İçeriğe geç

Uluslararası Anayasa Hukuku Kongresi’nde tuttuğum notlar

by 30/04/2011

28-29 Nisan 2011 tarihlerinde Marmara Üniversitesi’nin Haydarpaşa Yerleşkesi’nde gerçekleştirilen Uluslararası Anayasa Hukuku Kongresi’nin sadece ilk gününe katılabildim. İlk günün sonunda baş gösteren baş ağrısı hem günün son iki konuşmasını, hem de ertesi günü takip etmemi engelledi. O yüzden her ne kadar tüm konuşmaları not etmek istemiş olsam da bunu başaramadım. Üzgünüm.

Organizasyonun adım adım nasıl büyüdüğüne bizzat şahidim. En başında küçük bir yuvarlak masa toplantısı olması planlanan toplantı en sonunda yüzlerce öğrencinin katıldığı bir kongreye dönüştü. Bu kadar büyüyen organizasyonun olabildiğince az sorunla atlatılabilmesinde Marmara Üniversitesi Hukuk Kulübü’nün yoğun çabasının olduğu çok açıktı. Bu kadar istekli ve çalışkan öğrencileri olduğu için İbrahim Kaboğlu Hoca’yı kıskanmamak mümkün değil.

Ancak yine de dosta acı söyler diyerek organizasyonel sorunlara değinmekte gelecek kongrelerde aynı sorunlarla karşılaşmamak adına fayda var. Öncelikle, Kongre’nin yapıldığı Reşat Kaynar Salonu’nda bilgisayarların takılabileceği yalnızca bir (1) adet priz olması çok önemli bir sorundu. O priz de sahnenin üzerinde olduğundan laptop’ımı taktığımda artık konuşmacıları göremiyordum. Aynı prizden cep telefonunu şarj etmek isteyen bir katılımcının ve haber yazmak için kendi bilgisayarını prize takmak isteyen Zaman Gazetesi muhabirinin de yararlanmak istemesi ise durumumu daha da acıklı bir hale getirdi.

Salonda kablosuz internet olanağının olmaması da ayrı bir sorundu. Özellikle bu kadar çok yabancı katılımcının olduğu organizasyonlarda internet hayati önemdedir. Değil ücretsiz ve şifresiz, Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden birinin en büyük toplantı salonlarından birinde hiçbir internet bağlantısının olmaması  büyük eksiklik. Bunu, laptop’ım olduğunu görerek sahnenin arkasına kadar gelen ve “internet bağlantınız var mı?” diye soran yabancı bir Anayasa hukukçusunun olmadığını öğrendiğindeki yüz ifadesinden de anlamak mümkündü.

Bunun dışında mekansal eksiklikler de yok değildi. Kongre’nin yapıldığı salon son derece aydınlık ve ferah olmasına karşın akustik açısından felaketti. Sadece konuşma üzerine kurulu bir Kongre’nin sesin arkalara doğru anlaşılamadığı bir salonda yapılmaması gerekirdi. Öyle ki, arka sıradaki dinleyiciler Türkçe yapılan sunumlarda dahi kulaklıklarını çıkarmadı ve hoparlör olarak kullandı. Konuşurken ağızlarını açma gereği duymayan bazı konuşmacıların dediklerinin ise yalnızca yarısı anlaşıldı.

Önemli bir sorun da özellikle II. Oturum’da çok sayıda konuşmacı olması nedeniyle konuşma sürelerinin kısa tutulması oldu. Türkiye’nin en önemli anayasacılarına Türkiye’nin en önemli anayasal sorunlarını tespit etmek ve çözmek için yalnızca yedi dakika verirseniz aşağıda okuyacağınız gerekçesiz ve derine inemeyen sunumları bulursunuz. O yüzden her zaman az katılımcının çok konuşabildiği ve hatta karşılıklı müzakere edebildiği toplantıları tercih etmişimdir. Bir gün bu tür bir organizasyon gerçekleştirebilirsem ben öyle yapacağım 🙂

Fuaye olarak kullanılan alanın ve yemek için ayrılan bölümün küçüklüğü de ikincil sorunlar olarak göze çarptı.

Son olarak, kişisel bir sorun. toplantı henüz kongre aşamasına geçmemiş ve yuvarlak masa seviyesindeyken kaydolmuş olmama rağmen adımın konuk listesinde yazılı olmaması ironikti. Kongre’den henüz iki gün önce haberdar olmuş olanların listede olması, benimse kapıdaki güvenliğe ve içeride kayıt alan öğrenci arkadaşlara ad yazdırıyor olmam “adımı o listeden kim sildiyse çıksın karşıma!” hissi yarattı 😛

Bütün bu olağan sorunları bir kenara koyduğumuzdaysa Türkiye Anayasa Hukuku camiası ve literatürü için çok önemli bir Kongre’nin gelip geçtiğini söyleyebiliriz. Son derece önemli isimleri dinleme fırsatı bulduk. Bu önemli isimlerin sözlerinin uçup gitmemesi ve Kongre’ye katılma fırsatı bulamayanların da düşüncelerinden yararlanabilmesi için elimden geldiğince konuşulanları not aldım. Elbette eksik şekilde. Öncelikle yukarıda bahsettiğim nedenden ötürü ilk günün son iki konuşmasını ve ertesi günü tümden kaçırdım. Not tuttuklarımı da duyabildiğim ve yetişebildiğim kadarıyla yazabildim. Şimdiden tüm eksiklik ve hatalar nedeniyle özür dilerim.

İyi okumalar.

Metindeki kısaltmalar:

– AY: Anayasa

– AYM: Anayasa Mahkemesi

– AB: Avrupa Birliği

– CB: Cumhurbaşkanı

– CHP: Cumhuriyet Halk Partisi

– HSYK: Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

– İHAM: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi

– KHK: Kanun hükmünde kararname

– MGK: Millî Güvenlik Konseyi

– MV: Milletvekili

– OHAL: Olağanüstü hal

– TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

– TC: Türkiye Cumhuriyeti

– THÖ: Temel hak ve özgürlükler

– yy: Yüzyıl

Uluslararası Anayasa Hukuku Kongresi

Anayasa’nın Yenilenmesi – Anayasal Düzenin Devamlılığı İçerisinde Kurucu İktidar

Marmara Üniversitesi – Haydarpaşa Yerleşkesi

28-29 Nisan 2011

28 Nisan 2011 Perşembe

Başlangıç Tebliğleri

 

Prof. Jean Marcou, Grenoble Üniversitesi

Türkiye’de Anayasacılık ve Anayasal Hareket

Türk Anayasacılığı son derece zengin ve etkileyici. Sunumum bu sürecin dışarıdan görünüşüyle ilgili olacak. Buradaki yabancı konukların da konuyla ilgili daha derin bilgileri olacaktır böylece.

Kemalist mirasın etkisi çok önemli. 1982 Anayasası bir darbe AY’sı ancak o zamandan bugüne çok önemli değişiklikler geçirdi. Ve bugün yeni sivil bir AY’dan bahsediyoruz.

Osmanlı ve Kemalist mirastan bahsederek başlarsak, Türk AY’cılığı tarihi olarak oldukça eski. Tanzimat zamanındaki reform hareketine kadar uzanıyor. O zamanlar yapılan 1789 AY’sı Osmanlı’nın ilk ve tek AY’sı. Daha sonra gelen Jön Türk devrimi “Yaşasın Anayasa” sloganına sahipti. Kemalist hareket yeni bir vatandaşlık yaratmak istedi. Hatırlatmak gerekir ki Türk kadınları diğer Avrupa kadınlarına göre çok daha erken bir tarihte oy verme hakkına sahip oldu.

1960’da askerin AY’cılık hareketine girdiğini görüyoruz. 1961 AY’yla kuvvetler ilk kez ayrılıyor. 1982 AY’sının ardından 1997’deki post-modern darbede de askerin rolünü görüyoruz.

1982 AY’sı AB ‘ye üyelik süreci içerisinde 3 dalga sayesinde oldukça değişti. Özellikle 2001 değişiklikleri çok sayıda ve önemli maddeyi değiştirdi. MGK’nın yapısının değiştirilmesi özellikle önemliydi. Bunlar AB’ye girmek amacıyla yapıldı. 2004-2005’ten bu yana ise yeni bir vatandaşlık arayışı mevcut. 2007 Ekim’indeki değişiklikler Cumhurbaşkanı’nin göreviyle ilgili önemli reformlar içerdi. 2008 ve 2010’daki değişikliklerle de yargıda bazı reformlar gerçekleştirildi.

Bugün hiç olmadığı kadar yeni bir AY tartışması var. 2007 seçimlerinden sonra yeni bir AY yapımı için çaba sarf edildi. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu da yeni bir AY projeleri olduğundan bahsediyor.

Prof. İbrahim Ö. Kaboğlu, Marmara Üniversitesi

Anayasa : Yenileme Arayışı ve Değişikliklerin Sürekliliği Arasındaki İkilem

 Türkiye çok yoğun şekilde sıcak bir AY gündemini yaşamaktadır. Yakın zamanla sınırlı olmayan bir gündem bu. 1982 AY’sı yürürlüğe girişinin dördüncü yılından itibaren değiştirilmektedir ancak 1991’den bu yana yeni bir AY arayışı da devam etmektedir. Siyasal aktörlerle sivil aktörler şöyle bir paralellik ve ayrışma var. Herkes yeni bir AY arıyor ancak siyasal partiler, TBMM’de çoğunluğa sahip olan tüm partiler daha çok AY değişikliklerini tercih etmiştir. Siviller ise bir o kadar yeni AY taslağı hazırlamıştır. Bu iki grup hiç bir araya gelmiş değil.

Sorun nerede? 20.yy’da Türkiye dört AY yaptı. İlk ikisi sivil, son ikisi ise askerîdir. Şu anda şöyle bir sorunla karşı karşıyayız. Türkiye 2011’de 20.yy’da uyguladığı AY tekniği dışında yeni bir teknikle AY yapacak: Rejimin kesintiye uğramadığı bir teknik bu. Dünyanın diğer noktalarındaki örnekler gibi büyük kopuşlar ve rejim değişiklikleri 20.yy’a mal olmuştur. 21.yy’da ise toplumlar olağan dönemde AY yapım sürecine tanık olacak. Kurucu iktidar kavramı üzerinde yeniden düşünmek lâzım. Buradaki sorun 20.yy’daki kopuşlardan sonraki yeni güç dengelerine karşılık 21.yy’da daha çok demokratik süreç ve u.arası düzenle etkileşim önemli. Karşımıza hemen insan hakları çıkmaktadır. Demokratik süreçte kopma olmadan yapılacak yeni AY.

Yeni bir AY’dan ne anlıyoruz ve ne istiyoruz, bunlar önemli. Ama nasıl hazırlayacağımız da çok önemli. Usul ve içerik diyalektiği karşımıza çıkıyor. İçerik ve uygulama arasındaki ilişki de buna bağlı. Uygun olursa AY daha uzun ömürlü olur. Üçüncü diyalektik boyut, ulusalla uluslararası boyut arasındaki ilişki. Gerçi Birleşmiş Milletler şartı bir dünya AY’sı olamadı ama dünya AY’cılarının birbiriyle ilişkisi ve AYM’lerin katkısı AY’ları ulusal olmaktan çıkarmıştır. Bu üçüncü boyut, esasen, bu iki günlük yuvarlak masa toplantısının temel sorunsalıdır. Bu nedenle bu programı hazırlarken özellikle ilk oturumdan itibaren asli-türev kurucu iktidar, teori ve uygulamadır. Kurulu ve kurucu iktidarlar arasındaki ilişki de incelenecektir. İkinci oturumun konusu ise, daha önceki AY çalışmalarını da göz önüne alarak, somut öneriler üzerine olacaktır. En tartışmalı hükümlerden biri olan değişmez maddeleri de bu oturumda tartışılacak.

Yeni AY bugünün değil, gelecek kuşakların metnidir. O yüzden bugünkü çekişme ve çatışmalardan bağımsız düşünülmelidir. Bu toplantı buradaki yüzlerce gence bir armağandır.

  1. I.       Oturum

Kurucu/Kurulu İktidar: Teori ve Uygulama

Başkan: Prof. Vicki C. Jackson, Georgetown Üniversitesi Hukuk Merkezi

 

Prof.Thomas Fleiner, Fribourg Üniversitesi

Anayasalarda kısmî değişiklik, toplu değişiklik ve Anayasaların yenilenmesi

Montesquieu’nün bir cümlesiyle başlamak istiyorum. Bence bu bütün kurucu iktidarlar için geçerli. Kanunların Ruhu’nun 5. cildinde diyor ki: Yönetimin ilkelerine aykırı gelmediği sürece ulusun ruhuna uymak gerekir (Sauf les principes de gouvernement…) . Montesquieu hem ulusun ruhundan bahsediyor hem de yönetimin evrensel ilkelerinden bahsediyor. Peki ulus ne demektir? AY’nın değişmesiyle ilgili ise şunu diyor: Nasıl ulusun ruhunu bulacağız? Ulus homojen değil. Hangi yönetimsel ilkelere uymak gerekir ve bu ilkeler nelerdir? Bir diğer soru da kurucu iktidarlardan ulustan farklı bir şey midir?

Ulus nedir? Türkiye kime aittir? İsviçre kime aittir? İkinci soru ise ulusun ruhunu nasıl buluruz? “Biz kimiz ulus olarak?” ünlü sorusu. Alman halkı bir kurucu iktidar sahibidir. AKPM yakın zamanda aldığı bir kararla üye devletleri “tüm vatandaşlarını kapsayan demokratik bir AY” yapmaya teşvik etti. Peki ulusun ruhunu nasıl buluruz? Öncelikli olarak Anayasa konusunda yanlış bilgilendirmeye sahip olmayan bir ulusa sahip olmamaız lazım bunun için. Ve yeni nesilleri de düşünmemiz lazım. Sadece bugünküleri değil.

Homojen olmayan bir ulus için nasıl AY yapılır? Çoğu ulus homojen değil. Bu uluslar için nasıl bir kurucu iktidar yaratabviliriz? Bu konuda özellikle Hindistan ve Kanada örneklerine bakmamız lazım.

Değişmez maddeler meselesi var bir de. Almanya’da ve Türkiye’de var. Özellikle Romanya AY’sında da milli nitelik değişmez durumda. Takip edilesi ilginç bir akım bu. Bu nitelikte maddeler çok iyi incelenmeli. Acaba riskleri var mı? “articles éternelles”

Diğer soru olarak, nedir bu yönetim ilkeleri? Ve hatta kurucu iktidarın ruhunu idare etmek durumunda olan ulus nedir?

Prof. Ergun Özbudun, Bilkent Üniversitesi

Anayasa Değişikliği Yöntemleri

Aslî / talî kurucu iktidar ayrımı Fransız kamu hukukundan kaynaklanmaktadır. Ancak bazı zamanlarda ikisi arasındaki sınır neredeyse yok gibidir. Örneğin AY’nın toptan değiştirilebildiği ülkelerde AY’nın Meclis trafından toptan değiştirilmesi halinde hangisinden bahsetmeliyiz?

Katı AY’lar için avantajlardan bahsedilir. Örneğin denmektedir ki azınlıklar katı AY’lar altında daha iyi korunabilir.

Bir AY’nın toptan değiştirilmesi için şiddetli bir kopukluğun gerçekleşmesi gerektiği iddia edilmektedir. Örneğin bir darbe, ayaklanma, vs. Bu benim için kabul edilmezdir. Kurucu iktidar halktır. Şiddetsiz örnekler Avrupa’da vardır: İsveç, Lüksemburg, vb.

AY’nın değişmez maddeleriyle ilgili konu da en ilginç konulardan. Bazı sosyolojik ve tarihi nedenlerle AY’lar bu tür maddeler içerebilir. Örneğin Fransa AY’sında Cumrhuiyet’in değiştirilemez olduğu yazmaktadır. Bence bu kötü bir fikiridir. Çünkü eski nesilin gelecek nesilleri hukuken, siyaseten veya ahlaken bağlamak gibi bir hakkı veya yetkisi yoktur. Avrupa’daki çok sayıdaki AY’da bu tür maddeler yoktur.

Anayasal demokrasiler tüm tartışmalara açık olmalıdır. Değişiklk için sert kurallar konulmamalıdır.

Kısmî değişiklikler konusunda da bir iki kelime etmek isterim. Daha çok kabul edilen, olağan yasama organının değişiklik yapmasıdır. Bazı durumlarda değişiklikler referanduma gider. Bazen ise birden fazla müzakere zorunluluğu vardır.

Prof. Lech Garlicki, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi

Anayasa Değişikliklerinin Anayasal Denetimi

AY değişiklikleri teknik olabilecekleri gibi bazen de daha derin değişiklikler de yapabilir. Bazı değişiklikler eski AY’yı daha demokratik hale getiren düzenlemeler içerebilir. Hatta bazı değişiklikler, bazı fikirlerin konuşulabilmesi için siyasal bir diyalog aracı olarak da kullanılabilir. Peki eski düzenle uyum haline olmayan bir AY değişikliğiyle ilgili ne yapmalıyız?

Bir AY değişikliğinin düzenle uyumlu olmadığı kanaati varsa yeni soru: Bunu denetleme gücü kime aittir? AYM’leri “evet, bunu denetleme yetkimiz var” diyebilir. Avusturya, Doğu Avrupa’da bazı ülkeler ve Türkiye’deki AYM bunu söylüyor. Almanya’da hiç olmadı ama Avusturya ve Türkiye’de AYM AY değişikliğini iptal etmekte duraksamadı. Carl Schmitt’in “AY’nın kimliği” teorisi çok sayıda ülkede hala hayatta.

Bazı ülkelerde ise Mahkemeler AY değişikliğini iptal etmek yerine “evet denetim yapabilirim, ama burada iptale gerek görmüyorum” dedi. Eğer bir ülkedeki bir AY değişikliği insan haklarını ihlal ediyorsa uluslararası organlar tarafından mahkum edilmeli ve o ülke üzerinde baskı oluşturulmalıdır.

Fleiner, Özbudun’a cevaben:

Özbudun dedi ki geçmiş nesiller gelecek nesilleri bağlayamaz. Halbuki bugün nükleer proje kararı verdiğinizde gelecek nesilleri bağlıyorsunuz. Sizin yarattığınız ekonomik şartlar nedeniyle gelecek kuşaklar krizle boğuşuyor. Demek ki onları bağlıyorsunuz.

Özbudun, Fleiner’e cevaben:

AYM’lerinin “evet denetim yapabilirim” dediği örnek kadar “hayır yapamam” dediği örnek de var. Değişmez maddelerin varlığı ve AYM’lerin bunlara dayanarak denetim yapması demokratik ilkelere aykırıdır.

  1. II.    Oturum

Yeni Bir Anayasa İçin Somut Öneriler

Başkan: Prof. Ioanna Kuçuradi, Maltepe Üniversitesi

 

Prof. Rainer Arnold, Regensburg Üniversitesi

Değişmez Maddeler

1949 Almanya AY’sı birçok defa değişti. Değişiklikler AY’nın 79. Maddesi uyarınca gerçekleştirildi. AY değişikliği referanduma gidemez, temsili rejimin tipik bir özelliğidir. 79/3.maddede değiştirilemez maddelerden bahsedilir. Ülkenin federal yapısı ve federe devletlerin yasamaya katılma hakları değiştirilemez maddelerdir. Ayrıca insan onurunun çiğnenememesini, demokrasi ve sosyal devleti öngören 1. madde de değiştirilemez.

Değiştirilemez maddeler içerisinde aynı zamanda egemenlik de vardır. 79/3.maddenin kendisi de kaldırılamaz veya değiştirilemez.

Anayasal olmayan Anayasa değişiklikleri kavramı Almanya’da kabul edilmiştir. Fransa ve İtalya’da Cumhuriyet niteliğinin değiştirilemez olduğuna dair konuşmalar dinledik. Almanya’da Anayasa’da yazmayan insan haklarına dair ilkelerin de değişmezlik niteliği olup olmadığı tartışılmaktadır. Almanya Federal AYM değişmez maddelere ilişkin düzenlemeyi bir istisna olarak kabul etmekte ve doğrudan ve ciddi bir değişiklik talebi varsa kullanma eğilimindedir.

Prof. Meltem Caniklioğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi

Hak ve Özgürlükler

AY bütünlüklü olarak değerlendirilmeli, bu yüzden sadece THÖ konusunda konuşmak doğru olmaz. En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Neden yeni bir AY’ya ihtiyacımız var? Çünkü 1982 AY’sı ağır meşruiyet sorunu yaşamaktadır. Yürürlüğe girdiğinden bu yana 84 maddesi değiştirildi. Yeni bir devlet kurmak üzere bir toplumsal mutabakat kurmaya çalışıyoruz. Biz var olan bir devlet içerisinde yeni bir AY ile siyasal yapıyı yeniden kurgulayacağız. Bir AY’nın işlevi de bu olmalıdır. THÖ’leri karşılıklı olarak korumak bu AY’nın görevidir. Bu amaçla, hukuk devletini yapılandırmak için AY yapacaksak ben bir AY hukukçusu olarak bu mutabakatın bir parçası olurum. Ama bana TC’nin yeniden yapılanması, yeni bir toplum modeli için yeni bir AY yapmalıyız dendiği zaman Türkiye’nin bugünkü şartlarını düşünerek cevap veririm. AYM başkanıCHP’ye “dava açarak kolaya kaçıyorlar” dedi. Halbuki hak arama özgürlüğü bir AY hükmüdür. Yargı makamı davaya bakmaktan kaçamaz. Bir başbakan %10 barajını demokrasiyle bağlantılı bulmuyor ve kaldıracaksak da size sormayız diyorsa olmaz. Nasıl THÖ’lerin nasıl düzenlendiğini konuşuyorsak aynı AY’nın siyasi iktidarı nasıl yapılandırdığını da konuşmalıyız. Eğer denge kurulamazsa hiçbir şeyi başaramayız. AY’yla hem devletin organizasyon şemasını hem de THÖ’leri oluşturacağız. Devletin THÖ’leri korumak gibi bir görevi var. Bunu yerine getirebilmek için devletin kurumları vardır.

Ben yeni bir AY yapılması gerektiğini düşünüyorum. Nasılsa son yapılan iki değişiklikle bu AY öyle bir ucubeye dönüştü ki her yeni değişiklikle bu garabet büyüyecektir. O yüzden yeni bir AY kaçınılmaz olmuştur. Ama bunun sebebini iyi belirlemeliyiz. Yeni bir toplum düzeni mi? Yoksa THÖ’lerin artırılması mı? Sadece AY’lar bunları gerçekleştirmek için yeterli değildir. Önemli olan bunların etkin şekilde uygulanmasıdır. Bu ülkede basın özgürlüğüne rağmen basılmamış kitaplar toplanmıştır.

Prof. Sibel İnceoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yargı Bağımsızlığı

Türkiye bakımından bu konunun tartışılması çok eski. 1961 AY’sında kısmen daha iyi bir seviyeye geldi. Ancak 82’den itibaren yargı bağımsızlığı bir sorundur. Oldukça geniş değişiklikler yapıldı, tabi burada AYM noktası da var. Ama ben daha çok HSYK üzerinde duracağım. 2010 değişikliği AYM’nin daha bağımsız hareket edebilmesi için bir geriye gidiştir. Ancak HSYK açısından aynı şeyi düşünmüyorum. Daha yapılacak çok şey var.

Burada HSYK’yi tanımayanlar var. Hatırlatmak isterim. Hakimlerin atamasından tutun, yükselmelerine veya disiplin, yer değiştirme meselelerine kadar çok değişik konuşlarda karar veriyor. Bu kurulun bağımsız olması hakimlerin de bağımsız olmasını getirir.

Nasıl bir yapıda olmalı HSYK? Yargıç olmayanlara da yer verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu, mesleki dayanışmayı engeller. Üniversite üyeleri, avukatlar, vb. olabilir. Peki bunları kim seçecek? Oranı bana göre çok düşük olmalıdır. 4’te 1’i geçmemelidir. Yargıç olmayanların seçiminde CB etkil olmamalı. Cumhurbaşkanının seçmesi son derece sakıncalı. Yasama organı daha çoğulcudur. Daha anlamlı onun seçmesi. Ama nitelikli çoğunluk aranmalıdır. Sadece iktidar üyeleri tarafından seçilememelidir.

HSYK’de hala Adalet Bakanı ve müsteşarı bulunmakta. Kesinlikle çıkmalıdırlar. Oy hakkı olmadan toplantıya katılabilirler. Özel bir bütçesinin ve sekretaryasının olması önemli. Bugün bunları Adalet Bakanı belirliyor. Kurul kendi genel sekreterini kendisi doğrudan seçmelidir. Adalet Bakanı’nın rolü olmamalıdır.

Hakim ve savcı olmak isteyenlerin sınavları adalet bakanlığı bünyesinde gerçekleştiriliyor. Bunlarda HSYK etkin olmalı. Mesleğe kabul sırasında cinsiyet eşitliğine dair bir maddenin AY’da yer alması gerekir. Şu anda erkek hakim sayısı kadınlara göre çok fazla.

Yargıçların görevden alınamaması son derece önemli. Yargıçların görev yerlerinin kendi iradeleri dışında değiştirilebiliyor olması bağımsızlığa ciddi tehdittir. Buraya bir süre sınırı konulmalı.

Disiplin yargılamalarını da HSYK yapıyor. Disiplin sürecinde hala Adalet Bakanı’nın rolü vardır sınırlanmış olsa da, oysa hiç olmaması gerekir. Ayrıca yargıcın hak arama özgürlüğü de yoktur. Disiplin cezasına karşı adil yargılanma hakkı tanınmalıdır. HSYK’nin tüm kararları yargı denetimine açık olmalıdır.

HSYK hala şeffaf değildir. Yasadan kaynaklanan gizlilik sorunu kalkmış olmasına rağmen bu uygulamada yürümüyor. Kararlar verilmiyor. Bu bir AY hükmü olmalıdır.

Yargıçların dış müdahaleden korunabilmesi için adli kolluğun kurulması gerekmektedir. Böylece soruşturma aşamasında idari kolluğun yargıyı yönlendirmesi önlenecektir. Bugün bunu yaşıyoruz. 

Doç.Dr. Murat Yanık

Yasama

2010 değişikliklerini genel olarak olumlu buluyorum. Topluma vesayet kurumlarından arınmış yeni bir AY vaadi ortaya bu sayede çıkmıştır.

Yasama organıyla ilgili sorunlar çok sayıda, sadece bazılarına dayanacağım. Bir tanesi, demokratik temsil sorunudur. Bir önceki seçimlerde oy verenlerin %45’i temsil edilemedi. %10 barajlı sistemden kaynaklanan bir sorundur bu. Ne yapılmalı? Dünyada benzeri olmayan %10 barajı kaldırılmalı veya indirilmeli. Dünya AY’larında olduğu gibi %2-3 veya en fazla %6-7 gibi bir şey olmalı. Bunun kaynağı daha çok seçimlerle ilgili kanunlardır. Bu AY’da düzenlenmiş değildir. Bu konuda AY’nın ilkesi “temsilde adalet, yönetimde istikrar”. Bu iki ilkeyi birlikte –nasıl olacaksa- sağlamalı yeni AY’mız. Ancak araştırmalar bunun mümkün olamadığını gösteriyor. Benim kişisel kanaatim yönetimde istikrarın ön planda tutulması. Ancak temsilde adalet de bu durumda olmamalı. Benim önerim daha önce AYM’nin iptal ettiği Türkiye milletvekilliğidir.

Bir diğer önemli sorun, yasama organının üyelerinin belirlenmesi yöntemidir. Gerçekte kime karşı kendilerini sorumlu hissettikleri sorunudur. Türkiye’de yaşanan şu: MV adayları aday olurken ve seçilirken tamamen parti liderlerinin güdümündedir. Bazı partiler kısmî şekilde ön seçim yapsalar da genelde uygulama bu. Bu da milletvekillerinde “hesap vereceksem parti liderine borçluyum, halka değil” düşüncesi hasıl olmakta. milletvekilleri gerçekten milletin vekili yapacak bir yöntemin –ön seçimin- zorunlu tutulması gerekir. Elbette liderlere belli bir kontenjan tanınabilir ama bu hegemonyanın son bulması gerekmektedir.

Bir başka sorun ise yasama organının kaç meclisli olması gerektiğidir. 1961 döneminde iki meclisli yöntem uygulandı. Şu anda tek meclisli. Bu konuda bence tek meclisli yapı devam etmeli. İki meclisi yapının elbette bazı yararları olabilir ama aynı zamanda hantallık da getirecektir.

Parlamento üye sayısı konusunda da tartışmalar var. Makul sayının 400-450 civarında olduğunu düşünüyorum.

Milletvekili seçilme yeterliği konusunda ise, devlete karşı ve siyasal suçlardan hüküm giyenlerin de MV olabilmesi gerekmektedir. Bu konuda sınırlamalar daraltılmalıdır.

Seçimlerin yönetim ve denetiminde de çok çeşitli sorunlar var. Bir takım aksaklıklar var. YSK’nın yapısı son derece çağ dışıdır. Kararlarına karşı mutlaka etkili ve adil yargılamaya uygun idari ve yargısal başvuru yollarının getirilmesi gerekir. Bugünkü hali kabul edilebilir değildir.

Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu konusunda ise, sorumsuzluk bu şekilde korunabilir. Dokunulmazlık ise mutlaka revize edilmeli ve sınırlandırılmalıdır. Hem suçlar, hem de içerik açısından. Milletvekillerinin tutuklanmaması, yakalanmaması ve gözaltına alınmaması ancak yargılanabilmesi gerekir.

Son olarak, yasa yapım konusuna değinmek istiyorum. Yasaların %90’dan fazlası yürütme kaynaklıdır. Artık yasama organının hiçbir işlevi kalmamıştır. Oysa yasama organının asli işlevi yasa yapmaktır. Yasa yapmayan bir yasama ne yapacaktır? Sadece yasama değil, halk girişimi gibi değişik yöntemlerin de değerlendirilmesi gerekir. Aksi halde şu anda yaşanan sorunlar devam eder. Çarpıcı bir örnek olarak: Türk Ticaret Kanunu’nda ilginç bir durum var. Yasama organının kabul ettiği metinle Resmî Gazete’de yayınlanan metin arasında 100’lerce değişiklik var. Anlam değişmemiş ancak noktalama konusunda değişiklikler yapılmış bazı memurlar tarafından.

Doç.Dr. Sultan Uzeltürk, Yeditepe Üniversitesi

Yürütme

1961’den 1982 AY’sına gelindiğinde bir soru karşımıza çıkıyor. Yürütme bir görev mi yetki midir? 82’deki KHK düzenlemesi 61!den farklıdır. 61’de hangi kanunların değiştirileceği yer alırken 82’de bu yoktur. Bu da KHK kurumunu daha farklı bir statüye taşıyor. OHAL KHK’lerin kaldırılması gerekir. CB kararnamesinin de kaldırılması gerekir. 82 AY’sında danışma meclisinin metninde de bu yoktur.

OHAL KHK’lerinin CB kararnamelerinin kaldırılması yürütmenin yetkisizleştirilmesi demek değildir çünkü bu alanlar BK kararnameleriyle düzenlenecektir ve bu sosyal devletin bir gereğidir.

Moniste mi düalist mi yoksa kolajyal bir yürütme mi kabul etmeliyiz? Daha önce de bu tartışma Özal döneminde gündeme geldi. Bugün yeniden başkanlık rejimi gündeme geldi. Şu ana kadar hazırlanan AY taslaklarının ve çalışmalarının çoğunda parlamenter rejimin korunması gerektiği belirtilmiş durumda.

Başkanlık Osmanlı’da veya Almanya’da var denmiştir CB ve başbakan tarafından. Bu, konunun ne kadar bilinmediğini gösteriyor. Bunlar doğru örnekler değil. Osmanlı’da kuvvetler ayrılığı yoktu, basıl başkanlık olsun? Başkanlık modeli gelince hangisinin geleceğini bilmiyoruz. ABD mi yoksa diğer başkanlıklardan bir tanesi mi? Veya iki parti olsun deniyor ancak hangi iki parti? Bunu bilemiyoruz.

Şu anda CB halk tarafından seçiliyor. Bütün metinlerde bunun terk edilmesi gerektiği söyleniyor. Müzakereci sistemin olmadığı ülkelerde bu sistem işlememektedir.

Parlamenter sistemlerin istikrarsızlık yarattığı iddiasıyla ilgili olarak, koalisyon hükümetleri gördük 2000’den önce. Ancak birbirine benzemeyen kardeşler 1995 ve 2001’de çok iyi şekilde işleyebildi. Bunlar çok önemli AY değişiklikleridir. 2002 sonrasına baktığınızda da tek bir parti var. Yani istikrar var. Demek ki sorun istikrar sorunu değil. Belki Alman modelindeki gibi kurucu güvensizlik sistemi getirilebilir.

Bakanlar Kurulu’nda iktidarın kişiselleşmesinin önlenmesi gerekir. 2002 seçiminde %45 oy meclis dışı kalmıştır. Bu da lider sultasına aynen yansıyor ve iktidar kişiselleşiyor. Başbakanın yetkisinin nasıl sınırlanması gerektiği noktasındayız.

Doç.Dr. Selin Esen, Ankara Üniversitesi

Laiklik

Laiklik bu ülkenin sürekli meselesidir. 82 AY’sında hem doğrudan hem de dolaylı olarak bir çok maddede düzenlenmiş. Üç önemli mesele üzerinden çözüm önerilerinde bulunacağım: Din ve vicdan özgürlüğü, din eğitimi ve öğretimi ve Diyanet İşleri Başkanlığı.

Din ve vicdan özgürlüğü AY’nın 24.maddesinde düzenlenmiş. Özgürlüğün içeriği veya tanıumı yer almıyor. Tanım fıkraya eklenebilir. Çünkü bu özgürlük aynı zamanda inanmamayı da içerir. Kimsenin bir inanç veya din sistemine mensup olmaya zorlanamayacağı hükmü de bu fıkraya eklenebilir. Negatif statü hakları arasındadır. Ama aynı zamanda bireylerin o haklarını etkin şekilde kullanabilmesi için devlete bir yükümlülük getirir. Hem kamu gücünün tüm din ve inançlara eşit mesafede durması hem de devletin farklı inançlarla inanan ve inanmayanlar arasında hoşgörü ve saygıyı sağlaması yükümlülüğü AY ile verilebilir.

24/2 ibadet özgürlüğüne ilişkin. Bunun sınırlaması AY’nın 14. maddesidir. Kötüye kullanma yasağı. Yeni AY’da şimdikine benzer bir sınırlamaya ihtiyaç yoktur. 14. maddenin içeriği sorunludur. Muğlak ifadeler içermekte. Tabii ki belli bir sınırı olmalı ibadet özgürlüğünün. Ancak bunun yeni AY’da bunun o ilgili maddede sınırlanacağı ilkesine uygun davranılacağını varsayarak, tek tek sınırlama nedenlerinin belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Diğer AY’lara ve u.arası belgelere baktığımızda hep aynı sınırlama nedenleri vardır, biz de bunları koyabiliriz.

Bizim AY’mızda düzenlenmemiş olan vicdani hak yasaklanmamıştır. Ama tanınmamıştır da. Yasaya bırakmış. Bu zamana kadar böyle bir alternatif içeren bir yasa yapılmadı. Ancak vicdani ret son zamanlarda bir anayasal hak halini almıştır. AB içinde bu hakkı tanımayan bir ülke kalmadı. Biz de AB’ye gireceğini düşünen bir ülke olarak yeni AY’da vatan hizmetinin silah altında ve kamu hizmeti şeklinde yapılabileceğini düzenlemeliyiz. Vicdani ret bir hak olarak tanınmasa da bir seçme hakkı tanınmalı.

24/son fıkrası: Bu fıkra kısaltılmalı ve sadeleştirilmeli.

Din eğitim ve öğretimi konusunda, zorunlu din dersine değineceğim. Bu, din ve vicdan özgürlüğüne, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne ve devletin her dine eşit uzaklıkta olması ilkesine aykırılık teşkil ediyor. Bu ders isteğe bağlı olmalıdır.

Son olarak DİB: Laiklik doğrultusunda ve milletçe dayanışma için kurulmuş. Din işlerini genel olarak idare ediyor. Bence bu bir oksimoron oluşturuyor. Din işlerinden sorumlu bir kurumun laiklik doğrultusunda hareket edemez. Aynı zamanda devletin dinlere eşit mesafede olması gerektiği ilkesiyle çatışıyor. Alevilerin içinde yer alması da laikliğe aykırılığı gidermez.

Prof. Naz Çavuşoğlu, İstanbul Üniversitesi

Kimlik

Vatandaşlık ulusal kimlikten bağımsız düşünülebilir mi? Çok farklı açılardan tartışılan bir konu.

Hukuk vatandaşlığı nasıl tanımlıyor? Bireyle devlet arasındaki kutsal bağ. Vatandaşlık kişinin etnik kökenine işaret etmez. TC AY’larına baktığımızda cümlenin vurgulanış biçiminin esasında 1876 KE ile benzer olduğu görülüyor: “Osmanlı tabiyetindeki herkes Osmanlı’dır.” 1924 bir fark koymuştur: “Vatandaşlık bağı itibariyle Türk denir.” Neden böyle bir ayrım var? Meclis genel kurulundaki tartışmalara bakmak lazım. Türklük Türkiye ahalisi olmayan kişilerle paylaşılmak istenmemiştir.

Osmanlı’nın çok etnili yapısından bir ulus devlet yaratma çabası içerisinde buradaki vurgunun etnik olmadığı düşünülmektedir genelde doktrinde.

61 ve 82’nin formülü aynıdır. AYM nasıl yorumluyor? Ayrımcılığı önleyen birleştirici bir unsur olarak görüyor ve vatandaşların etnik kökeninin yok sayılmadığını ifade ediyor. Bu düzenlemelerin amacının kültürel zenginliklerin ve özelliklerin yasaklanması değildir der AYM ama aynı zamanda bölünmenin de bu şekilde engellendiğini düşünmekte.

Vatandaşların bir kısmının ana dili bir dönem yasaklanmıştı. Aynı zamanda “yerli yabancı” gibi kavramlar da mahkemeler tarafından kullanılmıştır. Aynı şekilde “türk soylu yabancılar” da gizli yönetmeliklere konu olmuştur. Örneğin batı Trakya’dan gelen Türkler.

İHAM, Dink kararında Yargıtay’ın Türklük kavramına getirdiği yorumu dışlayıcı buldu. Bu yüzden Türk vatandaşları” yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” teriminin kullanılması öneriliyor.

Yeni AY’da yurttaşlık maddesi nasıl olmalı? İçeriği sadece hukuken vatandaşlığın kazanılması ve kaybedilmesiyle ilgili olmalı. Öznesi “Türk” olan maddelerde “yurttaş” veya “vatandaş” denilerek sorunlar çözülebilir. Örnek madde: “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı ana ve babadan olan herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır.”

Bir gün konsensüs sağlanacaksa bu noktaya büyük bedeller ödenerek gelindiği unutulmamalı.

Prof.Turan Yıldırım

Merkez-çevre İlişkileri

Anayasa’nın 9. ve 21. maddelerinden bahsedeceğim. Merkezi idarenin yetkileri azaltılmalıdır. Erzurum MEB yetkilisi 19 defa görevden alınmış. Bu olmamalıdır.

(Sunum, konuşmacının kendi isteği doğrultusunda kısa tutulmuştur.)

Doç.Dr. Eric Sales

Hangi Yenilenme Yöntemi

Bana verilen konu nedeniyle biraz şaşırdım çünkü Türkiye’yle ve Türklerle ilgili bir konu ancak ben bir Fransız’ım. Yabancı ama Türkiye’de 5 seneden beri yaşayan bir gözlemci olarak söz söyleyebilirim. 82 AY’sının değiştirilmesi konusunda birçok formül öne sürüldü. Anayasacılar veya sivil toplum tarafından önerilen yöntemler oldu.

İçerik açısından çok sayıda değişiklik önerisi olsa da yöntem olarak çok fazla öneri yok. İlk öneri TBMM’nin yeni AY’yı yapabilir. 2007’deki öneride de TBMM’nin yeni AY’yı yapmak için meşruiyete sahip olduğu ve yetkisi olduğu belirtildi. Ancak tabi ilk üç madde ve onları koruyan 4.madde var. Bu ilk önerinin kabul edilmesi ilk üç maddenin etkisiz kılınması tartışması başlatır.

İkinci öneri, bana ilginç ve orijinal geliyor. Yeni bir kurucu meclis ki diğer meclis olan TBMM ile aynı anda var olacak. Kurucu meclis daha şeffaf olacak ve çeşitli çevrelerden üyeler barındıracak. Kadın-erkek arasında eşit dağılım olacak. Yeni metni yazacak. Ve metni TBMM’ye, AYM’ye ve halka sunacak. Bu öneri dört avantaj içeriyor: Son derece demokratik çünkü başta ve sonda halkın tam katılımı var. İkinci olarak katılımcı bir yazım var. Tüm süreç boyunca halk internet yoluyla katılabilir ve müdahalede bulunabilir. Üçüncü olarak, sivil toplumun temsilcilerinin katılması askeri bir AY olmasını engeller. Son olarak, bu kurucu meclis yeni metni yazarken TBMM normal yasama sürecine devam edebilir.

İki olumsuzluğu var bu yöntemin. Bir, konsensüsün sağlanması zor. İkinci olarak da kısa bir sürede çok sayıda halk oylamasının olması seçimlere katılımı düşürebilir. Bunun sonunda da halk metni reddebilir ve bu nedenle sürece en baştan yeniden başlamak gerekebilir.

Son olarak, bu sürecin yaratılması halinde sadece Arap ülkelerine değil, tüm dünyaya demokratik AY yazımı konusunda bir örnek teşkil edecektir.

Yorum Yapın

Yorum bırakın