019 tarihli kararı ile Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen yayın yasağının hukuki dayanağını incelemiş olduğunu ve söz konusu müdahalenin hukuka uygunluk şartını karşılamadığı gerekçesiyle ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında şunlara işaret etmiştir: “5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci fıkrasında basın özgürlüğü yönünden geçerli olan sınırlama sebepleri sayılmıştır. Anılan hükmün şeklî manada bir kanun niteliği taşıdığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak değinilen hükmün önleyici bir tedbir olarak yayım yasağı uygulanmasıyla ilgili olarak hiçbir düzenleme ihtiva etmediği görülmektedir. Bu nedenle söz konusu hükümde, bir ceza soruşturması kapsamında yayım yasağı uygulanması hâlinde hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağı ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisi doğacağının belirli bir kesinlik ölçüsünde düzenlendiğinden söz edilemez. Bu doğrultuda devam eden bir ceza soruşturmasına ilişkin önleyici bir tedbir olarak yayım yasağı uygulanması yönünden “öngörülebilirlik” ve “belirlilik” ölçütlerini sağlamadığı tespit edilen 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci fıkrasının kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varılmıştır…”
Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın yayın yasağına başvurma yetkisi veren 28. maddesinin 5. fıkrasının dava konusu tedbire hukuki dayanak sağlayıp sağlamayacağını değerlendirmiş ve olamayacağı sonucuna varmıştır.
Sonuç olarak Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin dava konusu tedbirin yasal dayanağına ilişkin kararını teyit etmektedir. Bu koşullar altında, dava konusu müdahalenin 10. maddenin amaçları bakımından “yasal dayanaktan” yoksun olduğuna ve bu nedenle, Güven’in demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğünün gerektirdiği şekilde yeterli düzeyde korumadan yararlanmasına engel olduğuna karar vermiştir. Sonuç olarak, Güven’e ilişkin olarak Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
Diğer Maddeler
Bay Akdeniz ve Bay Altıparmak ile ilgili olarak Mahkeme, bu başvurucuların Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamında mağdur statüsünün olmamasının Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamındaki şikâyeti de etkilediğini değerlendirmiştir. Bu başvurucuların Sözleşme’nin 13. maddesi kapsamında savunulabilir hiçbir iddiasının bulunmadığını tespit etmiştir.
Bayan Güven ile ilgili olarak Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamındaki tespitini göz önünde bulunduran Mahkeme, 6. ve 13. maddeler kapsamındaki diğer şikayetlerin kabul edilebilirliğini veya esasını ayrıca değerlendirmeye gerek olmadığına karar vermiştir.
Adil Tazmin
Mahkeme, Türkiye’nin Banu Güven’e masraf ve giderler olarak 1.500 EURO ödemesine karar vermiştir. Başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.
Ayrık görüş
Yargıç Küris, karara ek olarak ayrı bir görüş bildirmiştir.
[1] “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması”.
[i] Sözleşme’nin 43 ve 44. maddeleri uyarınca, bu Daire kararı kesin değildir. Herhangi bir taraf, verilmesini izleyen üç aylık süre zarfında kararın Büyük Daireye gönderilmesini talep edebilir. Böyle bir talep yapılırsa, beş yargıçlı bir heyet davanın daha fazla incelemeyi hak edip etmediğini değerlendirmektedir. Bu durumda, Büyük Daire davayı görecek ve nihai kararı verecektir. Gönderim talebi reddedilirse, Daire kararı o tarihte kesinleşecektir. Karar kesinleşince, icrasını denetlemek üzere Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine iletilir. İcra sürecine ilişkin daha fazla bilgi burada bulunabilir: http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/execution.
Trackbacks & Pingbacks