İHAM’ın İlker Deniz Yücel kararının özet çevirisi: “Gazetecinin gazetecilik faaliyetleri sebebiyle propaganda ve tahrik suçlarından tutuklanması, kanunilik şartını taşımaz. Özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğü ihlal edilmiştir.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM/Mahkeme), 25 Ocak 2021 tarihli İlker Deniz Yücel v. Türkiye (Başvuru no. 27684/17) kararında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS/Sözleşme) üç maddesinin ihlal edildiğine, bir maddesinin ise ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Dava, gazeteci İlker Deniz Yücel’in gazetecilik faaliyetleri sebebiyle tutuklandığı iddiasına ilişkindir. Söz konusu tarihte Yücel, Die Welt isimli Alman gazetesinde Türk bir muhabir olarak çalışmaktadır. Başvurucu 14 Şubat 2017-16 Şubat 2018 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Tahliye olduktan sonra Almanya’ya dönmüştür.
Mahkeme, ilk olarak, Anayasa Mahkemesi’nin 28 Mayıs 2019 tarihli kararında Yücel’in kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ve başvurucuya manevi tazminat ve masraf ve harcamalar için bir miktar ödenmesine karar verdiğini gözlemlemiştir. Ancak Mahkeme, verilen tazminat miktarının açıkça yetersiz olduğunu, Yücel’in hala Sözleşme’nin 34. maddesi uyarınca mağdur olarak kabul edilebileceğini belirtmiştir.
Daha sonra Mahkeme, oy çokluğuyla (ikiye karşı beş oy):
- Yücel’in suç işlediğine dair makul şüphe olmadan tutuklandığı ve tutukluluk halinin devam ettirildiği gerekçesiyle Sözleşme’nin 5/1 maddesinin (özgürlük ve güvenlik hakkı) ihlal edildiğine;
- Yücel’e Anayasa Mahkemesi tarafından uygun ve yeterli olmayan bir tazminat verildiği, bu miktarın açıkça yetersiz olduğu, bu başvuru özelinde, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun etkili bir yol olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle Sözleşme’nin 5/5 maddesinin ihlal edildiğine; ve,
- Yücel’in tutuklanmasının ifade özgürlüğü hakkının kullanımına yönelik bir ‘müdahale’ teşkil ettiği, suç işlediğine dair makul şüphe olmadığından müdahalenin kanun ile öngörülmediği, eleştirel görüşleri sebebiyle bir kişiyi tutuklamanın hem tutuklanan kişi hem de toplum üzerinde çok sayıda olumsuz etkisi olduğu, bu davada olduğu gibi kişiyi özgürlüğünden yoksun kılmakla sonuçlanan bir tedbirin ifade özgürlüğü üzerinde sivil toplumu yıldırmak ve muhalif sesleri kısmak gibi caydırıcı etki doğurabileceği gerekçesiyle Sözleşme’nin 10. maddesinin (ifade özgürlüğü) ihlal edildiğine karar vermiştir.
Son olarak Mahkeme, oy çokluğu ile (üçe karşı dört oy), Sözleşme’nin 5/4 maddesinin (soruşturma dosyasına erişim hakkı) ihlal edilmediğine karar vermiştir. Mahkeme, her ne kadar Yücel bütün delillere sınırsız bir şekilde erişme hakkından yararlanamamışsa da, tutukluluğunun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edebilmesi için gereken delillerin içeriği ile ilgili yeterli düzeyde bilgi sahibi olmuştur.
Fransızca yazılan kararın tamamı buradan okunabilir. Kararın basın özeti çevirisi av. Benan Molu ve av. Rumeysa Budak tarafından yapılmıştır.
İlker Deniz Yücel v. Türkiye, Başvuru no. 27684/17, Karar tarihi: 25.01.2022
Temel olgular
Başvurucu İlker Deniz Yücel, 1973 doğumlu Türk-Alman vatandaşıdır ve İstanbul’da yaşamaktadır. Başvurucu, gazetecidir ve söz konusu tarihte Alman gazetesi Die Welt’in Türk muhabiridir. Başvuruya konu olaylar, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden sonra yaşanmıştır.
Mayıs 2019’da Anayasa Mahkemesi, Yücel’in kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Temmuz 2020’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun PKK örgütünün propagandasını yapma suçundan 2 yıl 9 ay ve 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
2016 yılında Redhack olarak tanınan ve aşırı sol terör örgütleriyle bağı olduğu iddia edilen yasadışı bir grup, o dönemli Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın kişisel maillerini edindiğini duyurmuştur. Aralık 2016’da Wikileaks, Bakan’ın mail adresinden 50.000 maili sitesinde yayınlamıştır.
20 Aralık 2016’da İstanbul polis departmanına hacklenen maillerin başka bir mail adresine gönderildiğine dair gizli bir mektup gönderilmiştir. Gizli kaynağa göre, bu transferden sorumlu olan kişi, bu mail adresini aralarında Yücel’in de olduğu 18 kişi ile paylaşmıştır. Birkaç gün sonra savcılık, şüphelilerin gözaltına alınmasını talep etmiş ve İstanbul 14. Sulh Ceza Mahkemesi, Yücel hakkında yakalama kararı çıkartmıştır.
14 Şubat 2017’de Yücel, basından suç işlediğinden şüphelenildiğini öğrenmiştir. İfade vermek üzere karakola gitmiş, Enerji Bakanı’nın maillerinin hacklenmesi ve bu maillerin bir grup gazeteci ile paylaşılması ile ilgili sorular sorulmuştur. Bu sorulara savcılık önünde cevap verebileceğini belirtmiştir. Ancak savcılık ifadesi alınmamış ve aynı gün gözaltında tutulmuştur.
27 Şubat 2017’de terör örgütünün propagandası yapma ve kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarını işlediği şüphesiyle savcılık tarafından ifadesi alınmıştır. Daha sonra İstanbul 9. Sulh Ceza Mahkemesi önüne çıkartılmış, Mahkeme, Türkiye Hükümeti’nin özellikle Kürt meselesiyle ilgili ulusal ve uluslararası politikaları hakkında yazdığı yazılara dayanarak Yücel’in tutuklanmasına karar vermiştir.
13 Şubat 2018’de İstanbul savcılığı, bilişim sistemine hukuka aykırı olarak girme ve orada kalma, bilişim sistemindeki verileri bozma, yok etme, erişilmez kılma, sisteme veri yerleştirme suçlarıyla ilgili soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Diğer yandan savcılık, Yücel’in örgüt propagandası yapma ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarından cezalandırılması talebiyle iddianame hazırlamıştır. 14 Şubat 2018 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etmiştir. 16 Şubat 2018 tarihinde Yücel’in tahliyesine karar vermiş ve Yücel, Almanya’ya dönmüştür.
28 Mayıs 2019’da Anayasa Mahkemesi, Yücel’in tutuklanmasının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, özellikle suçun işlendiğine dair kuvvetli delil olmadığını tespit etmiştir. Mahkeme, manevi tazminat olarak 3.700 Euro, masraf ve harcamalar için ise 400 Euro ödenmesine karar vermiştir.
Temmuz 2020’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, PKK terör örgütünün propagandasını yapma suçundan Yücel’e 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezası vermiştir.
Şikayetler
Sözleşme’nin 5/1 ve 5/3 maddelerine dayanan başvurucu, tutuklanmasını gerektiren bir suç işlediğinden şüphelenilmesine yol açan somut gerekçeler olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca tutukluluğunun oldukça uzun olduğundan şikayet etmiştir.
Sözleşme’nin 5/4 maddesine (tutukluluğun hukukiliğinin süratle değerlendirilmesi hakkı) dayanarak, soruşturma dosyasına erişiminin engellendiğinden şikayet etmiştir. Başvurucu ayrıca, Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamanın Sözleşme’de düzenlenen ‘süratle inceleme’ yükümlülüğü ile bağdaşmadığını düşünmektedir.
5/5 maddesine dayanan başvurucu, tutukluluğunun yol açtığı zarar için tazminat alabileceği etkili bir yol olmadığını belirtmiştir.
10. maddeye dayanarak, tutuklanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini belirtmiştir.
18. maddeye dayanarak, eleştirel görüşleri sebebiyle tutuklandığını iddia etmiştir.
Usul
Başvuru, İnsan Hakları Mahkemesi’ne 6 Nisan 2017 tarihinde yapılmıştır. Taraflar görüşlerini Mahkeme’ye sunmuştur.
Alman Hükümeti, Sözleşme’nin 36/1 maddesi ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 44/2 maddesi altında görüşlerini iletmiştir. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de Sözleşme’nin 36/3 maddesi ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 44/2 maddesi altında başvuruya taraf olmuştur. Birleşmiş Milletler İfade ve Basın Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü ve bazı sivil toplum kuruluşları da görüşlerini sunmuştur.
Mahkeme’nin Kararı
Yücel’in mağdur statüsü
Hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin 28 Mayıs 2019 tarihli kararının ardından Yücel’in Sözleşme’nin ihlal edilmesinin mağduru olduğunu iddia edemeyeceği görüşündedir. Yücel’in avukatı, Hükümet’in bu görüşlerine karşı beyanda bulunmamıştır.
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin başvurucuya manevi tazminat olarak yaklaşık 3.700 Euro manevi tazminat ve masraf ve harcama olarak 400 Euro ödenmesine karar verdiğini gözlemlemiştir. Özellikle başvurucunun tutukluluğunun uzunluğu dikkate alındığında, Mahkeme, davanın koşulları ışığında bu miktarların açıkça yetersiz olduğunu tespit vermiştir. Dolayısıyla Mahkeme, Sözleşme’nin 34. maddesi uyarınca Yücel’in hala ‘mağdur’ olarak kabul edilebileceğine karar vermiştir.
Madde 5/1: Yücel’in tutukluluğu için makul gerekçelerin eksikliği
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin 28 Mayıs 2019 tarihinde, Yücel tarafından yazılan makalelerin içeriğini değerlendirdikten sonra, bir suçun işlendiğine dair güçlü deliller olmadığına karar verdiğini not etmiştir. Sözleşme’nin 15. maddesinin (temel hak ve özgürlüklerinin kullanımının olağan üstü halde askıya alınması) uygulanması bakımından Anayasa Mahkemesi, durumun katı gereklilikleri karşısında söz konusu tutukluluğun orantısız olduğuna karar vermiştir. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin Yücel’in Anayasa’nın 19/3 maddesine aykırı olarak tutuklu kaldığını tespit ettiğine karar vermiştir. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi tarafından varılan ve özünde, başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakılmasının Sözleşme’nin 5/1 maddesini ihlal ettiğini kabul eden sonuca katılmıştır.
Sözleşme’nin 15. maddesi ve Türkiye’nin derogasyronu ile bağlantılı olarak Mahkeme, söz konusu davada herhangi bir derogasyon tedbirinin uygulanabilir olmadığını not etmiştir.
Bu sebeple, Yücel’in suç işlediğine dair makul şüphenin yokluğu dikkate alınarak, Sözleşme’nin 5/1 maddesi ihlal edilmiştir.
Madde 5/3: tutukluluğun süresi
Sözleşme’nin 5/1 maddesine ilişkin sonuç dikkate alındığında Mahkeme, Sözleşme’nin 5/3 maddesi uyarınca yetkililerin Yücel’in tutukluluğunu uzun bir süre devam ettirip ettirmediklerine ya da başvurucunun tutuklanmasını meşrulaştıracak gerekçelerin ‘ilgili’ ve ‘yeterli’ görülüp görülemeyeceğine karar vermeye gerek olmadığına karar vermiştir.
Madde 5/4: soruşturma dosyasına erişme hakkı
Mahkeme, avukat ile temsil edilen Yücel’in önce soruşturma makamları, daha sonra sulh ceza hakimi olmak üzere yetkili makamlar tarafından dosyadaki delillere ilişkin detaylı bir şekilde sorgulandığını gözlemlemiştir. Bu sebeple, her ne kadar başvurucu dosyadaki delillere sınırsız bir şekilde erişme hakkından faydalanamamış olsa da, tutukluluğunun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edebilmesi için gereken delillerin içeriği ile ilgili yeterli düzeyde bilgi sahibi olmuştur. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 5/4 maddesi ihlal edilmemiştir.
Madde 5/4: Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamanın süresi
Mahkeme, olağanüstü hal sırasında dikkate alınması gereken periyodun 10 ay 20 gün olduğunu not etmiştir. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin 28 Mayıs 2019 tarihine kadar, başvurunun yapılmasından 2 yıl 2 ay sonra, karar vermemiş olmasının Sözleşme’nin 5/4 maddesi altında hesaplanacak süre bakımından esasa bir etkisi olmadığını, zira başvurucunun bu tarihten önce zaten serbest kaldığını belirtmiştir. Mahkeme bu sebeple, Mehmet Hasan Altan, Şahin Alpay ve Selahattin Demirtaş (no. 2) kararlarında vardığı sonucu, bu başvuruda da uygulamıştır. Bu şikayet, bu sebeple, açıkça dayanaktan yoksundur.
Madde 5/5: hukuka aykırı tutukluluk için tazminat hakkı
Mahkeme, Yücel’in tazminat almasını sağlayacak bir başvuru yolu olduğunu ve Anayasa Mahkemesi’nin Yücel’e tespit edilen ihlaller için yaklaşık 3.700 Euro tazminat ödenmesine karar verdiğini gözlemlemiştir. Ancak Mahkeme, davanın koşulları dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen miktarın açıkça yetersiz olduğuna, başvurucunun uygun ve yeterli bir tazminat alamadığına karar vermiştir. Bunun sonucu olarak Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının söz konusu davada etkili bir yol olmadığına karar vermiştir. Bu sebeple, Sözleşme’nin 5/5 maddesi ihlal edilmiştir.
Madde 10: ifade özgürlüğü
Mahkeme, Yücel hakkında, temel olarak gazetecilik faaliyetleri sebebiyle terör örgütünün propagandasını yapma ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarını işlediği şüphesiyle soruşturma başlatıldığını not etmiştir. Ceza yargılaması çerçevesinde başvurucu 14 Şubat 2017 tarihinde gözaltına alınmış ve 16 Şubat 2018 tarihine kadar tutuklu kalmıştır.
Mahkeme, bu tutukluluk süresinin başvurucunun Sözleşme’nin 10. maddesi altında korunan ifade özgürlüğünün kullanımına yönelik bir müdahale olduğunu belirtmiştir. Bu müdahalenin kanun ile öngörülüp öngörülmediği bakımından Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi uyarınca bir kişinin suç işlediğine dair kuvvetli delillerin varlığı halinde tutuklanabileceğini not etmiştir. Mahkeme, halihazırda Yücel’in tutukluluğunun suç işlediğini gösteren makul sebeplere dayanmadığına ve bu sebeple 5/1 maddesi altında özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar verdiğini gözlemlemiştir. Bu sebeple, başvurucunun hak ve özgürlüklerine yönelik bu müdahalenin, 10. madde (ifade özgürlüğü) altında kanun ile öngörülmediği için meşru kabul edilemeyeceğine karar vermiştir.
Mahkeme, ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin, tutukluluğun hukukiliğine ilişkin bulgularına referans vererek, bu kadar ağır bir tedbirin demokratik toplumda gerekli ve orantılı kabul edilemeyeceğine karar verdiğini gözlemlemiştir. Anayasa Mahkemesi bu sebeple, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu gerekçe ışığında Mahkeme, müdahalenin demokratik toplumda gerekliliğine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin vardığı sonuçtan farklı bir sonuca varmak için bir neden olmadığına karar vermiştir.
Mahkeme, kişileri eleştirel görüşleri sebebiyle tutuklamanın tutuklanan kişiler ve tüm toplum için çeşitli olumsuz sonuçlar doğuracağını, çünkü bu davada olduğu gibi, kişiyi özgürlüğünden yoksun kılacak bir tedbirin ifade özgürlüğünün kullanımında sivil toplumu yıldırma ve muhalif sesleri kısma gibi caydırıcı etkiler yaratabileceğini işaret etmiştir.
Derogasyon konusunda ise Mahkeme, derogasyonun bu davada uygulanamayacağına karar vermiştir.
Bu sebeplerle, Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
18. madde:
Mahkeme, Sözleşme’nin 5/1 ve 10. maddeleri altındaki bulguları nedeniyle, söz konusu şikayeti ayrıca incelemeye gerek görmemiştir.
Adil tazmin (41. madde)
Mahkeme, oy çokluğuyla (2’ye karşı 5), Türkiye’nin Yücel’e manevi tazminat için 12.300 Euro, masraf ve harcamalar için 1.000 Euro ödemesine karar vermiştir.
YARGIÇ BOŠNJAK’IN KISMİ MUTABIK GÖRÜŞÜ
Yargıç Bošnjak, başvurucunun soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle 5/4 maddesine yönelik iddialarının reddedilmesi yönünde verdiği oyu açıklamak için kısmi mutabık oy kullandığını ifade etmiştir. Atilla Taş v. Türkiye ve Murat Aksoy v. Türkiye kararlarında ve Mahkeme’nin Türkiye’ye karşı diğer bir dizi davada yerleşik içtihadının aksine hareket edildiğini belirten Yargıç Bošnjak bu görüşünün aksi yönde bir pozisyon almasına rağmen mevcut davada 5.maddenin 4.fıkrası açısından ihlal olmadığına ilişkin oy kullanmıştır. Bu konudaki fikrini değiştirmediğini ifade etmekle birlikte, Mahkeme’nin genel yaklaşımının ise bu davalardan beri değişmediğini ve Türkiye aleyhine açılan davalarda kullanılan yaklaşımın, haklı sebep olmaksızın yerleşik içtihattan sapmaya devam ettiğini açıklamıştır. Panelin, yukarıda ifade ettiği Murat Aksoy davasında, diğer iddiaların yanı sıra, soruşturma dosyasına erişim eksikliği iddiasıyla ilgili çoğunluğun görüşünün yeniden değerlendirilmesini isteyen bir havale talebini yakın zamanda reddettiğini belirten Yargıç Bošnjak, her ne kadar katılmasa ve yerleşik içtihat ile uyumsuz olsa bile panel heyeti tutumunu değiştirmediği sürece Türkiye aleyhindeki davalara özgü bu yaklaşımın ihlal iddiaları açısından dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Genel içtihattan ayrılan bu özel yaklaşımın yanlış olduğunu ve yakın gelecekte yerleşik içtihatla uyumlu hale getirilmesi gerektiğini düşündüğünün altını çizmiştir.
YARGIÇ KŪRIS’İN KATILDIĞI YARGIÇ KOSKELO’NUN KISMİ MUHALİF GÖRÜŞÜ
Kararın hüküm kısmın 9. kaleminde, başvurucunun 5. ve 10. maddelerle bağlantılı olarak 18. madde kapsamında yaptığı şikayetin incelenmesinin gerekli olmadığı yönündeki çoğunluk kararına karşı oy kullanmışlardır. Özellikle, başvurucunun iddia ettiği üzere, tutuklanmasının, Alman makamlarının Nisan 2017’de yapılan referandum öncesinde Türk hükümetinin üst düzey yetkililerinin siyasi mitinglerine izin vermeyi reddetmesine bir misilleme eylemi olarak görüldüğünü ve ayrıca Alman makamlarına Almanya’ya kaçan bazı kişilerin iade edilmesi karşılığında serbest bırakılmasına yönelik bir takas anlaşması için baskı yapmak amacıyla tutukluluğunun devam ettirildiğini belirtmişlerdir. Bunların yanı sıra kararda da ifade edildiği üzere Cumhurbaşkanı’nın, başvurucunun tutuklanmasından bir gün sonra, başvurucuya ilişkin “Alman ajanı” ve “PKK temsilcisi” olarak bahsederek kamuoyuna açıklamalar yaptığını hatırlatmışlardır. Tüm bu nedenlerin ve başvurucunun tutukluluğu akabinde yapılan bu açıklamaların ışığında, başvurucunun özellikle 5. madde ile birlikte 18. madde kapsamındaki şikayetini incelemenin gerekli olmadığı sonucuna varmayı güç bulduklarını ifade etmişlerdir.
YARGIÇ KŪRIS VE LUBARDA’NIN KATILDIĞI YARGIÇ KOSKELO’NUN KISMİ MUHALİF GÖRÜŞÜ
Kararın hüküm kısmının 6. kaleminde, başvurucunun soruşturma dosyasına erişememesi nedeniyle Sözleşme’nin 5/4 maddesinin ihlal edilmediği yönündeki çoğunluğun kararına karşı oy kullandıklarını ifade etmişlerdir. Bu duruma ilişkin gözlemlerini, yakın zamanda Türkiye aleyhine verilen diğer kararlarda da şerh olarak düştüklerini belirtmişlerdir. Temel meselenin, Türkiye aleyhine mevcut dava da dahil olmak üzere birçok davada izlenen çizginin, kendilerine göre Mahkeme içtihatlarında ortaya konan genel ilkelerle uzlaştırılmaması olduğunu işaret etmişlerdir. Murat Aksoy kararının, panel tarafından Büyük Daire’ye götürülmesinin reddedilmesi kararının ardından kesinleştiğinin ve dolayısıyla Büyük Daire incelemesinden geçememesi nedeniyle kesinleşmiş olan bu karara belirleyici bir rol atfedemeyeceklerinin altını çizmişlerdir. Yargıç Kuris, Lubarda ve Koskelo’ya göre Türk makamlarının belirli dava türlerinde şüphelilerin soruşturma dosyasına erişimini sistematik olarak yasaklama uygulamasını benimsemesi ve bu tür bir önlemi haklı çıkaracak nedenlere ilişkin herhangi bir özel değerlendirme sunmaması sürekli tekrar eden bir sorun olagelmekte ve Mahkeme’nin bu tür uygulamalara artık müsamaha göstermemesi gerekmektedir.
YARGIÇLAR PEJCHAL VE YÜKSEL’İN ORTAK KISMİ MUHALİF GÖRÜŞÜ
Sözleşme’nin 5/1 ve 5/3 maddeleri ile 10. maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin bulgulara ve beraberindeki gerekçeye karşı oy kullanan Yargıç Pejchal ve Yüksel, başvurucunun artık Sözleşme’nin 34. maddesi anlamında bir “mağdur” statüsünün olduğunun iddia edilemez olduğunu savunmuşlardır. Gerekçe olarak Anayasa Mahkemesi’nin sadece bu ihlalleri tanımakla kalmadığını, aynı zamanda başvurucuya bu ihlaller için yeterli tazmin sağladığını ifade etmişlerdir. Eğer böyle bir Anayasa Mahkemesi kararı olmasa çoğunluğun değerlendirmesine ve mevcut davanın esasına ilişkin sonuçlarına katılacaklarını belirtmişlerdir. Başvurucunun Anayasa Mahkemesi tarafından hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğunda dair açıkça bir itirazının olmadığını not etmişlerdir. Bunun yanı sıra Hükümet’in başvuruya ilişkin Mahkeme’ye tebliğ ettiği gözlemlerinde Anayasa Mahkemesi’nin kararını gerekçe göstererek başvurucunun mağdur statüsünün olmadığını iddia ettiğini tekrarlamışlardır. Başvuruya tebliğ edilen bu Hükümet görüşüne de başvurucu bir cevap vermediği için Mahkeme’nin başvurucunun mağdur statüsü konusundaki sessizliğini göz ardı edemeyeceği kanaatinde olduklarını belirtmişlerdir. Sonuç olarak başvurucunun şikayetlerinin Sözleşme’nin 35/3-a maddesi uyarınca kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle mağdur statüsünün bulunmadığından bahisle kabul edilemez olarak beyan edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Trackbacks & Pingbacks