İHAM’ın Shortall ve diğerleri v. İrlanda: “Cumhurbaşkanı yemininde geçen ‘Tanrı’nın huzurunda’ ifadesinin inanç özgürlüklerini ihlal edebileceğini ileri süren başvurucuların potansiyel mağdur olduklarını makul ve ikna edici şekilde ortaya koymamaları sebebiyle başvuru kabul edilemez bulunmuştur.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM/Mahkeme) 18 Kasım 2021 tarihli Shortall ve diğerleri v. İrlanda davasında (Başvuru No. 50272/18) başvuruyu oybirliğiyle kabul edilemez bulmuştur. Karar kesindir.
Başvuru, İrlanda Anayasası’nda (Bunreacht na hÉireann) İrlanda Devlet Başkanı (Uachtarán na hÉireann) ve Danışma Kurulu üyeleri için zorunlu olan beyanlarda yer alan dini dile ilişkindir. Başvurucular, 9. madde altında, dini beyan gerekliliğinin din ve vicdan özgürlüklerini ihlal etmesinden şikayetçi olmuştur.
Mahkeme kabul edilemezlik kararında başvurucuların, bu gereklilikten doğrudan etkilenme riski olduğuna ilişkin makul ve ikna edici kanıtlar sağlayamadıklarını ve bu nedenle Sözleşme’nin ihlal edilmesi sonucu mağdur olduklarını iddia edemeyeceklerini tespit etmiştir.
İngilizce yazılan kararın tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Kararın basın özeti çevirisi B. Günsu Karacaoğlan tarafından yapılmıştır.
Shortall ve diğerleri c. İrlanda, Başvuru No. 50272/18, Karar Tarihi: 18/11/2021
Temel Olaylar
Başvurucular Róisín Shortall, John Brady, Fergus Finlay, David McConnell ve David Norris 1944 ve 1973 tarihleri arasında doğmuş İrlanda vatandaşıdır. Bray’de (İrlanda) başvurucu Brady dışında tüm başvurucular Dublin’de ikamet etmektedir.
Başvurucuların tümü İrlandalı politikacı ve sivil toplum üyesidir. Shortall ve Brady Dáil Éireann (İrlanda Parlamentosu’nda Avam Kamarası) üyesi, Norris Seanad Éireann (Lordlar Kamarası) üyesidir. Shortall, Sosyal Demokratların lideri; Brady, Sinn Féin üyesi; Finlay, İşçi Partisi’nin bir üyesi, önde gelen bir aktivist ve 2011 seçimlerinde partisinin cumhurbaşkanlığı adaylığı için uğraşıp başarısız olmuş bir siyaset eylemcisidir. Norris, 2011 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olamayan bağımsız bir senatördür. McConnell bir genetik profesörüdür ve bir hastane ile ulusal gazetenin yönetim kurullarında görev yapmış, İrlanda Hümanist Topluluğunun eski başkanıdır.
İrlanda Anayasası, İrlanda Cumhurbaşkanının devlet başkanı olarak hareket ederek diğer tüm kişilere göre öncelikli olmasını sağlamaktadır. Cumhurbaşkanı halkoyuyla seçilir. 35 yaşını doldurmuş her İrlandalı seçilebilir, fakat aday adayı olabilmesi için yasa gereği 20 parlamenter ya da dört yerel makam tarafından aday gösterilmesi gerekmektedir. Anayasa, Cumhurbaşkanının göreve başlaması için “Yüce Tanrı’nın huzurunda… Bana yol göstersin ve beni ayakta tutsun” sözlerini içeren bir beyanda bulunmasını öngörmektedir.” Cumhurbaşkanına, belirli siyasi ve adli yetkililer arasında başkanın “mutlak takdiri” ile atanmış yedi üyeden oluşan Danışma Kurulu tarafından tavsiyelerde bulunulur. Anayasa, Danışma Kurulu üyelerinin “Yüce Tanrı’nın huzurunda…” sözlerini içeren bir beyanda bulunmasını öngörmektedir. Bu dini yemin gerekliliği Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi tarafından eleştirilmiştir. Parlamento komisyonları ve Anayasa Kurulu da dahil olmak üzere anayasal reformu değerlendirmekle görevli birtakım yerel organlar bu dili eleştirmiş ve bunun kaldırılmasını ya da seküler bir başka seçenek ile değiştirilmesini önermiştir.
Şikayetler
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesine (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü) dayanan başvurucuların her biri, siyasal kariyerleri ve kamunun önde gelenlerinden olmaları sebebiyle Cumhurbaşkanlığına seçilmeyi ya da Danışma Kurulu’na davet edilmeyi arzulayabileceklerini, fakat Anayasa’nın 12.8 ve 31.4. maddelerindeki dini beyanların inançlarına aykırı olduğunu ve onların bu görevleri üstlenmesini engelleyebileceğini veya inançlarına aykırı dini beyanlarda bulunmaya zorladığını iddia etmiştir.
Mahkemenin Kararı
Mahkeme, Sözleşme’nin 34. maddesi uyarınca, başvurucunun bir ihlalin mağduru olduğunu iddia etmesi için ihtilaf konusu müdahaleden doğrudan etkilenmesi gerektiğini yinelemiştir. Sözleşme, başvurucuların doğrudan etkilenmedikleri, Sözleşme’ye aykırı olabileceğini düşündükleri bir ulusal hükmü şikayet etmelerine izin vermemiştir.
Mahkeme, başvurucuların belirli koşullarda potansiyel mağdur olabileceklerini daha önce kabul etmişti. Ancak potansiyel mağdur olduğunu iddia edebilmesi için başvurucunun, kendisini kişisel olarak etkileyen bir ihlalin meydana gelme olasılığına ilişkin sadece şüphe veya varsayım yeterli olmamakta, makul ve ikna edici kanıtlar sunması gerekmekteydi.
Danışma Kurulu üyelerinden beklenen beyana ilişkin olarak başvurulardan herhangi birinin doğrudan etkilendiğini gösterebilmesi için, Kurula atanmasının gerçekçi bir olasılık olduğunu göstermesi gerekecektir. Finlay ve Norris bu soruna bir katkıda bulunmamıştır. Diğer başvurucular ise güncel veya gelecekteki deneyimlerinin bu hizmete uygun nitelikte olduğunu ileri sürmüştür. Bununla birlikte böylesi atamaların tamamen takdire dayalı niteliği dikkate alındığında Mahkeme, bu iddiaların varsayımsal olduğu kanısındadır. Mahkeme, hiçbir başvurucunun kendisini kişisel olarak etkileyen bir ihlal olasılığına ilişkin makul ve ikna edici kanıtlar sunmadığı sonucuna varmıştır.
Cumhurbaşkanlığına ilişkin olarak Mahkeme, yalnızca Devletteki en yüksek göreve seçildikten sonra geçerli olan bir gerekliliğin mağduru olduğunu iddia edebilecek kişilerin, Mahkeme’nin potansiyel mağdur olarak kabul ettiği sınıftan (örneğin bkz. Open Door ve Dublin Well Woman v. İrlanda) daha dar yorumlaması gerektiği kanısındadır. McConnell ve Norris gelecekte cumhurbaşkanlığı ile ilgili bir hedeflerinin olmadığını belirtmiştir. Diğer başvurucular ise menfaatlerini çok genel ifadelerle belirtmiş, fakat seçilmeleri halinde görevi üstlenemeyecekleri için seçimde aday olmalarının anlamsız olacağını ileri sürmüştür. Başvurucuların hiçbiri kendi siyasi durumlarına ve Anayasa’nın gerekliliklerine atıfta bulunarak bu göreve aday olma olasılıklarını gerçekçi bir şekilde ortaya koymaya çalışmamıştır.
Mahkeme, bu sebeple hiçbir başvurucunun bu Anayasal gereklilikten doğrudan etkilenme riski olduğuna dair makul ve ikna edici kanıtlar sunmadığına karar vermiş ve beş başvurucunun da şikayetini kabul edilemez bularak reddetmiştir.
Mahkeme, Taraf Devletlerin devlet ve din arası ilişkide geniş bir takdir alanlarının olmasına rağmen, yine de bu takdirin Avrupa denetimi ile el ele olduğunu kaydetmektedir. Bir Devletin geleneğe atıfta bulunması, onu Sözleşmede yer alan hak ve özgürlüklere saygı gösterme yükümlülüğünden kurtaramaz.
Trackbacks & Pingbacks