İHAM’ın J.L. v. İtalya kararının özet çevirisi: “Tecavüze uğrayan başvurucunun ceza yargılaması boyunca cinsiyetçi kalıp yargılarla ikincil mağduriyete uğratılması özel hayata saygı hakkının ihlalidir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) 27 Mayıs 2021 tarihli J.L. v. İtalya (başvuru no. 5671/16) kararıyla altı oya karşı bir oyla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 8. maddesinin (özel hayata ve kişisel bütünlüğe saygı hakkı) ihlal edildiğine karar vermiştir.
Dava, başvurucuya toplu tecavüz ettikleri isnadıyla yedi erkeğe karşı yürütülen ceza yargılaması ve İtalyan mahkemeleri tarafından beraat ettirilmeleri hakkındadır.
Mahkeme, Floransa Temyiz Mahkemesi kararının lafzına bakıldığında, başvurucunun 8. madde kapsamındaki hak ve menfaatlerinin yeterince korunmadığına karar vermiştir. Özel olarak, yerel yetkililerin başvurucuyu yargılamaların tamamı boyunca ikincil mağduriyetten koruyamamasında, yargılamaların kamusal niteliği de özel olarak göz önünde tutulduğunda, kararların lafzının büyük rol oynadığı görülmektedir.
Diğer hususların yanı sıra, Mahkeme başvurucunun biseksüelliği, söz konusu olaylar öncesi ilişkileri ve gündelik cinsel birlikteliklerine atıfta bulunulmasının herhangi bir haklı zemine dayanmadığı kanaatindedir. Mahkeme, Temyiz Mahkemesi tarafından kullanılan dilin ve argümanların İtalyan toplumunda kadının rolüne ilişkin mevcut önyargıları taşıdığını ve tatmin edici hukuki çerçeveye rağmen, bu durumun toplumsal cinsiyet temelli şiddet mağdurlarının etkili şekilde korunmasında engel oluşturabileceğine karar vermiştir.
Mahkeme, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele ve cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması adına üretilecek kurumsal yanıtlar arasında, ceza yargılamalarının ve yaptırımların kilit rol oynadığına emindir. Bu sebeple yargı yetkililerinin mahkeme kararlarında cinsiyetçi kalıp yargılar kullanmaktan, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin önemini hafifletmekten, mağdurların adalet sistemine inancını sarsma sonucunu doğurabilecek, kadınları suçlayıcı ve yargılayıcı beyanlarla ikincil mağduriyete uğratmaktan kaçınması gerekmektedir.
Kararın Fransızca aslını buradan, av. Polat Yamaner tarafından yapılan çevirisini aşağıdan okuyabilirsiniz.
J.L. v. İtalya, Başvuru no. 5671/16, Karar tarihi: 27.05.2021
Başvuruya Konu Olayların Özeti
Başvurucu J.L İtalyan vatandaşıdır, 1986 yılında doğmuştur ve Scandicci’de (İtalya) yaşamaktadır. Başvurucu ilgili zaman aralığında sanat tarihi ve tiyatro öğrencisidir.
Başvurucu Temmuz 2008’de İtalyan yetkililerine suç duyurusunda bulunmuş ve toplu tecavüze uğradığını iddia etmiştir. Başvurucu, faillerden birinin daveti üzerine gittiği bir parti sonrasında (faillerden L.L., aylar önce başvurucuya bir kısa film çekmiş, başvurucu bu kısa filmde saldırıya uğrayan bir seks işçisini canlandırmıştır) bir arabada, alkol etkisi altındayken yedi erkekle cinsel ilişkiye girmeye zorlandığını iddia etmiştir.
Başvurucu ardından şüphelileri tanımlamış ve şüpheliler gözaltına alınmıştır. Şüphelilerin cep telefonlarına ve saldırının gerçekleştirildiği söylenen araca, soruşturma maksatları doğrultusunda polis tarafından el koyulmuştur. Başvurucunun, şüphelilerin ve tanıkların ifadeleri alınmıştır.
Mayıs 2010’da yedi fail Floransa Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmış ve Ocak 2013’te faillerden altısı, kişiyi psikolojik ve fiziksel anlamda zayıf hale getirdikten sonra bu zayıflığından faydalanmak suretiyle kişiye cinsel içerikli eylemler yaptırma ya da yapma suçundan mahkum edilmiştir (Ceza Kanunu Madde 609 kapsamında sekiz kez ve bununla bağlantılı olarak Madde 609 § 1 kapsamında iki kez ceza hükmü kurulmuştur). Yedinci sanık, soruşturma sonucunda tecavüz olayında yer almadığının gösterildiği gerekçesiyle beraat etmiştir. Mahkeme diğer hususların yanı sıra, tarafların ifadelerinin çok partnerli cinsel ilişkilerin gerçekten meydana geldiği konusunda mutabık olduğunu, ancak bunun aksine, rıza meselesinde belirgin farklılıklar olduğunu ve başvurucu tarafından verilen ifadelerin ilk kısmında tutarsızlıklar bulunduğunu tespit etmiştir.
Mahkumiyet hükmü alan altı erkek, temyiz başvurusunda bulunmuştur. Mart 2015’te, Floransa Temyiz Mahkemesi, başvurucunun olaylara ilişkin ifadesinde ilk derece mahkemesi tarafından belirtilen çok sayıda tutarsızlığın delilin bütünlüklü olarak güvenilirliğini zedelediğini göz önünde bulundurarak altı erkeği beraat ettirmiştir. Bu nedenle, ilk derece mahkemesinin, başvurucunun çeşitli ifadelerine ilişkin parçalı bir değerlendirme yapması ve bazı olaylara ilişkin olarak başvurucunın güvenilirliğini kabul etmesi yanlış olduğu kanaatine varılmıştır.
Temmuz 2015’te başvurucu, Temyiz Mahkemesi’nin öne sürdüğü gerekçelere karşı çıkarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kanun yararına bozma talebinde bulunmasını istemiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu talepte bulunmamıştır ve ardından karar kesinleşmiştir.
Başvurucunun İhlal İddiaları
Başvurucu, Sözleşme’nin 8. maddesine (özel hayata saygı hakkı) dayanarak, yerel makamların ceza yargılaması bağlamında özel hayatına ve kişisel bütünlüğüne saygı hakkını korumadığından şikayetçi olmuştur. Başvurucu, 8. maddeyle bağlantılı olarak 14. maddeye (ayrımcılık yasağı) dayanarak, varsayılan saldırganların beraat ettirilmesini ve yerel makamların ceza yargılaması boyunca sürdüğü tutumunun cinsiyetçi önyargılara dayandığını iddia ederek, cinsiyet temelli ayrımcılık sebebiyle şikayetçi olmuştur.
Başvuru, 19 Ocak 2016 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılmıştır.
Mahkeme’nin Kararı[1]
I. Sözleşme’nin 8. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
[…]
B. Esas Hakkında
[…]
2. Mahkeme’nin Değerlendirmesi
117. Mahkeme, 3. madde gibi 8. maddenin de, mağdur fiziksel bir direnç göstermemiş olsa da rızaya dayalı olmayan her cinsel eylemin suç sayılması ve cezalandırılması ile bu eylemlere ilişkin etkili soruşturma ve yargılama adımları atılması yönünde ceza hukuku tedbirlerinin benimsenmesi yönünde devletlere pozitif bir yükümlülük yüklediğini gözlemlemektedir (M.C. v. Bulgaristan, yukarıda anılan, §§ 153 ve 166).
118. Mahkeme ayrıca, Devlete 8. madde kapsamında düşen pozitif yükümlülüğün, tecavüz gibi ciddi vakalarda kişilerin fiziksel bütünlüğünün korunması üzerine etkili ceza hukuku düzenlemelerinin getirilmesi ve buradan hareketle bu düzenlemelerin uygulanmasının ceza soruşturmasının etkililiğine dek genişleyebileceğini tekrarlamaktadır (M.N. v. Bulgaristan, no.3832/06, § 40, 27 Kasım 2012). Soruşturma yükümlülüğü ile ilgili olarak, Mahkeme bunun bir sonuç yükümlülüğü değil araç yükümlülüğü olduğunu vurgulamaktadır. Bu yükümlülük tüm ceza yargılamalarının mahkumiyetle sonuçlanmasını ya da ceza yaptırımı uygulanmasını öngörmüyorsa da yerel yargı organları kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerine karşı saldırıların cezasız bırakılmaması, kanunilik ilkesine güvenin devam ettirilmesi ve hukuka aykırı eylemlere ortaklık ya da tolerans gösterildiğine ilişkin her tür görünümden kaçındığına emin olmak zorundadır. İvedilik ve özen yükümlülüğüne ilişkin bir gereklilik, bu bağlamda kendini göstermektedir. Yargılamanın sonucu ne olursa olsun, yerel hukukta öngörülen koruyucu mekanizmalar, yerel makamlara intikal eden olaylarda esasa ilişkin incelemeyi sonuçlandırmak için pratikte makul bir şekilde işlemelidir (diğerlerinin yanı sıra bkz. M.N. v. Bulgaristan, yukarıda anılan, §§ 46-49 ve N.Ç. v. Türkiye, no.40591 / 11, § 96, 9 Şubat 2021).
119. Ayrıca Mahkeme, ceza yargılamasına tabi suçlar kapsamında mağdur haklarının, Sözleşme’nin 8. maddesinin genel yapısı altında bulunduğunu halihazırda belirtmiştir. Bu bağlamda Mahkeme 8. maddenin temel amacının bireylerin kamu yetkilerinin keyfi müdahalelerine karşı korunması olduğunu hatırlamakla birlikte, madde yalnızca devletlere böylesi müdahalelerden sakınmayı hükmetmez: özel hayatın ve aile hayatının etkili bir şekilde korunmasına içkin olarak, bu negatif yükümlülüğe pozitif yükümlülükler de eklenebilir. Bu yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler için dahi geçerli olacak şekilde, özel hayata saygı gösterilmesini amaçlayan tedbirlerin alınmasını içerebilir (X ve Y v. Hollanda, 26 Mart 1985, § 23, Seri A no.91). Sözleşmeci Devletler, ceza soruşturması ve yargılamasını, tanıkların yaşamını, özgürlüğünü veya güvenliğini haksız şekilde tehlikeye atmayacak şekilde organize etmelidir, bu durum ifade vermeleri için çağrılan mağdurlar için özel olarak geçerlidir. Bu sebeple savunma makamının menfaati, ifadeleri için çağrılan tanıkların ya da mağdurların menfaatleriyle dengelenmelidir (Doorson v. Hollanda, 26 Mart 1996, § 70, Hüküm ve karar raporları 1996-II). Ayrıca, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlara ilişkin ilgili cezai takibat, çoğu zaman mağdurlar için adeta bir çile olarak deneyimlenmektedir, bu durum özellikle mağdurun iradesi dışında faille yüzleştiği ya da reşit olmayan kişileri içeren davalar için geçerlidir (S.N. v. İsveç, no.34209/96, § 47, AİHM 2002-V ve Aigner v. Avusturya, no.28328 / 03, § 35, 10 Mayıs 2012). Sonuç olarak bahsi geçen türde ceza soruşturmaları ve yargılamaları bağlamında mağdurların korunması için özel koruyucu tedbirler alınabilir (yukarıda anılan Y. v Slovenya, §§ 103 ve 104). İşleme konulacak tedbirler, mağdurun ikincil mağduriyetten korunması için cezai takibat sırasında yeterli destekten faydalanmasını içermelidir (Yukarıda anılan Y. v. Slovenya, §§ 97 ve 101, A ve B v. Hırvatistan, no.7144/15, § 121, 20 Haziran 2019 ve N.Ç. v. Türkiye, yukarıda anılan, § 95).
120. Mahkeme, tüm bu pozitif yükümlülüklerin ayrıca diğer uluslararası enstrümanların hükümlerinden de kaynaklandığını gözlemlemektedir (bkz. yukarıdaki 63, 64, 65 ve 69. paragraflar). Mahkeme özellikle, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) Sözleşmeci Taraflarının; mağdur haklarının korunması için gerekli hukuki ve diğer önlemleri alma, özellikle de mağdurların yıldırma ve yeniden mağdurlaştırılmaya karşı korunmasına ilişkin ihtiyaçların göz önünde tutulması ve son olarak, uygulanabilir yerel hukuk izin verdiği ölçüde, fail ile aynı ortamda mevcut bulunmadan mağdurların ifade verilmesi yönünde yükümlülük altında olduğunu hatırlatmaktadır. Suç mağdurlarının hakları, desteklenmesi ve korunması konusunda minimum standartlar getiren 25 Ekim 2012 tarihli Avrupa Direktifi, toplumsal cinsiyet temelli şiddet mağdurlarının, ikincil mağduriyet, yıldırma ve misillemeye özel olarak maruz kalma riski altında bulunmaları sebebiyle özel koruma tedbirlerinden faydalanacağını düzenlemektedir.
121. İşbu davanın koşullarına dönülürse, Mahkeme her şeyden önce İtalyan hukukunun şiddet, tehdit, otoriteyi kötüye kullanma, mağdurun zayıflığından faydalanma ya da hile yoluyla işlenip işlenmediği fark etmeksizin tecavüzü cezalandırdığını gözlemlemektedir. Buna ek olarak, ceza kanunu uyarınca daha ağır bir şekilde cezalandırılan, bir grup özerk cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar düzenlenmiştir (bkz. yukarıdaki 52-54. paragraflar). İtalyan devleti bu nedenle cinsel şiddet mağdurlarının haklarını koruyacak hukuki bir çerçevenin yokluğundan sorumlu tutulamaz durumdadır.
122. Bu nedenle, başvurucunun, varsayılan bir mağdur olarak haklarının etkin bir şekilde korunmasından yararlanıp yararlanmadığını ve mevcut davada İtalyan ceza hukuku tarafından sağlanan mekanizmanın, davalı Devlet’e ait pozitif yükümlülüklerin ihlalini oluşturacak kadar yetersiz olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Mahkeme’nin buradan daha ileri gitmesine gerek bulunmamaktadır. Mahkeme’nin soruşturmada belirli hatalar veya eksiklikler olduğu iddiaları hakkında karar vermesi istenemez; Mahkeme davaya ilişkin olguların değerlendirilmesinde yerel makamların yerini alamaz ve faillerin ceza sorumluluğu hakkında karar veremez (yukarıda anılan M.C. v. Bulgaristan, § 168).
123. Soruşturmanın etkililiği ile ilgili olarak Mahkeme, başlangıçta yetkililerin, başvurucunun başvurduğu Careggi şiddet karşıtı merkezin raporunu takiben, olaydan dört gün sonra derhal soruşturma açtığını kaydetmektedir. Başvurucu gecikmeksizin dinlenmiş ve başvurucu ifadesinde bahsedilen yedi erkek, sonradan yargılama kapsamından çıkarılan D.S. de dahil olmak üzere, derhal gözaltına alınmıştır. Dokuz ay süren soruşturma sürecinin ardından failler mahkemeye çıkarılmıştır. Soruşturma makamı, özellikle, şüphelileri teşhis etmek için bir prosedür düzenlemiş ve özellikle arabada ve başvurucunun kıyafetlerinde biyolojik izler bulmak ve başvurucunun ve şüphelilerin hareketlerini yeniden oluşturmak için, diğerlerinin yanı sıra, telefon kayıtlarının ve ilgili tarafların telefonları tarafından etkinleştirilen terminallerin incelenmesi aracılığıyla çeşitli teknik incelemelerde bulunmuştur (bkz. yukarıdaki 14 ve 15. paragraflar). Ardından, yargılama sırasında taraflarca çağrılan çok sayıda tanığın yanı sıra bilirkişiler, yedi fail ve başvurucu dinlenmiştir. Genel olarak ceza yargılaması, iki yargı düzeyinde yaklaşık yedi yıl sürmüştür.
124. Mahkeme, ilgili usulün tüm unsurlarını göz önünde bulundurarak, yetkililerin pasif olduklarını veya tüm davaların değerlendirilmesinde gereken özen yükümlülüğünü ve hız gereklerini yerine getirmedikleri kanaatine varamamaktadır. (bkz. tersine, diğerleri arasında, yukarıda anılan MN v. Bulgaristan, § 49). Bu bağlamda Mahkeme, usuli yükümlülüklere riayet incelemesinin; olaylar yetkililerin dikkatine sunulur sunulmaz ya da yetkililer olaylardan haberdar olur olmaz soruşturmanın hızla açılması, soruşturmanın ilgili tüm unsurlarının objektif ve tarafsız bir şekilde ve titizlikle analiz edilmesi, maddi gerçekliğe ulaşılması için gereken adımların atılması ve sorumluların tespit edilmesi ile -gerektiği takdirde- cezalandırılmasını mümkün kılma kapasitenin mevcudiyeti gibi birkaç temel parametreden oluştuğunu hatırlatmaktadır. Bu parametreler birbiriyle ilişkilidir ve tek başlarına ele alındıklarında kendi içlerinde bir amaç oluşturmazlar. Bunların hepsi, bir arada ele alındığında soruşturmanın etkililik derecesinin değerlendirilmesini mümkün kılan kriterlerdir (SM v. Hırvatistan, [BD], no.60561/14, §§ 312-320, 25 Haziran 2020 ve N Ç. v. Türkiye, yukarıda anılan, § 97).
125. Mahkeme ayrıca, başvurucunun soruşturmanın yürütülmesinde açık eksiklikler ve gecikmeler olduğunu veya yetkililerin soruşturma faaliyetlerini ihmal ettiğini iddiasını öne sürmediğini gözlemlemektedir. Başvurucunun iddiası, soruşturmanın ve yargılamanın yürütülme şeklinin kendisi için travmatik olduğu ve yetkililerin ona karşı tutumunun kişisel bütünlüğüne zarar verdiği yönündedir Başvurucu, özellikle ceza yargılaması boyunca sorgulanma koşullardan şikâyet etmekte ve ilgili davalarda hakimlerin hüküm kurarken dayandıkları argümanlara itiraz etmektedir.
a) Başvurucunun duruşmaları
126. Başvurucunun sorgusunun alınmasına ilişkin olarak Mahkeme, adli makamların en başından beri olayların iki çelişkili versiyonuyla karşı karşıya kaldıklarını ve kendilerine sunulan doğrudan delillerin, esasen başvurucunun ifadelerine dayalı olduğunu gözlemlemektedir. Mahkeme ayrıca, jinekolojik muayene raporunun ve soruşturma makamı tarafından yürütülen çok sayıda bilirkişi incelemesi sonuçlarının, başvurucunun esas tanık sıfatıyla sunduğu olaylara ilişkin açıklamalarla çeşitli çelişkiler ortaya koyduğunu kaydetmektedir (yukarıdaki 31-32. paragraflar).
127. Bu koşullar altında Mahkeme, adil yargılanma gereklilikleri uyarınca, başvurucunun çocuk olmadığı ve artırılmış koruma önlemleri gerektiren özel bir savunmasızlık durumu bulunmadığı göz önüne alındığında, savunma makamına, başvurucuya yönelik esas yargılama tanığı sıfatıyla çapraz sorgulama fırsatı verilmesini gerektirdiği kanaatindedir (bkz. mutatis mutandis B. v. Romanya, no. 42390/07, §§ 50 ve 57, 10 Ocak 2012). Mahkeme bu bağlamda, olguların iki uzlaşmaz versiyonunun mevcudiyetinin, usulüne uygun olarak doğrulanması gereken dava koşulları ışığında, her iki taraftan elde edilen ifadelerin güvenilirlik değerlendirmesine mutlaka yol açması gerektiğini hatırlatmaktadır (bkz. mutandis mutandis, MC v. Bulgaristan, yukarıda anılan, § 177).
128. Mahkeme’nin, özel olarak durulduğu üzere, faillerin tanık çağırma ve sorgulama hakkı da dahil, yerel makamların savunmanın menfaatleri ile mağdurun menfaatlerini, Sözleşme’nin 6. maddesinin 3. fıkrası güvenceleri ile başvurucu tarafından öne sürülen 8. madde güvenceleri arasında adil bir denge kurmayı başarıp başarmadığını tespit etmesi gerekmektedir. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların mağduru olduğu iddia edilen kişinin sorgulanma şekli, kişisel bütünlük ve kişi onuru ile, savunma makamına ait savunma hakkı güvenceleri arasında adil bir denge kurmayı mümkün kılmalıdır. Fail, mağdur olduğu iddia edilen kişinin güvenilirliğini sorgulayarak ve ifadesindeki olası tutarsızlıkları vurgulayarak kendini savunabilecek olsa da, çapraz sorgulama yöntemi mağdur olduğu iddia edilen kişiyi yıldırmak veya aşağılamak için bir araç olarak kullanılmamalıdır (Yukarıda anılan Y. v. Slovenya, § 108).
129. Mahkeme, her şeyden önce hem soruşturma aşamasında hem de yargılama sırasında, başvurucu ile bahsedilen şiddeti uyguladığı iddia edilen failler arasında hiçbir zaman doğrudan bir yüzleşme olmadığını kaydetmektedir. Başvurucunun soruşturma aşamasında maruz kaldığı ifade alımına ilişkin olarak, Mahkeme başvurucunun polis tarafından iki kez, yani 30 Temmuz 2008 tarihinde Floransa’da, yetkililerin ilk başvurucu ifadesini aldığını ve şikâyetini işleme soktuğunu ve 31 Temmuz 2008’de başvurucunun tatilde olduğu Ravenna kentinde, şüphelileri fotoğraflar aracılığıyla teşhis etmek zorunda kaldığını tespit etmektedir. Buna ek olarak, 16 Eylül 2008 tarihinde, başvurucu, kendisinin bir kez daha ifadesini alan ve bu ifadeyi takiben ek soruşturma tedbirleri talep eden savcılık tarafından çağrılmıştır.
130. İfade tutanaklarını inceleyen Mahkeme, soruşturma makamları nezdinde ne saygısız veya göz korkutucu bir tutum ne de başvurucuyu caydırmak veya daha fazla soruşturmaya yol açmak için herhangi bir adım tespit etmemiştir. İHAM, başvurucuya yöneltilen soruların konuyla ilgili olduğunu ve soruşturma makamının başvurucunun iddialarını ve bakış açısını dikkate alarak olayların yeniden inşa edilmesini ve hukuki işlemlerin devamı için eksiksiz bir soruşturma dosyasının oluşturulmasını sağlamayı amaçladığı kanaatindedir. Bu durum göz önüne alındığında başvurucu için kuşkusuz acı verici olmakla birlikte, soruşturma sırasında yapılan ifade alım usulünün başvurucuyu haksız travmaya veya kişisel ve mahrem hayatına orantısız bir müdahaleye maruz bıraktığı düşünülemez.
131. Yargılamayla ilgili olarak, başvurucu 8 Şubat ve 13 Mayıs 2011 tarihlerindeki duruşmalarda sorgulanmıştır. Mahkeme, bu bağlamda, ikinci sorgulama için o sırada yürürlükte olan CMK’nın 392. maddesine dayanılabileceğini ve delillere ilişkin özel durumlar bağlamında kapalı bir heyet önünde ad hoc bir duruşma ile başvurucu sorgusunun yapılabileceğini kaydetmektedir (bkz. yukarıdaki 55. paragraf). Ancak başvurucu çocuk olmadığı ve CMK’nın 472. maddesine dayanarak kapalı duruşma talep etmediği için yargılamalar açık şekilde yürütülmüştür. Ancak, heyet başkanı, özellikle başvurucunun mahremiyetini korumak için, odadaki gazetecilerin tarafları video kaydına almaktan yasaklanmasına karar vermiştir. Baş hakim ayrıca, başvurucunun çapraz sorgusu sırasında birkaç kez müdahale etmiş, savunma avukatlarının gereksiz veya kişisel sorular sordukları veya olaylarla ilgisi olmayan meseleleri gündeme getirdiklerini söyleyerek soru sorulmasına engel olmuştur. Baş hakim ek olarak, başvurucunun duygusal olarak yıpranmasını önlemek için için kısa ara oturumlar düzenlenmesini sağlamıştır.
132. Mahkeme, başvurucunun iki yılı aşkın bir süre içinde ifadesini birden fazla kez tekrarlamak zorunda kaldığı ve soruşturmacılar, savcılık ve sekiz savunma avukatının ardı ardına sorularını cevaplamaya mecbur olduğu için, ilgili sürecin bir bütün olarak adeta acı verici bir çile olarak deneyimlendiğinden şüphe duymamaktadır. Mahkeme ayrıca, savunma avukatlarının başvurucunun güvenilirliğini sarsmak adına aile hayatı, cinsel yönelimi ve maddi gerçeklikle ilgisi olmayan özel tercihleriyle ilgili kişisel sorularla başvurucuyu sorgulamaktan çekinmediğini kaydetmiştir; bu durum yalnızca cinsel şiddet mağdurlarının haklarının korunmasına ilişkin uluslararası hukuk ilkelerine değil, aynı zamanda İtalyan ceza hukukuna taban tabana zıttır (bkz. yukarıdaki 57. paragraf).
133. Bununla birlikte, savcı ve heyet başkanınca benimsenen tavır ve heyet başkanının başvurucunun mahremiyetini korumak ve savunma avukatları tarafından karalanmasını ya da çapraz sorgu sırasında gereksiz yere rahatsız edilmesini önlemek için aldığı tedbirler göz önüne alındığında, Mahkeme başvurucu tarafından katlanılan zorlu süreçten kamu makamlarının sorumlu tutulabileceği ya da yargılama sürecinde başvurucunun kişisel bütünlüğünün uygun şekilde korunmadığı sonucuna varamamaktadır (aksine, yukarıda anılan Y. v. Slovenya, § 109).
b) Mahkeme kararlarının içeriği
134. Gelinen aşamada Mahkeme, yargılama kapsamında alınan karar içeriklerinin ve faillerin beraatine dayanak oluşturan gerekçelerin, başvurucunun özel hayatına ve cinsel özgürlüğüne saygı hakkını ihlal edip etmediğini ve başvurucuyu ikincil mağduriyete maruz bırakıp bırakmadığını inceleyecektir.
135. Kararlarının gerekçeleriyle ilgili olarak, Mahkeme kendi rolünün yetkililer tarafından gerçekleştirilen belirli hatalara ilişkin iddialar hakkında karar vermek veya saldırgan olduğu iddia edilen kişilerin ceza sorumluluğu hakkında karar vermek olmadığını bir kez daha hatırlatmaktadır. Sonuç olarak, Mahkeme davaya ilişkin olguların değerlendirilmesinde yerel makamların yerini almayacaktır. Öte yandan, mahkemelerce izlenen gerekçelerin ve kullanılan argümanların başvurucunun özel hayatına ve kişisel bütünlüğüne saygı hakkının önünde bir engel oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi ve böylece Sözleşme’nin 8. maddesine içkin bulunan pozitif yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğinin tespiti Mahkeme’nin görevidir (bkz. mutatis mutandis, Sanchez Cardenas v. Norveç, no 12148/03, §§ 33-39, 4 Ekim 2007 ve Carvalho Pinto de Sousa Morais v. Portekiz, no.17484 / 15, §§ 33-36, 25 Temmuz 2017).
136. Bununla birlikte Mahkeme, Floransa Temyiz Mahkemesi kararının, başvurucunun kişisel ve mahrem hayatını çağrıştıran ve kişinin 8. maddeden kaynaklanan haklarını ihlal eden bazı bölümlerine dikkat çekmektedir. Mahkeme, başvurucunun olay akşamı “gösterdiği” söylenen kırmızı iç çamaşırına ve ayrıca başvurucunun biseksüel olmasına ve ilgili olay öncesi romantik ilişkilerine ve gündelik cinsel ilişkilerine ilişkin atıfların herhangi bir şekilde haklılaştırılamadığı kanaatindedir (bkz. yukarıda 41. ve 42. paragraflar). Benzer şekilde Mahkeme Temyiz Mahkemesi’nin, kaynak alınan diğer hususların yanı sıra, başvurucunun sanatsal kararlarından çıkardığı, “sekse yönelik ikircikli tutumuna” ilişkin değerlendirmeleri uygunsuz bulmaktadır. Temyiz Mahkemesi, bu müphem tespitlerinin arasında, şiddet ve açıkça cinsellik içermesine rağmen (bkz. yukarıdaki 46. paragraf) başvurucunun L.L.’nin kısa filminde yer alma kararından bahsetmiş; ancak -ve haklı olarak- L.L.’nin bu kısa filmi yazmış ve yönetmiş olmasının L.L.’nin sekse yönelik tutumuna ilişkin bir gösterge olarak kabul etmemiştir. Ek olarak Mahkeme, Temyiz Mahkemesi’nin bu kararı esasen başvurucunun öne sürdüğü olguları kınayarak verdiği düşüncesindedir, Temyiz Mahkemesi’ne göre başvurucu “damgalama” arzusundan ve “şüpheli bir kırılganlık ve zayıflık anını” bastırmaktan ötürü bu olguları sunmuştur. Bütün bu ifadeler, tıpkı başvurucunun “doğrusal olmayan yaşam tarzı”na yapılan atıflar gibi, üzücü ve konu dışıdır.
137. Mahkeme, Hükümet’ten farklı olarak, Temyiz Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen argüman ve değerlendirmelerinin ne başvurucunun güvenilirliğini değerlendirmede kullanışlı olduğu, ne de davanın çözülmesi için belirleyici nitelikte olduğu kanaatindedir; nitekim başvurucunun güvenilirliği yargılamanın çok sayıda nesnel neticesi ışığında incelenebilmesi mümkündür. (bkz. mutatis mutandis, yukarıda anılan Sanchez Cardenas, § 37).
138. Mahkeme, mevcut davada, başvurucunun güvenilirliği meselesinin özellikle önemli olduğunu kabul etmektedir ve başvurucunun faillerden biri veya diğeriyle olan geçmiş ilişkilerine veya ilgili akşamki bazı davranışlarına atıfta bulunulmasının haklı görülebileceğini tanımaktadır. Bununla birlikte, aile durumunun, duygusal ilişkilerin, cinsel yönelimin ve hatta giyim tercihleriyle birlikte sanatsal ve kültürel faaliyetlerinin amacının, bir kadının güvenilirliğinin değerlendirilmesi ile faillerin ceza sorumluluğunun belirlenmesi için nasıl uygun görülebileceği anlaşılamamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun mahremiyetine ve imajına yönelik saldırıların, faillerin savunma hakkı güvencesi ile haklılaştığı düşünülemez.
139. Mahkeme, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet mağdurlarını korumaya yönelik pozitif yükümlülüklerin, gerçekle ilgisi olmayan kişisel bilgi ve verilerin ifşa edilmemesi de dahil olmak üzere, kişilerin imajlarını, haysiyetlerini ve mahremiyetlerini koruma görevini de içerdiği kanaatindedir. Bu yükümlülük aynı zamanda yargı görevinin doğasında vardır ve yerel hukuktan (bkz. yukarıdaki 57 ve 62. paragraflar) ve çeşitli uluslararası metinlerden (bkz. yukarıdaki 65, 68 ve 69. paragraflar) kaynaklanmaktadır. Bu anlamda hâkimlerin takdir yetkisi ve yargı bağımsızlığı ilkesinin bir tezahürü olarak kararlarda hâkimlerin kendilerini özgürce ifade edebilmeleri, imajın korunması yükümlülüğü ve haksız müdahalelere karşı korunması gereken mahremiyet hakkı ile sınırlıdır.
140. Mahkeme ayrıca, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin İtalya hakkındaki yedinci raporunun ve GREVIO raporunun, kadınların rolüne ilişkin İtalyan toplumunda basmakalıp yargıların devam ettiğini ve bu sebeple toplumda toplumsal cinsiyet eşitliği karşı bir direncin sürdüğünü kaydettiğini gözlemlemektedir. Ayrıca gerek söz konusu Birleşmiş Milletler Komitesi gerekse GREVIO, İtalya’daki ceza yargılaması ve mahkumiyet oranlarının düşük olmasını; mağdurların hem adalet sistemine, hem de ceza hukukuna olan güvensizliklerinin ve bu tip suçlarda ülke çapında düşük ihbar oranları bulunmasının nedeni olarak işaret etmiştir (bkz. yukarıdaki 64-66. paragraflar). Mahkeme, Temyiz Mahkemesi tarafından kullanılan dilin ve argümanların İtalyan toplumunda kadının rolüne ilişkin mevcut önyargıları taşıdığını ve tatmin edici hukuki çerçeveye rağmen, bu durumun toplumsal cinsiyet temelli şiddet mağdurlarının etkili şekilde korunmasında engel oluşturabileceği kanaatinedir (bkz. mutatis mutandis, yukarıda anılan Carvalho Pinto de Sousa Morais, § 54).
141. Mahkeme, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele ve cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması adına üretilecek kurumsal yanıtlar arasında, ceza yargılamalarının ve yaptırımların kilit rol oynadığına emindir. Bu sebeple yargı yetkililerinin mahkeme kararlarında cinsiyetçi kalıp yargılar kullanmaktan, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin önemini hafifletmekten, mağdurların adalet sistemine inancını sarsma sonucunu doğurabilecek, kadınları suçlayıcı ve yargılayıcı beyanlarla ikincil mağduriyete uğratmaktan kaçınması gerekmektedir.
142. Sonuç olarak, mevcut davada ulusal makamların soruşturma ve yargılamaların Sözleşme’nin 8. maddesinden doğan pozitif yükümlülüklere uygun olarak yürüttüğünü kabul etmekle birlikte, Mahkeme, başvurucunun 8. madde kapsamındaki hak ve menfaatlerinin, Floransa Temyiz Mahkemesi’nin kararının içeriği bakımından gerektiği gibi korunmadığı kanaatindedir. Bu sebeple, ulusal makamlar yargılamalar kapsamında başvurucuyu ikincil mağduriyetten koruyamamıştır, nitekim yargılamanın merkezi bir parçasını oluşturan karar yazım süreci, davanın kamusal niteliği de göz önüne alındığında, elzem bir rol oynamaktadır.
143. Bu doğrultuda Mahkeme, Hükümet’in başvurucunun mağdur statüsüne sahip olmamasına dayanan itirazını reddetmektedir ve mevcut davada Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Diğer Maddeler
Başvurucunun 8. madde kapsamında yaptığı şikayetlere ilişkin varılan netice sonrasınad Mahkeme, Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlal edildiği iddiasının mevcut davada değerlendirilmesine gerek olmadığına karar vermiştir.
Adli Tazmin (41. madde)
Mahkeme, altı oya karşı bir oyla, İtalya’nın başvurucuya 12,000 Euro manevi tazminat ve 1,600 Euro olan masraf ve giderleri ödemesine karar vermiştir.
Ayrık Görüş
Hakim Wojtyczek çoğunluk kararına katılmayarak muhalif görüşte olduğunu ifade etmiştir, bu görüş kararın ekinde belirtilmiştir.
[1] Ç.N: Metnin kalan kısmında birebir çevrilen paragraflar için kararda geçen paragraf numaralarına yer verilmiştir.