İHAM’ın Ömür Çağdaş Ersoy v. Türkiye kararının özet çevirisi: “Üniversite öğrencisine başbakana hakaret ettiği gerekçesiyle verilen cezada hükmün açıklanmasının geri bırakılması, ifade özgürlüğü ihlalidir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), Ömür Çağdaş Ersoy v. Türkiye (Başvuru Numarası: 19165/19) başvurusunda oybirliği ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinin (ifade özgürlüğü) ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvuru, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret etmek ile suçlanan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (“ODTÜ”) öğrencisi olan başvurucunun cezai mahkumiyetine ilişkindir.
Başvurucu, ulusal makamlar tarafından 22 Aralık 2012 tarihinde Ankara Adliyesi önünde düzenlenen, 18 Aralık 2012 tarihinde ODTÜ kampüsünde başbakanın ziyaretini protesto etmeleri nedeniyle polis tarafından gözaltına alınan öğrencilere destek gösterisi sırasında dönemin başbakanı (Recep Tayyip Erdoğan) hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle suçlanmıştır.
Mahkeme’ye göre, başvurucunun açıklamaları 18 Aralık 2012 tarihli öğrenci gösterisine yapılan polis müdahalesi ve başbakan ile devlet makamlarının ODTÜ öğrencilerine ilişkin tavırları ve politikalarına yönelik kamu yararına olan bir tartışma ile ilgilidir. Söz konusu açıklamalar, başvurucu tarafından yönetim şekli diktatörlük olarak tanımlanan başbakanın ODTÜ kurumuna ve öğrencilerine yönelik yine başvurucu tarafından ölçüsüz ve aşırı olarak nitelendirilen tavrını kınaması sebebiyle başbakana karşı kesin bir muhalefet ve düşmanlığı göstermektedir.
Mahkeme, bir siyasetçi yönünden kabul edilebilir eleştirinin sınırlarının özel bir kişiye ilişkin sınırlardan daha geniş olduğunu yeniden vurgulamıştır. Ancak Mahkeme, ulusal mahkemelerin başvurucuyu mahkûm ederken, kamu görevlilerine dair bilgilerin veya görüşlerin açıklanması bakımından bu görevlilere diğer kişilere nazaran daha geniş bir koruma sağlayan bir Türk Ceza Kanunu hükmüne dayandığını belirtmiştir. Bu bağlamda Mahkeme, hakaretlere ilişkin özel bir kanun yoluyla arttırılmış koruma sağlanmasının Sözleşme’nin ruhu ile kural olarak uyumlu olmadığı yönündeki geçmiş kararını yeniden vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, devlet kurumlarını temsil eden kişilerin, kurumsal kamu düzeninin garantörleri olarak yetkili makamlar tarafından korunması tamamen meşru iken bu kurumların baskın pozisyonlarının cezai davalara başvurma hususunda çekince göstermeleri gerektirdiğini vurgulamıştır.
Sonuç olarak, ulusal makamlar, başvurucunun ifade özgürlüğü ve diğer tarafın özel hayata saygı hakkı arasında, Mahkeme içtihatlarında ifade edilen ilkelere uygun ve yeterli bir dengeleme eylemi gerçekleştirmemiştir. Her halükârda, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale ile ilgili kişinin saygınlığının korunması meşru amacı arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmamaktadır.
Fransızca yazılan kararın tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Mahkeme tarafından yayımlanan kararın basın özetinin çevirisi Batuhan Karataş tarafından yapılmıştır.
Ömür Çağdaş Ersoy v. Türkiye, Başvuru Numarası: 19165/19, Karar Tarihi: 15.06.2021
Başvuruya Konu Olgular
Başvurucu, Ömür Çağdaş Ersoy 1990 yılında doğan ve Ankara’da yaşamakta olan bir Türkiye vatandaşıdır. Söz konusu dönemde, 2012 yılında, başvurucu Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğrenciydi.
2013 yılının Şubat ayında Başbakan, 22 Aralık 2012 tarihinde Ankara Adliyesi’nin önünde yaptığı konuşmada yer alan ifadeler nedeniyle başvurucu hakkında şikâyette bulunmuştur. Bu tarihte başvurucunun dahil olduğu 250 civarında öğrenciden oluşan bir grup, 18 Aralık 2012 tarihinde başbakanın bir tören sebebiyle üniversite kampüsünü ziyareti sırasında güvenlik güçleri ve öğrenciler arasında çıkan şiddetli arbede sonrasında gözaltına alınan ODTÜ öğrencilerine desteklerini göstermek amacıyla toplanmıştır.
2016 yılının Nisan ayında mahkeme, başvurucunun başbakan olan müştekiye hakaret ettiğini değerlendirerek 2,524 Euro tutarında para cezası ödemesine karar vermiştir. Mahkeme, diğer birçok noktanın yanında başvurucunun ifadelerinin onur kırıcı ve aşağılayıcı olduğunu ve başvurucunun başbakan hakkında “kuduz bir köpek gibi” şeklindeki aşağılayıcı ifadeyi kullandığını belirtmiştir. Bununla birlikte mahkeme hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı vermiştir. Başvurucu sonrasında hem hükme itiraz etmiş hem de Anayasa Mahkemesi nezdinde bireysel başvuru yapmıştır ancak iki başvurusu da başarısız olmuştur.
Şikâyet
Başvurucu, Sözleşme’nin 10. maddesine (ifade özgürlüğü) dayanarak kendisine karşı yürütülen ceza davasından şikayetçi olmuştur.
Başvuru, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne 28 Mart 2019 tarihinde yapılmıştır.
Mahkeme’nin Kararı
10. madde (ifade özgürlüğü)
Mahkeme’nin görevi, ulusal mahkemeler tarafından verilen kararlarda, Mahkeme tarafından belirlenen kriterlere uygun olarak başvurucunun ifade özgürlüğü ve başbakanın özel hayata saygı hakkı arasında adil bir dengelemenin yapılıp yapılmadığını incelemektir.
Mahkeme, başvurucunun konuşmasının esasen 18 Aralık 2012 tarihindeki gösteriye yapılan polis müdahalesine ve sonrasında 21 Aralık 2012 tarihinde başbakanın gösterici öğrencileri kınayan açıklamalarına ilişkin olduğunu not etmiştir. Başvurucu genel olarak resmi makamları ve özel olarak başbakanı eleştirmiş ve gösterilere katılanları hükümete karşı muhalefet mücadelelerine devam etmeleri yönünde cesaretlendirmiştir. Söz konusu açıklamalar, yapıldıkları bağlam içerisinde, temelde 18 Aralık 2012 tarihinde üniversite kampüsünü ziyareti sırasında protesto gösterileri düzenleyen öğrencileri hedef alan açıklamaları ve gösterilere müdahale eden güvenlik güçlerinin en üst hiyerarşik amiri olması nedeniyle özellikle Türk başbakanını hedef alan siyasi eleştirileri ifade etmektedir.
Mahkeme’ye göre, başvurucunun açıklamaları tartışılmaz bir şekilde 18 Aralık 2012 tarihli öğrenci gösterisine yapılan polis müdahalesi ve başbakan ile devlet makamlarının ODTÜ öğrencilerine ilişkin tavırları ve politikalarına yönelik kamu yararına olan bir tartışma ile ilgilidir. Bu bağlamda Mahkeme, siyasi konuşma ve kamu yararına olan sorulara yönelik tartışmalara ilişkin kısıtlamalar için Sözleşme’nin 10. maddesinin kapsamının dar olduğunu yeniden vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, bir siyasi yönünden kabul edilebilir eleştirinin sınırlarının özel bir bireye ilişkin sınırlardan daha geniş olduğunu vurgulamıştır. Siyasiler kaçınılmaz bir biçimde ve bilerek tüm söz ve hareketlerini hem gazetecilerin hem de bütünüyle kamunun yakın bir incelemesine açmıştır ve bu sebeple daha geniş bir müsamaha göstermek zorundadırlar.
Mahkeme ayrıca, başvurucunun açıklamalarının kaba ve mecazi ifadeler yoluyla iletilen dönemin başbakanına yönelik sert eleştirilerden oluştuğunu not etmiştir. Başvurucu, ODTÜ kampüsünde başbakanın ziyaretini protesto eden öğrenci gösterilerini başbakanın yüzüne atılmış bir tokat ve gösterilere yönelik polis müdahalesini ise “kuduz köpek” gibi hareket eden başbakan tarafından yapılan bir saldırı olarak nitelendirmiştir. Bu açıklamalar, başvurucu tarafından yönetim şekli diktatörlük olarak tanımlanan başbakanın ODTÜ kurumuna ve öğrencilerine yönelik yine başvurucu tarafından ölçüsüz ve aşırı olarak nitelendirilen tavrını kınaması sebebiyle başbakana karşı kesin bir muhalefet ve düşmanlığı göstermektedir.
Mahkeme ayrıca, başvurucunun ifadelerinin siyasi eleştiri alanındaki değer yargılarının tüm ayırıcı özelliklerini içerdiğini not etmiştir. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun açıklamalarının, 18 Aralık 2012 tarihindeki öğrenci gösterilerinde gerçekleşen ve göstericilerin yaralanması ve gözaltına alınması ile sonuçlanan şiddet olayları ve başbakanın 21 Aralık 2012 tarihinde yaptığı gösterilere katılan öğrencileri eleştiren açıklamaları tarafından provoke edilmiş olarak göründüğünü not etmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, söz konusu açıklamalarda yer alan değer yargılarının yeterli olgusal temelden yoksun olarak kabul edilemeyeceğine karar vermiştir.
Mahkeme, başvurucunun konuşmasının konusunu, açıklamaların yapıldığı bağlamı ve açıklamaların olgusal temelini göz önünde bulundurarak, söz konusu ifadelerin provakatif ve bir dereceye kadar saldırgan tarzının ve içeriğinin, bu ifadelerin ortaya konulduğu kamu tartışmasının bağlamı içerisinde amaçsızca aşağılayıcı olarak nitelendirilemeyeceğine karar vermiştir.
Başvurucuyu mahkûm ederken ulusal mahkemeler, kamu görevlilerine dair bilgilerin veya görüşlerin açıklanması bakımından bu görevlilere diğer kişilere nazaran daha geniş bir koruma sağlayan Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin 3. fıkrasının a bendine dayanmıştır. Söz konusu hüküm ayrıca onur kırıcı açıklamaların, hükmün anlamı çerçevesinde kamu görevlileri olarak değerlendirilen başbakan gibi sorumluluk makamında bulunan seçilmiş siyasilere yapılması halinde de uygulanmaktadır. Bu uygulama, Mahkeme’nin kabul edilebilir eleştiri sınırlarının siyasiler açısından özel bireylere ilişkin sınırlara göre daha geniş olduğunu yönündeki içtihadı ile uyumlu olarak gözükmemektedir. Bu bağlamda Mahkeme, hakaretlere ilişkin özel bir kanun yoluyla arttırılmış koruma sağlanmasının Sözleşme’nin ruhu ile kural olarak uyumlu olmadığı yönündeki geçmiş kararını yeniden vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, devlet kurumlarını temsil eden kişilerin, kurumsal kamu düzeninin garantörleri olarak yetkili makamlar tarafından korunması tamamen meşru iken bu kurumların baskın pozisyonlarının cezai davalara başvurma hususunda çekince göstermeleri gerektirdiğini vurgulamıştır.
Ek olarak, uygulanan cezaların niteliği ve ağırlığı, müdahalenin orantılılığını değerlendirirken hesaba katılacak diğer faktörlerdir. Mahkeme, söz konusu başvuruda para cezası olsa dahi ceza hukuku yaptırımı uygulanmasını meşru kılacak herhangi bir şey olmadığına karar vermiştir. Doğası gereği bu tür bir ceza, miktarının göreceli olarak düşük olmasına karşın, özellikle bir mahkumiyetin etkileri göz önünde bulundurulduğunda kaçınılmaz olarak korkutucu etkiye sahip olacaktır. Dahası, hükmün ve cezanın açıklanmasının geriye bırakılması ve kararın tüm sonuçları ile birlikte beş yıllık bir erteleme dönemi sonrasında iptal edilecek olmasına rağmen, Mahkeme, hapis cezasına konu olabilecek ciddi cezai suçlamalara dayanan ceza davasının hatırı sayılır bir süre boyunca devam ettirilmesinin, başvurucunun kamu yararına ilişkin hususlardaki görüşlerini ifade etme arzusu üzerinde korkutucu bir etkiye sahip olduğu görüşündedir.
Son olarak Mahkeme, özellikle başvurucuya uygulanan ceza hukuku yaptırımının orantılılığı ve bu yaptırımın başvurucunun ifade özgürlüğü üzerindeki muhtemel korkutucu etkisine dayanarak ulusal mahkemelerin başvurucunun ifadelerinin kamu görevlisine görevi sebebiyle hakaret etme suçuna tekabül ettiği yönündeki değerlendirmelerini ve kararlarını uygun bulamayacağını ifade etmiştir.
Sonuç olarak ulusal makamlar başvurucunun ifade özgürlüğü ve diğer tarafın özel hayata saygı hakkı arasında, Mahkeme içtihatlarında ifade edilen ilkelere uygun ve yeterli bir dengeleme eylemi gerçekleştirmemiştir. Her halükârda, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale ile ilgili bireyin saygınlığının korunmasının meşru amacı arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmamaktadır. Bu sebeple, Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
Adil Tazmin (41. madde)
Mahkeme, Türkiye’nin başvurucuya manevi tazminat olarak 2000 Euro ve masrafları ile harcamaları için 2000 Euro ödemesine karar vermiştir.
Bu karar, yalnızca Fransızca dilinde yazılmıştır.
Trackbacks & Pingbacks