FORUM – Av. Rumeysa Budak – Bireysel Başvuru Mekanizmasının Kitlesel İhlaller Karşısında İşlevsizliği: İHAM’ın Turan ve diğerleri v. Türkiye Kararı Üzerine Bir Değerlendirme

Av. Rumeysa Budak – Ankara Barosu
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 23 Kasım 2021 tarihli kararıyla, darbe girişiminden birkaç saat sonra gözaltına alınıp tutuklanan hakim, savcı, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan 427 yargı mensubuyla ilgili olarak özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiğine hükmetti.[1] Karar, özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında 5. madde açısından nicelik bakımından bu kadar çok sayıda başvurucuya ilişkin verilen ilk ihlal kararı olmasının yanı sıra suçüstü kavramının yerel makamlarca yargı mensupları açısından geniş yorumlandığına yönelik karardaki tek ihlal tespiti önceki benzer yöndeki Alparslan Altan, Hakan Baş ve Erdal Tercan kararlarına bakıldığında sürpriz bir sonuç olmadı.
Başvuruya konu olan ancak Mahkeme’nin yargı politikası gereğince incele(ye)meyeceğini bildirdiği diğer ihlal iddiaları açısından ise Türkiye’de OHAL sonrası yaşanan kitlesel hak ihlalleri açısından bir sorumsuzluk olarak yorumlanırken, Sözleşme’nin işleyişi ve Mahkeme’nin mevcut sistemi üzerinde başvurulardan bağımsız olarak bir yapısal eleştiriyi de beraberinde getirdi.
Başta Yargıç Kuris olmak üzere karara düşülen şerhlerde, özgürlük ve güvenlik hakkı gibi Mahkeme’nin öncelik politikasında ilk sırada yer alan başvurularda diğer esaslı iddiaların “incelemeye gerek yok” denilerek üstünün çizilmesinin bir yandan temel hakları koruma konusunda kendilerinde yarattıkları vicdani rahatsızlık ifade edilirken bir yandan da içinde bulundukları mevcut yargısal sistemle buna başvurmaktan başka çarelerinin olmadığını da kabul ettikleri ifade edildi.
Kararın öne çıkan “incelemeye gerek yok” hüküm kısmına ve bu kapsamdaki iddialara değinmeden önce Mahkeme’nin ihlal değerlendirmesinde yer alan birkaç önemli hukuki değerlendirme ve sonuca işaret etmek yerinde olacaktır. Her ne kadar karar kendisinden beklenen ihlal tespitlerinin tamamını başvuruculara verememiş olsa da Mahkeme tarafından başvuruların arka planındaki olaylarda işaret ettiği hususlar, aslında incelemekten imtina ettiği ihlal iddialarının nasıl bir iş yükü getireceğini daha iyi anlamak için irdelenmesi gerekmektedir.
Mahkeme’nin Usule ve Esasa Yönelik İç Hukuk Sürecine İlişkin Tespitleri ve Değerlendirmesi
Usule İlişkin Değerlendirmeler – CMK Madde 141
Hükümet’in savunmasında başvurulara ilişkin usuli açıdan iç hukuk yollarının tüketilmemesi, mağdur sıfatının olmaması ve başvuru hakkının kötüye kullanılması itirazları olmuştur. İtirazlarının temelinde özgürlük ve güvenlik hakkı bakımından başvuru yaparken özellikle başvurucuların ve avukatların sık sık tereddüte düştüğü Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 141. madde kapsamında iç hukuk yolu tüketilmediği iddiası yer almıştır. Her ne kadar Mahkeme halihazırda tutuklu başvurucular için önceki kararlarında bu yola ilişkin tespitlerini tekrar etmiş ve tutuklu ve hükümlü başvurucular için bu etkili olmayan yolun tüketilmesine gerek olmadığına karar vermişse de[2] bu kararda dikkate değer yeni değerlendirme beraat etmiş ve akabinde CMK’nın 141. maddesinin 1. fıkrasının e bendi uyarınca kendisine tazminat verilmiş başvurucu açısından mağdur sıfatına haiz olmadığı iddiası olmuştur. Mahkeme Hükümet’in itirazını reddederek CMK 141. madde kapsamında tazminat almış olmanın mağdur sıfatını yok etmeyeceğini; nitekim iç hukukta öngörülen bu yolun tutuklu başvurucular açısından özgürlükten yoksun bırakmayı sona erdirmeyen bir yol olmasının yanı sıra beraat eden başvurucu için ise özgürlük hakkının ihlalini ikrar eden ve mağdur sıfatını ortadan kaldıran bir yol olarak görülemeyeceğine hükmetmiştir.[3]
Esasa İlişkin İncelenmeye Değer Bulunan Suçüstü Halinin Olmadığı İddiası ve İncelenmeye Gerek Görülmeyen Diğer İddialar
Esasa ilişkin olarak Mahkeme başvurucuların yalnızca suçüstü halinin mevcudiyetinin olmadığına dair itirazlarını incelemiş, ihlal tespitine yer verirken ise genel olarak önceki kararlarının paragraflarına atıfla yetinilmiştir. Esasen bu noktada Mahkeme’den ek bir tespit beklemek de çok yerinde değildir, halihazırda Alparslan Altan ve Hakan Baş kararlarında suçüstü kavramının yargı mensupları için genişletilerek uygulandığı konusunda yapılması gereken tüm tespitleri yapmış ve ihlal kararı vermiştir.
Suçüstü Halinin Olmadığına İddiası
Başvurular esas olarak darbe girişiminden birkaç saat sonra yargı mensuplarına yönelik kitlesel olarak gerçekleştirilen gözaltılar ve tutuklamalarla ilgilidir. 15 Temmuz 2016 tarihini 16 Temmuz 2016’ya bağlayan gece darbe girişimi hala sürmekteyken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma numarası olmayan talimatıyla yargı mensubu başvurucular hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309. maddesi (Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs) esas gösterilerek darbe girişimine teşebbüs nedeniyle yakalama kararı verilmiştir. İç hukuk uyarınca soruşturmaları ve kovuşturmaları, ağır cezayı gerektiren suçüstü hali olmadıkça özel usule tabi olan başvurucular için suçüstü hali mevcudiyeti gerekçe gösterilerek olağan hükümler uyarınca soruşturma başlatılmış ve yürütülmüştür. Mahkeme mevcut başvurucular için yukarıda da ifade edildiği gibi Alparslan Altan ve Hakan Baş kararlarındaki değerlendirmelerine atıfta bulunarak suçüstü kavramının geniş yorumu nedeniyle tutuklamaların hukuka aykırı olduğu sonucuna varmıştır.
İncelenmeye Gerek Görülmeyen Diğer İddialar
Diğer iddiaları incelemesine gerek görmemesine ilişkin olarak akıllara Mahkeme’nin iddialar hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı, çekişmeli kısımda taraflarca sunulan bilgi ve belgeleri incelemeden geçtiği ve iddiaların üstünü karaladığı düşüncesi gelmektedir. Ancak muhalif görüşlerde de ifade edildiği gibi oldukça kayda değer olan diğer ihlal iddialarına ve bunların arka planındaki iç hukuk sürecine, kararda infial yaratan V. başlıktan önce yer verildiği görülmektedir. Kararda V. başlık öncesinde diğer ihlal iddialarının arka planındaki olaylara yer verdiği kısımlarda “maruz kaldığınız durumun detaylarının farkındayım” mesajı verirken, iş yükü mazeretini öne sürerken bu iddiaların kabul edilebilirliği ve esasına tek tek girilmesi gerektiğini söyleyerek esas incelemesini hak eden iddialar olduğunu da itiraf edip bu farkındalığını “ancak bu yoğunlukta elimden sizin için hiçbir inceleme yapmamaktan başka bir şey gelmiyor” şeklinde sonuçlandırmıştır. Bu iddiaların neler olduğu ve kararda bunlara esas olaylara nasıl tek tek yer verildiği aşağıda detaylı bir şekilde açıklanacaktır.
Tutuklama için makul şüphenin olmadığı ve tutuklama kararlarıyla Anayasa Mahkemesi kararlarının ilgili ve yeterli gerekçeler içermediği iddialarına ilişkin olaylar
Açığa Alma ve İhraç
Ceza soruşturmaları ve başvurucuların tutuklanması devam ederken 16 Temmuz 2016 tarihinde haklarında soruşturma yürütülen hakim ve savcı başvurucular için HSYK tarafından görevlerinden uzaklaştırma; Yargıtay ve Danıştay üyesi başvurucular için ise Yargıtay ve Danıştay Başkanlık Kurullarının kararıyla yetkilerinin kaldırılmasına karar verilmiştir. 24 Ağustos 2016 tarihinde ise başvurucular 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3.maddesi uyarınca HSYK Genel Kurulu’nun kararıyla mesleklerinden ihraç edilmişlerdir. Başvurular esas olarak özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin olduğu için açığa alma ve meslekten ihraçla ilgili durumlar bu başvuruların konusu değildir. Ancak söz konusu tutuklama kararlarında delil olarak bu açığa alma ve ihraç işlemleri gösterilmiş; açığa alma ve ihraç işlemlerinde ise verilen tutuklama kararları delil olarak gösterilmiştir. Başvurucular her ikisi de birbirine sebep gösterilen delillerin tutuklamaya esas makul delil olamayacağını iddia etmişlerdir.[4] Başvurucuların bu iddiaları Mahkeme tarafından incelemeye gerek görülmemiştir.
Tutuklama kararları
Gözaltı sonrası başvurucular hakkında 18 Temmuz 2016 ve 19 Ekim 2016 tarihleri arasında yakalandıkları yer sulh ceza mahkemelerince tutuklama kararları verilmiştir. Yakalama kararı darbeye teşebbüs esas gösterilerek verilirken ve yakalama kararında tutuklamaların TCK madde 309 uyarınca yapılması gerektiği emredilirken tutuklama kararlarına TCK’nın 314. maddesinin 2. fıkrası (silahlı terör örgütü üyeliği suçu) esas alınmıştır. Yargı mensuplarına ilişkin darbeden yaklaşık bir buçuk yıl sonra hazırlanan iddianamelerde ise ilk paragraflarda “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan soruşturma başlatılmıştır.” cümlesi yer almıştır, ancak soruşturmalar ilk olarak darbeye iştirakten açılmıştır. Dolayısıyla darbeye iştirak suçuyla başlatılan soruşturmalar bir buçuk yılda delillendirilememiş ve soruşturmaların silahlı terör örgütü üyeliğiyle başlatıldığı iddia edilmiştir. Başvurucular tarafından isnat edilen suçu işlediklerine dair makul bir şüphe olmaksızın tutuklandıklarına ilişkin incelenmeyen bir diğer iddia ise bu durum olmuştur, kararın 8. paragrafı ile 20. paragrafı karşılaştırıldığında darbeye iştirak suçlamasıyla başlayan sürecin silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasına evrildiği görülecektir.
18 Temmuz 2016 tarihli ve yaklaşık olarak Eylül ayına kadar verilen tutuklama kararlarında delil olarak Ankara Cumhuriyet başsavcılığınca talep edilen soruşturma, isnad edilen suçun niteliği, katalog suçlar arasında yer alması, olası ceza ve başvurucuların görevlerinden uzaklaştırılmış olmaları gösterilirken Eylül ayı sonrasında 19 Ekim 2016 tarihine kadar olan aralıkta verilen tutuklama kararları için bu delillere ek olarak Bylock uygulaması ve tanık ifadeleri de eklenmiştir(para.21). Bu farklı niteliklere sahip tutuklama kararlarına karşı yapılan itirazlara ilişkin ise mahkemeler tarafından toplu, bireysel bir inceleme yapılmadan ve ilk tutuklama kararındaki gerekçelerle ilgili kanun maddeleri tekrarlanarak karar verilmiş ve itirazlar reddedilmiştir(para.22-23). Başvurucuların bu doğrultuda delillerin makul bir şüphe oluşturmadığı ve yerel mahkemeler tarafından tutuklamalarına ilişkin yapılan incelemelerin belirli usuli güvencelere uymadığı konusundaki itirazları da incelenmemiştir. Esasen burada Mahkeme’nin 98. paragrafta ifade ettiği üzere 5. madde kapsamında makul şüphenin olup olmadığı hususunda “her bir şikayetin kabul edilebilirliği ve esasına” ilişkin bir değerlendirme gerekecektir, nitekim 18 Temmuz’da tutuklanan bir yargı mensubuyla 19 Ekim’de tutuklanan bir yargı mensubunun dosyalarında delil farklılıkları bulunmaktadır. Bu durumda Mahkeme, yerel mahkemelerin farklı delil içeren bu dosyalara yaptığı gibi toplu bir inceleme yapamayacağının farkındadır ancak pek talihsiz bir şekilde kendisi de bunları tek tek “incelemeye gerek görmeyerek” toplu bir incelemedense hiç incelememe yapmayı tercih etmiştir.
Anayasa Mahkemesi Kararları
Tutuklamaya ilişkin olarak suçüstü halinin olmaması, suçüstü hali gerekçe gösterilerek özel usule uyulmaması ve tutuklamaya karar veren sulh ceza hakimliklerinin yargı yetkisinin bulunmaması iddialarıyla başvurucular tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular ise tek sayfalık bir değerlendirmeyle iddiaların açıkça dayanaktan olması nedeniyle reddedilmiştir. Başvurucular bu kapsamda tutuklamalarına ilişkin yapılan incelemelerin belirli usuli güvencelere uymadığını ve iddia edilen ihlal iddiaları için tazminat alabilecekleri etkili bir iç hukuk yolunun olmadığından şikayet etmişlerdir. Mahkeme bu iddiaları da “incelemeye gerek olmayan” iddialar kapsamına almıştır. Bu noktada yine eğer inceleyecek olsaydı her bir başvurucu için her bir AYM bireysel başvuru sürecinin ayrı ayrı incelenmesini gerektiren bir durum olduğu ifade edilmelidir.
Mahkeme, detaylarına vakıf olduğu ancak incelemeye gerek görmediği bu şikayetlerle ilgili darbe girişimi sonrası yapılan binlerce derdest başvuruya da atıfta bulunarak, bunların Mahkeme’nin sınırlı kaynakları üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu ifade etmiş ve Sözleşme’nin uzun vadeli etkinliğini sağlamaya yönelik üstün çıkarlarını kendine rehber edindiği ifadesiyle iddiaları incelemekten feragatinin meşruluğunu vurgulamıştır. Bunu yaparken ise daha önce Burmych ve diğerleri v. Ukrayna[5] kararına atıfta bulunarak buradaki usulü kıyasen uyguladığını söylemiştir.
Sözleşme’nin üstün çıkarının gözetilerek gerçekleştirilen bu feragat, bu başvurular ve akabinden gelecek başvurular özelinde ne anlama geldiğinin yanı sıra, iddia edildiği gibi Sözleşme’nin insan haklarının korunmasını öngördüğü mekanizmasının uzun vadeli etkinliğine katkı mı sağladığı yoksa Sözleşme’nin oluşturduğu sistem açısından artık çanların Mahkeme için çaldığı mı sorularını gündeme getirmiştir.
Kararın OHAL sonrası kitlesel tutuklamalara ilişkin ifade ettiği anlam
Mahkeme’nin beklentileri karşılamayan bu kararı sonrası, benzer ihlal iddiaları ile yapılan ve Mahkeme önünde derdest olan OHAL gözaltı ve tutuklamalarına ilişkin bin küsur başvuruyla ilgili çıkacak kararlara yönelik bir değerlendirme yapmak için öncelikle bu karardaki haklı olduğu iddia edilen “incelemeye gerek yok” feragatinin dayanağı olarak gösterilen Burmych ve diğerleri v. Ukrayna kararına bakmak gerekecektir.
Burmych ve diğerleri v. Ukrayna kararı Büyük Daire tarafından verilmiş bir kayıttan düşürme kararıdır. Karara konu başvurular kesinleşmiş mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi iddialarına ilişkindir. İddialar daha önce verilen İvanov pilot kararındaki iddialarla benzer olduğu için başvuruların esasına girilmeden kayıttan düşürülerek Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir. Ancak verilen bu karar Mahkeme’nin artan iş yüküne karşında geliştirdiği sorunlu bir bir yöntem olarak ifade edilip tartışılagelmiştir, aşağıda değinileceği üzere Yargıç Küris de bu kararın sonrasında yaşanan başarısızlığa dikkat çekmiştir. Mahkeme ise yöntem açısından sorunlu olan ve kararların icrası açısından henüz başarısını ispat edememiş bu kararı önüne gelen oldukça olağanüstü bir duruma uygulamıştır ve tartışmalı bu yönteme yeni bir tartışma boyutu daha eklemiştir.
Mevcut kararda Burmych kararının esas alınması ve buna bianen bazı iddiaların incelenmesine gerek olmadığının karar verilmesi birden çok sorunlu nokta içermektedir. Öncelikle Burmych kararı daha önce verilen bir pilot karara “İvanov” pilot kararına dayanmaktadır. Ancak mevcut davada OHAL ve sonrası tutuklamalara ilişkin daha da özel olarak yargı mensuplarının tutuklanmasına ilişkin henüz bir pilot karar verilmiş değildir. Mahkeme’nin iş yüküne işaret ettikten sonra aslında incelenmeyen iddiaları önceki davalarında incelediği ifadesi(bakınız para.98) ise bu durumu telafi edememektedir, çünkü bu kararların hiçbiri pilot karar değildir.
İkinci olarak Burmych kararında başvurular kayıttan düşürülüp İHAM kararlarının icrasını denetleyen organ olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne gönderilmiştir. Mevcut başvuruda ise incelenmeyen iddialar için böyle bir durum söz konusu olmamıştır; nitekim iddialar ne incelenmiştir ne de incelenmeyen iddialara yönelik bir icra faaliyeti gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından denetlenecektir.
Son olarak ise akıllara derdest bekleyen darbe girişimi ve OHAL sonrası tutukluluğa başvuruların Burmych kararındaki gibi bir kayıttan düşmeye tabi tutulup tutulamayacağı gelmektedir. Ancak 427 yargı mensubuna ilişkin verilen bu karar bir pilot karar olmadığı için Mahkeme’nin buna dayanarak diğer başvuruları kayıttan düşürmesi söz konusu olmayacaktır. Ayrıca halihazırda tebliğ edilmiş olan başvurular pilot karar kapsamında değil normal prosedür kapsamında incelenecektir ki darbe girişimi ve OHAL sonrası yapılan ve derdest olan başvurular Hükümet’e tebliğ edilmiş, Hükümet’in savunması ise başvuruculara tebliğ edilmiş ve halihazırda çekişmeli aşamaya geçilmiştir. Tabi ki bu noktada bu derdest davalarla ilgili iddialar konusunda ise nasıl bir inceleme yapacağı hususunda soru işaretleri ise bu kararla beraber daha da artmıştır. Yargı mensuplarına ilişkin derdest olan başvurularda en azından yine bir suçüstünün geniş yorumu nedeniyle ihlal çıkacağı muhtemel olmakla birlikte; yargı mensubu olmayan ve bu başvuruda incelemeye gerek görülmeyen makul şüpheye esas gösterilen delillerin incelemesini gerektiren başvurular için ise Mahkeme’nin nasıl bir yol izleyeceği belirsizliğini korumaktadır.
Kararın Sözleşme sistemi ve Mahkeme açısından ifade ettiği anlam
Söz konusu kararın Sözleşme sistemi ve Mahkeme açısından ifade ettiği anlam için sözü karara şerh düşen yargıçlara bırakmak yerinde olacaktır.
Yargıç Ranzoni’nin katıldığı Yargıç Koskelo’nun mutabık görüşünde Yargıç Koskelo Mahkeme’nin kendi işlevini yerine getiremez hale getiren bir durumla karşı karşıya olduğunu ve bu işlevsizliğin ise Mahkeme’nin öncelik politikasında ilk sırada yer alan özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin bir başvuru grubunda görülmesi bağlamına dikkat çekmektedir. Şikayetlerin kitlesel hak ihlallerinin yaşandığı bir dönemde yargının önemli unsuru olan hakim savcıların tutuklanmalarından ileri gelmesiyle durumun daha da ciddileştiğini ifade eden Ranzoni şu itirafıyla sistemin geldiği noktayı ifade etmiştir: “İddia edilen ihlaller büyük çapta meydana gelirse ve ilgili haklar artık iç hukuk yollarıyla korunmuyorsa, Mahkeme’ye emanet edilen uluslararası denetim bile pratik sınırlarına ulaşır.” Nitekim “diğer ihlal iddialarını incelemeye yer olmadığı” hükmü yönünde oy kullanan Ranzoni bu itirafıyla beraber bu çıkması şeffaf hale getirmenin daha doğru olacağını söylemektedir.
Yargıç Saadet Yüksel’in kısmi mutabık görüşündeki odak noktası ise oybirliğiyle ihlal edildiğine hükmedilen suçüstü halinin öngörülemez yorumu nedeniyle Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasına ilişkindir. Daha önce Baş kararında bu yönde farklı bir oy kullandığını, ancak Baş kararının kesinleşmesiyle beraber suçüstü ile ilgili Mahkeme yorumunun artık yerleşik yorum olması nedeniyle bu kararda ihlal olduğu yönünde oy kullandığını belirtmiştir. Yargıç Yüksel’e göre suçüstü halinin yorumu ile ilgili İHAM ve yerel mahkemeler arasındaki yorum farkı Büyük Daire önünde netleştirilmeli ve pekiştirilmelidir. Yargıç Yüksel’in bu yorumuna ek olarak ve de öncelikli olarak bu noktada “incelemeye gerek yok” yorumunun da Büyük Daire tarafından incelenmesinin elzem olduğunu vurgulanmalıdır.
Hüküm kısmında yer alan “incelemeye gerek yok” değerlendirmesine karşı oy kullanan tek yargıç olarak Yargıç Kuris ise şerhinin daha ilk cümlesinde karşı oy kullanmasına karşın bu duruma karşın herhangi bir pragmatik alternatif öneremediğini ifade ederek eleştirilerine başlamaktadır.
İhlal iddialarını incelemeden feragatin esası olan Burmych kararıyla ilgili olarak Yargıç Kuris bu kararın dayanağı olan İvanov pilot kararının pilot kararlar arasında davalı Devletin yerine getirmediği en çok bilinen pilot karar olduğunu ifade etmiştir. Akabinde Burmych kararının hiçbir yerinde “incelemeye gerek yok” ifadesinin kullanılmadığını vurgulamış ve mevcut kararın hüküm kısmında da en azından “şikayetlerin incelemeyi hak ettiğini, ancak bu koşullar altında Mahkeme tarafından etkin bir şekilde incelenemeyeceği” ifadesi kullanılsaydı bir miktar adalet çağrışımına kararda yer verilmiş olacağını belirtmiştir.
Burmych kararında incelenmeyen ihlal iddiaları Mahkeme’nin bir denetim mekanizması olarak Bakanlar Komitesi’ne ilettiğini ancak mevcut karardaki incelenmeyen iddialar için böyle bir mekanizmanın olmadığını vurgulamıştır ve bunu şu şekilde somutlaştırmıştır:
“Dolayısıyla, mevcut dava ile Burmych ve diğerleri arasında temel bir fark vardır. Burmych ve diğerleri mecazi olarak bir uzvun bu tür gerekli cerrahi amputasyonuna benzetilebilir, sadece kişinin hayatını kurtarmakla kalmayıp ek olarak, hastane yıkımdan korunmuş, kesilen uzuv, ne kadar kötü çalışırsa çalışsın bir tür protez ile değiştirilmiş ve kişiye bir gün cerrahın, durumunu tekrar gözden geçirebileceğine söz verilmiştir. Mevcut yargı daha çok uzuv kaybının yerine herhangi bir protez konulmadığı; cerrahın, hastayı kendisine zarar verdiğini iddia ettiği biriyle gözetimsiz tedavi için eve gönderdiği, hastaneyi içeriden kapattığı ve ona veda ettiği bir ampütasyona benzemektedir.”
Mahkeme’nin Türkiye aleyhine her gün darbe sonrası verilen tutuklama kararları ve mahkumiyetlerle ilgili başvurularla dolup taştığını söyleyen Yargıç Kuris bu başvuru seline ek olarak bir de Türkiye aleyhine açılmış darbeden bağımsız başvuru havuzunun da sürekli dolduğunu belirtmiştir. Mevcut bu durum karşısında ise şikayetleri incelememe yolunun ancak gerçekliğe atıfla açıklanabilecek tek pragmatik çıkış yolu olduğunu söylemektedir.
Sonuç yerine
Mevcut karar, hakları ihlal edilen bireylerin bireysel başvuruları incelemekle görevli İnsan Hakları Mahkemesi’nin olağanüstü durumlar karşısında söz konusu bireysel başvurular kitlesel başvurular olarak önüne geldiğinde yargı politikası gereği iş yükünü birtakım usuller öngörerek mağduriyetten kurtardığını ancak bireysel başvuru sahipleri bireyler açısından mağduriyetlere bir yenisinin eklendiğini göstermektedir. Bu sorunun çözümü ise Mahkeme’nin kararlar bağlamında alıp üreteceği çözümlerde değil, yargısal olmayan başka organların da katılımını gerektiren bir yapısal reformla çözülmelidir.
[1] Turan ve diğerleri v. Türkiye, B. No: 75805/16 ve diğer 426 başvuru, 23.11.2021. Kararın aslı için bakınız: https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-213369 Kararın Türkçe çevirisi için: https://anayasagundemi.com/2021/11/29/ihamin-turan-ve-digerleri-v-turkiye-kararinin-cevirisi-yargi-mensuplarinin-darbe-girisimi-sonrasi-ozel-usuli-guvencelere-uyulmadan-sucustu-hali-gerekce-gosterilerek-tutuklanmasi-o/
[2] A.g.k, para. 57-60.
[3] A.g.k, para. 61-62.
[4] A.g.k, para.13-18 ve 77.
[5] Burmych ve Diğerleri v. Ukrayna [Büyük Daire], B. No: 46852/13 ve diğerleri, 12.10.2017. Kararın özet çevirisi için: https://anayasagundemi.com/2017/12/06/iham-kararlarinin-icrasi-ve-davalarin-kayittan-dusurulerek-bakanlar-komitesine-gonderilmesi-burmych-ve-digerleri-v-ukrayna-kararinin-ozet-cevirisi/