İçeriğe geç

İHAM’ın Anzelika Simaitiene v. Litvanya kararının çevirisi: “Mahkumiyet hükmü olmadan, hakimin görevden uzaklaştırıldığı süre boyunca maaşını alamaması, öngörülebilir değildir ve mülkiyet hakkının ihlalidir.”

by 19/05/2020

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 21 Nisan 2020 tarihli Anželika Šimaitienė v. Litvanya kararında bir mahkumiyetin yokluğunda, ceza yargılaması sırasında görevden uzaklaştırıldığı dönemde bir hakime maaşının ödenmemesinin başvurucu için öngörülebilir olmadığına karar vererek mülkiyet hakkından ihlal bulmuştur.

Kararın tamamına buradan, İdil Özcan tarafından yapılan çevirisine aşağıdan ulaşabilirsiniz. 

Anželika Šimaitienė v. Litvanya, Başvuru No. 36093/13, Karar Tarihi: 21.04.2020

OLAYLAR

Başvurucuya karşı yürütülen ceza davası

Vilnius’ta bir Bölge Mahkemesi’nde hakim olan başvurucu, görevi kötüye kullanma ve belgede sahtecilik suçlarıyla bağlantılı olarak yargı görevinden uzaklaştırılmıştır ve hakkında ceza soruşturması yürütülmesine izin verilmiştir. Başvurucu önce her iki suçtan da beraat etmiştir. Ancak İstinaf Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin olguların incelenmesi ve değerlendirilmesinde hataya düştüğü gerekçesiyle hukuka aykırı ve dayanaksız bir karar verdiğinden bahisle kararı bozmuştur. İstinaf Mahkemesi, başvurucunun apartman dairesi özelleştirme davasında “hakim sıfatını ve yargının otoritesini itibarsızlaştırdığı ve hukuka aykırı ve dayanaksız bir karar verdiği ve dolayısıyla Devlet’e ciddi zarar verdiği” değerlendirmesini yapmıştır. Buna karşılık ceza yargılaması zamanaşımına uğradığından dava düşürülmüştür. Başvurucu masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasıyla karara itiraz etmiştir. Yüksek Mahkeme, davanın zamanaşımına uğradığına ilişkin kararı onamış, ancak İstinaf Mahkemesi kararındaki bazı ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiğinin altına çizmiş ve İstinaf Mahkemesi kararını bozmuştur.

Yüksek Mahkeme ayrıca, yargılamaya zamanaşımı nedeniyle devam edilmediğinde, bir kişinin suçluluğuna dair bir karara varılmadığını belirtmiştir. Eğer mahkeme ceza yargılamasına devam etmezken bir kişiyi belli bir suçtan suçlu bulursa, bu durum masumiyet karinesini ihlal edecektir. Bununla beraber Yüksek Mahkeme, bir ceza davasına zamanaşımı nedeniyle devam edilmemesinin tek başına bir kişinin rehabilite olduğu anlamına gelmediği ve beraat ile eş tutulamayacağı değerlendirmesini yapmıştır.

Başvurucuya karşı yürütülen disiplin yargılaması

Başvurucu hakkındaki ceza davası devam ederken, Vilnius 3. Bölge Mahkemesi başkanı başvurucunun bazı hukuk davalarını kötü yönettiğine dair bazı bilgiler aldığını, hakimlerin özerk olmasını sağlayan bir organ olan Yargı Konseyi’ne bildirmiştir. Yargı Konseyi bu meselenin araştırılmasına karar vermiş, bunun üzerine de Vilnius 3. Bölge Mahkemesi bir iç teftiş komisyonu atamıştır. Komisyon, ilgili dönemde başvurucunun görevini ihmalkâr bir biçimde yerine getirdiğine kanaat getirmiştir. Vilnius Bölge Mahkemesi, komisyonun vardığı sonuçların geçerli olduğuna karar vermiştir.

Başvurucu bu bulgulara Yargı Konseyi önünde itiraz etmiştir. Yargı Konseyi de başvurucunun da bulunduğu iki duruşma yapmıştır. Yargı Konseyi, oy birliğiyle, başvurucunun hakim unvanının itibarını sarstığı gerekçesiyle görevden alınması için Cumhurbaşkanı’na tavsiyede bulunmuştur. Bunun üzerine başvurucu bir Cumhurbaşkanı kararnamesi ile görevden alınmıştır.

Başvurucunun göreve iadesi ve maaşının ödenmesi için yürütülen hukuk davası

Başvurucu, Cumhurbaşkanı kararnamesi ile görevden alınmasına itiraz etmek ve görevden uzaklaştırıldığı 2006-2011 döneminde ödenmeyen maaşını talep etmek üzere hukuk davası açmıştır. Başvurucu ayrıca Cumhurbaşkanı kararnamesine yol açan, mahkemenin idaresine ilişkin tüm usuli kararlara da itiraz etmiştir. Başvurucu, hakkında suçlayıcı herhangi bir karar alınmadığı ve dolayısıyla görevden uzaklaştırıldığı dönemde de maaşının ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

7 Haziran 2012 tarihli bir kararla, Panevėžys Bölge Mahkemesi başvurucunun davasını reddetmiştir. Mahkeme, mahkemenin iç idari süreçlerinde herhangi bir hata bulmamıştır. Başvurucunun ödenmeyen maaşına ilişkin iddialarına karşılık mahkeme, başvurucunun 21 Şubat 2006’da görevinden uzaklaştırıldığı, ancak dava zamanaşımına uğradığından mahkumiyet kararının verilmediğini kaydetmiştir. Başvurucunun görevinden uzaklaştırıldığı tarihte yürürlükte olan Mahkemeler Kanunu Madde 47 § 3 ise ceza yargılaması imkansız hale gelmişse hakime maaşının ödenmesi gerektiğini öngörmektedir. Panevėžys Bölge Mahkemesi’nin görüşüne göre bu hüküm, bir hakimin görevinden uzaklaştırılması makul değil ise hakimin tazminat alması gerektiği anlamına gelmektedir. Mahkeme ayrıca Yüksek Mahkeme’nin, bir ceza yargılamasının zamanaşımı nedeniyle sona ermesinin kişinin rehabilite olduğu anlamına gelmediği, böyle bir kararın da beraate tekabül etmediğine karar verdiği 8 Mayıs 2012 tarihli kararına da atıf yapmıştır. Dolayısıyla Bölge Mahkemesi, mahkumiyet kararının yokluğunun başvurucunun sebepsiz yere görevden uzaklaştırıldığı anlamına gelmediği görüşündedir. Başvurucu 2006-2011 arası dönemde yargısal görevlerini yerine getirmediği ve görevden uzaklaştırılmasının dayanaksız olduğuna hükmedilmediği dikkate alındığında, bu dönemi kapsayan maaşının kendisine ödenmesi hakkaniyetli ve adil olmayacaktır. Bölge Mahkemesi ayrıca, görevden uzaklaştırılmış olmasına rağmen başvurucunun başka işlerde çalışmasının engellenmediği, dolayısıyla başka bir gelir elde edebileceğini belirtmiştir. Son olarak Bölge Mahkemesi, başvurucunun yalnızca beraat kararı alması halinde maaşının kendisine ödenmesini meşru olarak bekleyebileceğini belirtmiştir.

Başvurucu bu karara itiraz etmiştir ve davaya ilişkin bazı hususların Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Birliği Adalet Divanı’na intikal etmesini talep etmiştir.

13 Ağustos 2012’de İstinaf Mahkemesi’nin hukuk davaları bölümü başkanı, bu mahkemenin üç hakimini başvurucunun itirazlarını değerlendirmek üzere davaya atamıştır. Bu hakimlerden ikisi -birisi davaya taraf olan Vilnius Bölge Mahkemesi’nde daha önce çalıştığı için, diğeri ise başvurucuyu şahsen tanıdığı için- davadan çekildikten sonra, Hakimler D.V., R.N. ve A.J.’den oluşan yeni bir daire atanmıştır. Başvurucu İstinaf Mahkemesi’nin kompozisyonuna tarafsız olmadığı gerekçesiyle itiraz etmiştir, ancak başvurucunun şikayeti reddedilmiştir.

Üç hakimden oluşan daire, Panevėžys Bölge Mahkemesi’nin kararını incelemiş ve mahkemenin davadaki hukuki ve olgusal durumu düzgün şekilde incelediğine karar vermiştir. İstinaf Mahkemesi, davanın olgusal meseleler değil hukuki meselelere ilişkin olduğu ve yazılı yargılama ile karar bağlanabileceği gerekçesiyle, başvurucunun duruşma talebini de reddetmiştir.

 İstinaf Mahkemesi, başvurucuyu görevden alan Cumhurbaşkanı kararnamesine yol açan usuli kararlar alınırken mahkeme idaresinin herhangi bir usuli hata yapmadığına karar vermiştir. Mahkeme’ye göre, başvurucu cezai sorumluluk nedeniyle değil, başka sebepler -1 Ocak 2000’den 10 Kasım 2003’e kadar olan dönemde görevini nasıl icra ettiğine dair geriye dönük bir iç soruşturma- nedeniyle görevden alınmıştır. Bir taraftan, ceza davasına zamanaşımı nedeniyle devam edilmemesi tek başına beraat kararı alındığı anlamına gelmemektedir. Öbür taraftan ise, ceza davasına bu nedenle devam edilmemesi suçlayıcı bir karar olarak da görülemeyecektir.

İstinaf Mahkemesi, ceza davası sona ermeden önce başvurucu hakkında disiplin yargılaması başlatıldığını, bunun sonucunda başvurucunun görevi sırasında ihmalkar davrandığının tespit edildiğini kaydetmiştir. Dolayısıyla başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı dönemde ve görevden alınana kadar kendisine ödenmeyen maaşı için zararının tazmin edilmesine gerek yoktur. Zamanaşımı nedeniyle ceza yargılamasına devam edilmemesi de başvurucuya hatasız itibarını iade etmemiştir, ki bu bir hakim için zorunlu bir koşuldur. İtibar kaybı nedeniyle başvurucunun hakim olarak yetkileri kendisine geri verilemeyeceğinden, maaş kaybının tazmini için de herhangi bir dayanak yoktur. Başvurucu bu karara itiraz etmiş ve davasına bakan hakimlerin Yüksek Mahkeme’ye terfi etmesinin, İstinaf Mahkemesi’nin tarafsız ve bağımsız olmadığını gösterdiğini ileri sürmüştür. İtirazı Yüksek Mahkeme tarafından reddedilmiştir.

İstinaf Mahkemesi hakimlerinin Yüksek Mahkeme üyeliğine terfi edilmesi

Yüksek Mahkeme’den bir üyenin istifa etmesi ve bir üyenin emekli olması nedeniyle boşalan pozisyonlara, Yüksek Mahkeme başkanının önerisi üzerine başvurucunun davasına bakan iki hakim, D.V. ve R.N. atanmıştır.

Tazminat davası

Başvurucu 2014’te görevden uzaklaştırıldığı dönemde maaşının ödenmemesi nedeniyle uğradığı zararın tazmini için hukuk davası açmıştır. Başvurucu bu dönemde maaşının, sigorta primlerinin ve emeklilik primlerinin ödenmediğini, dolayısıyla sağlık sisteminden faydalanamadığını belirtmiştir. Vilnius Bölge Mahkemesi başvurucunun davasını reddetmiştir. Bölge Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’nın bir hakimi görevden uzaklaştırma yetkisi bulunduğunu, başvurucunun cezai sorumluluğu meselesi ortaya çıkınca görevden alındığını belirtmiştir. Bölge Mahkemesi’ne göre, o tarihte yürürlükte olan Mahkemeler Kanunu uyarınca, görevden uzaklaştırılmanın sonuçlarını ceza davasının sonucu belirlemektedir, “eğer bir hakimin suçsuz olduğuna karar verilirse, o zaman hakime yetkileri geri verilecek ve görevden alındığı sürede kendisine ödenmeyen maaş ödenecektir”. Bölge Mahkemesi, başvurucuyu görevden uzaklaştıran Cumhurbaşkanı kararnamesi ile başvurucunun katlanmak zorunda olduğu sonuç arasında bir illiyet bağı olmadığını, zira başvurucunun ceza yargılaması bitmeden önce disiplin sorumluluğu nedeniyle görevden alındığını belirtmiştir. Bölge Mahkemesi‘ne göre başvurucu ceza davasının sonucunu bekleyerek görevden uzaklaştırıldığı sürede kendisine ödenmeyen maaşın ödenmesini bekleyecek veya başka bir iş edinerek gelir elde edebilecektir.

Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Başvurucu, kendisini görevden uzaklaştıran Cumhurbaşkanı kararnamesine karşı itiraz edemediğini, bu nedenle medeni hakları ve iş ile ilgili haklarını ileri süremediğini ve ciddi ekonomik zarara uğradığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca görevden uzaklaştırıldığı 21 Şubat 2006 ve 18 Temmuz 2011 tarihleri arasında kendisine maaşının ödenmemesinin masumiyet karinesi ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş; görevden alınmasının, görevden alınmasından bir yıl sonra sonuçlanan ceza davasıyla ilintili olmadığının altını çizmiştir.

İstinaf Mahkemesi alt derece mahkemesinin kararını onamıştır. İstinaf Mahkemesi kararında, zamanaşımı nedeniyle mahkumiyet kararı verilmemesinin bir hakimin hukuka aykırı şekilde görevden uzaklaştırıldığı anlamına gelemeyeceği, hakimlik görevini yerine getirirken ihmalkar davranması nedeniyle maaş kaybına başvurucunun kendisinin sebep olduğu ve başvurucunun başka bir işte çalışarak gelir elde edebileceği belirtilmiştir. Yüksek Mahkeme de başvurucunun itirazını reddetmiştir.

Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

Başvurucu, kendisini görevden alan Cumhurbaşkanı kararnamesine itirazına ilişkin hukuk davasının İstinaf Mahkemesi aşamasında bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde incelenmediğini ileri sürmüş, Sözleşme Madde 6 § 1’e dayanmıştır.

Kabul edilebilirlik

Mahkeme’nin değerlendirmesi

  1. Genel gözlem olarak Mahkeme, önceki davalarda bir organın -özellikle de yürütmeden ve davanın taraflarından- “bağımsız” olarak görülüp görülemeyeceğini değerlendirirken, üyelerin atanma biçimi, görev süreleri, dışarıdan baskılara karşı güvencelerin varlığı ve bu organın bağımsız bir görünüş sunup sunmadığı sorusu gibi unsurları göz önünde bulundurduğunu tekrar eder. Hakimlerin görev süreleri sırasında yürütme tarafından azledilememeleri genel olarak bağımsızlıklarının doğal bir sonucu olarak değerlendirilir ve dolayısıyla Madde 6 § 1’in güvenceleri arasında yer alır. Her ne kadar hükümetin siyasi organları ve yargı arasındaki güçler ayrılığı kavramı Mahkeme’nin içtihadında giderek artan bir önem kazansa da, atanan kişiler yargı görevlerini yerine getirirken etki veya baskıdan azade oldukları sürece, hakimlerin yürütme veya yasama tarafından atanmasına müsaade edilir (see Maktouf ve Damjanovi. v. Bosna-Hersek [BD], no. 2312/08 ve 34179/08, § 49, ECHR 2013 (alıntılar), ve burada atıf yapılan içtihat; ayrıca bakınız, daha yakın tarihli, Thiam v. Fransa, no. 80018/12, § 59, 18 Ekim 2018).
  2. Mahkeme ayrıca, tarafsızlık gerekliliği bakımından öznel olarak mahkemenin kişisel önyargı veya temayüllerden azade olması gerektiği ve nesnel bir bakış açısından da, bu bağlamda herhangi bir meşru şüpheyi dışarıda bırakacak şekilde yeterli güvenceleri sunarak tarafsız olması gerektiğine hükmetmiştir (bakınız, daha yakın tarihli, Haarde v. İzlanda, no. 66847/12, § 103, 23 Kasım 2017, diğer atıflarla birlikte).
  3. Son olarak, bağımsızlık ve nesnel tarafsızlık kavramları yakından ilintilidir ve koşullara göre, birlikte değerlendirilmeyi gerektirebilir. Mevcut davanın olgularını dikkate alarak Mahkeme, bağımsızlık ve tarafsızlık hususlarını birlikte incelemeyi uygun bulmuştur (bakınız Denisov v. Ukrayna [BD], no. 76639/11, § 64, 25 Eylül 2018, ve Ramos Nunes de Carvalho e Sá v. Portekiz [GC], nos. 55391/13 ve 2 karar daha, § 150, 6 Kasım 2018).

(b) İlkelerin mevcut davaya uygulanması

  1. İlk olarak Mahkeme, başvurucunun Cumhurbaşkanı’na karşı açtığı hukuk davası ile ilgilenirken İstinaf Mahkemesi hakimlerinden ikisinin tarafsız olmadığına dair yaptığı şikayetin neden başvurucunun birtakım usuli taleplerinin başvurucunun istediği kadar erken dikkate alınmadığı hususunda gerekçeler veren ve açıklamalar yapan İstinaf Mahkemesi başkanı tarafından ilk olarak reddedildiğini kaydetmektedir (bakınız yukarıda paragraf 31 ve 32). Her halde Mahkeme, İstinaf Mahkemesi’nin başvurucunun davasının incelenmeye bu şekilde devam etmesine yönelik seçimi bakımından taraflılık iddialarına dair herhangi bir görüşle karşılaşmamıştır. Bu bağlamda Mahkeme ayrıca yargılamanın katılımcılarının bağımsız ve tarafsız bir mahkemeye erişim hakkını temin etmek için davaların hakimlere bir bilgisayar sistemi tarafından paylaştırıldığının farkındadır (bakınız Mahkemeler Kanunu md. 36, yukarıda paragraf 58’de atıf yapılan). Mahkeme ayrıca başvurucunun bilgisayar sisteminin -Cumhurbaşkanı veya başka bir kişi tarafından- dolanıldığı veya kendi davasının ilk olarak Hakim R.N. ve D.V.’ye özellikle verildiğini ileri sürmediğini kaydetmektedir. Aslında başvurucunun davası, İstinaf Mahkemesi’nin daire kompozisyonundan diğer iki hakimin çekilmeleri nedeniyle bu hakimlerin önüne gelmiştir (bakınız yukarıda paragraf 30). Başvurucu, onun davasını incelerken Hakim R.N. veya D.V.’nin Cumhurbaşkanı tarafından herhangi bir etki veya baskıya maruz bırakıldığını gösteren herhangi bir delil sunmamıştır (birebir aynı sonuç için bakınız Flux v. Moldova (no. 2), no. 31001/03, §§ 23-27, 3 Temmuz 2007). Buna göre, bu hakimlerin başvurucunun davasında ne bağımsızlık ne de tarafsızlıktan yoksun olduğuna karar vermek için Mahkeme’nin elinde hiçbir neden yoktur. Son olarak, Anayasa Mahkemesi tarafından kaydedildiği üzere, Cumhurbaşkanı’nın hakimlerin mesleki kariyerlerine ilişkin meselelere karar veriyor olduğu gerçeği, Litvanya’da bağımsız olan ve Cumhurbaşkanı’nın taraf olduğu bir davayı tarafsız olarak inceleyebilecek bir mahkeme bulunmadığı değerlendirmesini yapmak için dayanak değildir (bakınız yukarıda paragraf 65).
  2. Mahkeme şimdi başvurucunun şikayetini desteklemek üzere ileri sürdüğü başka bir boyutu ele alacaktır, o da Hakim R.N. ve D.V.’nin Cumhurbaşkanı lehine karar verdikten sonra Yüksek Mahkeme’ye terfi etmesidir. İlk olarak Mahkeme, bu hükme karar verirken bu iki hakimin Yüksek Mahkeme’de açık bir pozisyon olduğunu bilemeyeceklerini, çünkü o tarihte böyle bir açık pozisyon olmadığını belirten Hükümet görüşünü dikkate alır. Ancak 28 Kasım 2012 tarihli İstinaf Mahkemesi kararından sonra Yüksek Mahkeme’de gecikmeden doldurulması gereken pozisyonlar açılmıştır (bakınız yukarıda paragraf 37, 42 ve 61). İkinci olarak Mahkeme, Hakim R.N. ve D.V.’nin Yüksek Mahkeme görevine aday gösterilmesinin, Litvanya’daki en üst yargı figürlerinden biri olan Yüksek Mahkeme Başkanı tarafından önerildiği ve bu önerinin, başka hususların yanı sıra, Başkan’ın o sırada Yüksek Mahkeme’de sayılarının az olduğunu düşündüğü akademisyenlerin Yüksek Mahkeme’deki varlığını pekiştirme isteğinden kaynaklandığını göz önüne alır. Mahkeme sisteminin kapalı olmaması gerektiğinin altı Anayasa Mahkemesi tarafından da çizilmiştir (bakınız yukarıda paragraf 64). Yukarıda bahsi geçenlerin ışığında Mahkeme, Yüksek Mahkeme Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’na sunduğu öneride yapmış olduğu, Hakim R.N. ve Hakim D.V.’nin akademik ve diğer tecrübeleri sayesinde ilgili kriterleri sağladığına dair değerlendirmesinden şüphe duyacak akla yatkın herhangi bir neden görememektedir. Üçüncü olarak, Hakim R.N. ve Hakim D.V.’nin adaylıklarının, hakimlerin terfi edilmesi veya görevden alınmasına ilişkin meselelere karar verirken Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini dengelemekle görevli bir organ olan ve bu gibi süreçlere katılımı yargının dışarıdan herhangi bir baskı görmesine karşı ek bir güvence olan Yargı Konseyi tarafından oy birliğiyle destek görmesi kaydadeğerdir. Anayasa Mahkemesi tarafından altı çizildiği üzere, Yargı Konseyi’nin onayı olmadan hiçbir aday terfi ettirilmemekte veya görevden alınmamaktadır, ki bu hakimlerin bağımsızlığı için ek bir güvencedir (bakınız yukarıda paragraf 64). Son olarak, her ne kadar Hakim R.N. daha sonra Cumhurbaşkanı tarafından Yüksek Mahkeme Başkanlığı’na aday gösterilmiş olsa da, herhangi bir ayarlamadan şüphe etmek için davadaki olaylarda elle tutulur herhangi bir şey yoktur. Aslına bakılırsa, bu durum görevdeki Yüksek Mahkeme Başkanı’nın görev süresinin bitmesinden sonra yaşanmıştır; yeni bir kişi gereklidir ve Hakim R.N.’nin adaylığı bir kez daha Yargı Konseyi’nden destek görmüştür (bakınız yukarıda paragraf 47-49).
  3. Bu arka plan karşısında Mahkeme, Hakim R.N. ve D.V.’nin başvurucunun göreve iadesi ve ödenmeyen maaşına ilişkin Cumhurbaşkanı kararnamesine karşı açtığı davasıyla ilgilenirken Sözleşme Madde 6 § 1 anlamında bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun olduğu sonucuna varamamaktadır.
  4. Buna göre bu şikayet açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme Madde 35 §§ 3 (a) ve 4 uyarınca reddedilmelidir.

Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası

  1. Başvurucu ayrıca Devlet’in, yargı görevinden uzaklaştırıldığı dönemde kendisine ödenmeyen maaşlar için zararını tazmin etmeyi reddettiğinden şikayetçi olmuştur. Sözleşme’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine dayanmıştır.

Kabul edilebilirlik

  1. Mahkeme, başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı dönemde alıkonulan maaşına ilişkin talebinin belirli bir iç hukuk hükmüne, yani Mahkemeler Kanunu md. 47’ye dayandığına işaret eder (bakınız yukarıda paragraf 58; karşılaştırınız yukarıda atıf yapılan, görevden uzaklaştırmanın ödenmeyen maaşın tazmin edilmesinin ceza yargılamasının sonucuna bağlı olmadığı farklı kanunlara -Ceza Usul Kanunu ve İş Kanunu- dayandığı Buterlevičiūtė, §§ 23, 29 ve 70). Her iki ulusal hukuk yargılamasında da ilgili mahkemeler, başvurucunun ödenmemiş olan maaşına ilişkin talebine yönelik nihai bir karara varırken İstinaf Mahkemesi’nin özetlediği gerekçelerinden de anlaşılacağı üzere (bakınız, özellikle, yukarıda paragraf 55), Mahkemeler Kanunu Madde 47 § 3’ün 2008 versiyonuna atıf yapmıştır. Buna göre görevden uzaklaştırılan hakime maaşının tekrar ödenmesi için ceza yargılaması yapılmasının imkansız olduğunun kanıtlanması veya bu kişinin ceza davasında bir mahkeme kararıyla suçlu bulunmaması yeterlidir (bakınız yukarıda paragraf 58). Bu arka plan karşısında Mahkeme, başvurucunun, Mahkemeler Kanunu Madde 47 § 3’ün 2008 versiyonunun eğer suçlu bulunmazsa maaşını alabileceğine dair meşru bir beklenti yarattığına dair görüşünü paylaşmaktadır. (ayrıca bakınız Béláné Nagy v. Macaristan [BD], no. 53080/13, §§ 72-79, 13 Aralık 2016). Mahkeme dolayısıyla Sözleşme’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin uygulanabilir olduğuna ve Hükümet’in şikayetin konu bakımından kabul edilebilirliğine dair itirazının reddedilmesine karar verir.
  2. Mahkeme ayrıca başvurucunun maaş kaybına dair şikayetlerini, yine Sözleşme’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine dayanarak, hem başvurucuyu görevden alan Cumhurbaşkanı kararnamesinin iptaline ilişkin hukuk yargılamalarında Yüksek Mahkeme aşamasına kadar, hem de sonrasında zararın tazminine ilişkin hukuk yargılaması sırasında ileri sürdüğünü kaydeder (bakınız yukarıda paragraf 50, 53 ve 54). Dolayısıyla Mahkeme başvurucunun mevcut iç hukuk yollarını tükettiğine karar verir.
  3. Son olarak Mahkeme bu şikayetin açıkça dayanaktan yoksun olmadığına karar verir. Başvuru başka herhangi bir gerekçeyle de kabul edilemez değildir. Dolayısıyla kabul edilebilir bulunması gerekir. 

Esas

Mahkeme’nin değerlendirmesi

(a) 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında başvurucunun “mülküne” bir müdahale olup olmadığı

  1. Mahkeme, makamların başvurucunun ödenmeyen maaşını tazmin etmeyi reddetmesinin 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin 2. fıkrası anlamında mülkün “kullanımının kontrolü” teşkil ettiği ve dolayısıyla başvurucunun mülkünden barışçıl yararlanma hakkına bir müdahale anlamına geldiği değerlendirmesini yapmaktadır (ayrıca bakınız yukarıda paragraf 96 ve R.Sz. v. Macaristan, no. 41838/11, §§ 31-33, 2 Temmuz 2013)

(b) Müdahalenin hukuka uygunluğu

  1. Mahkeme’nin müdahalenin hukukiliğine ilişkin ilkeleri R.Sz. v. Macaristan’da (yukarıda atıf yapılan) özetlenmiştir:

“35. Mahkeme, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin bir kamu makamı tarafından mülkten barışçıl yararlanmaya yapılan herhangi bir müdahalenin hukuka uygun olmasını gerektirdiğini tekrar eder: gerçekten de, bu Madde’nin ilk fıkrasının ikinci cümlesi mülkten mahrum bırakmaya “kanun tarafından öngörülen koşullara tâbi şekilde” izin verir. Dahası, demokratik toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü, Sözleşme’nin tüm Maddelerinde içkin olan bir kavramdır (bakınız Yunanistan Eski Kralı ve Diğerleri v. Yunanistan [BD] (esas), no. 25701/94, § 79, ECHR 2000–XII, ve Broniowski v. Polonya [BD], no. 31443/96, § 147, ECHR 2004-V).

  1. Buna karşılık, ulusal hukukta bir yasal dayanağın varlığı, hukuka uygunluk ilkesini sağlamak için tek başına yeterli değildir. Buna ek olarak, yasal dayanak belirli bir niteliğe sahip olmalıdır, yani hukukun üstünlüğü ile uyumlu olmalı ve keyfiliğe karşı güvenceler sağlamalıdır.
  2. Buna göre, Sözleşmeci Devletin -Anayasası dahil- ulusal hukukuna uygun olmanın yanı sıra, mülkten yoksun bırakmanın dayandığı hukuki normlar uygulamada yeterince erişilebilir, belirli ve öngörülebilir olmalıdır (bakınız Guiso-Gallisay v. İtalya, no. 58858/00, §§ 82-83, 8 Aralık 2005). Mahkeme, mülkten barışçıl yararlanmaya yapılan müdahaleler için benzer değerlendirmelerin geçerli olduğunu ekleyecektir.

“Öngörülebilirlik” kavramı bakımından ise, bunun kapsamı büyük ölçüde söz konusu aracın içeriğine, kapsamak üzere tasarlandığı alana ve muhatap aldığı kişilerin sayı ve durumlarına bağlıdır (bakınız, mutatis mutandis, Sud Fondi S.r.l. ve Diğerleri v. İtalya, no. 75909/01, § 109, 20 Ocak 2009). Özellikle de, bir kural kamu makamları tarafından keyfi müdahalelere karşı bir koruma tedbiri sağlıyorsa “öngörülebilir”dir (bakınız, Centro Europa 7 S.r.l. and Di Stefano v. İtalya [BD], no. 38433/09, § 143, ECHR–2012). Benzer şekilde, uygulanabilir hukuk söz konusu olan ilkenin önemiyle orantılı asgari usuli güvenceler sağlamalıdır (bakınız, mutatis mutandis, Sanoma Uitgevers B.V. v. Hollanda [BD], no. 38224/03, § 88, 14 Eylül 2010; Vistiņš ve Perepjolkins v. Letonya [BD], no. 71243/01, §§ 96-98, 25 Ekim 2012).”

  1. Mevcut davada Mahkeme, 20 Nisan 2016 tarihli kararında İstinaf Mahkemesi’nin, başvurucunun hukuk davasında daha önce verilmiş ulusal mahkeme kararlarına da atıf yaparak, 2008’de değiştirildiği ve başvurucunu görevden alındığı tarihte yürürlükte olduğu haliyle Mahkemeler Kanunu Madde 47 § 3’e dayandığını kaydeder (bakınız yukarıda paragraf 55). Buna karşın, başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına dayanak olan ceza yargılamasıyken, başvurucunun bu yargılamada hiçbir zaman suçlu bulunmuş olmamasına odaklanmak yerine, İstinaf Mahkemesi Mahkemeler Kanunu Madde 47 § 3’ün bir hakimin görevden uzaklaştırılması makul değilse zararının tazmin edilmesi gerektiği anlamına geldiği görüşü benimsemiştir (ibid.).
  2. Dolayısıyla Mahkemeler Kanunu Madde 47 § 3’ün değiştirilmiş versiyonuna atıf yaparken mahkemeler, ulusal hukuktaki değerlendirmenin hiçbir zaman parçası olmamış olan, tazminat ödenmesinin yargı görevinden uzaklaştırılmanın makul olmaması koşuluna bağlı olduğuna dair ilave bir kanuni unsur eklemiştir. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun, bir hakimin yetkilerinin ilk başta makul şekilde askıya alınıp alınmadığı sorusunun, kişi nihai bir mahkeme kararıyla suçlu bulunmadığı sürece, maaş alma hakkı üzerinde hiçbir etkisi olmadığına dair görüşüne dikkat çeker (ayrıca bakınız yukarıda paragraf 100). Mahkeme, 2016’da Anayasa Mahkemesi’nin, ceza mahkemelerinin ceza yargılamalarını sanıkların suçluluğuna dair şüphe bırakan şekilde sonlandırılması uygulamasının masumiyet karinesinin ihlali olduğunu ilan ettiğini gözlemler (bakınız yukarıda paragraf 67), bu meseleden başvurucu da ulusal yargılamalarda olduğu gibi Mahkeme önünde de şikayetçi olmuştur (bakınız, sırasıyla, yukarıda paragraf 29 ve 54, ve aşağıda paragraf 117). Buna göre, ve her ne kadar Mahkeme’nin ulusal hukuk ile uyumluluğu inceleme yetkisi sınırlı olsa da, çünkü ulusal hukuku yorumlamak ve uygulamak ilk önce ulusal makamların, bilhassa mahkemelerin görevidir (bakınız Satakunnan Markkinapörssi Oy and Satamedia Oy v. Finlandiya [BD], no. 931/13, § 144, 27 Haziran 2017, başka atıflarla birlikte), Mahkeme başvurucunun davasındaki Litvanya mahkemelerinin argümanlarının belirlilik ve tutarlılıktan yoksun olduğunu tespit etmek durumundadır. Dahası, İstinaf Mahkemesi’nin 20 Nisan 2016 tarihli kararında görüldüğü üzere, bu argümanlar kanunun lafzı ile de uyumlu değildir (bakınız yukarıda paragraf 55). Dolayısıyla, ilgili kararlar keyfi olarak nitelendirilmelidir (karşılaştırın Kopecký v. Slovakya [BD], no. 44912/98, § 56, ECHR 2004-IX).
  3. Buna ek olarak, Mahkeme disiplin yargılamasına istinaden görevden alınması nedeniyle başvurucuya maaşının ödenemeyeceği sonucuna varamamaktadır. Başvurucu tarafından işaret edildiği ve Hükümet tarafından kabul edildiği üzere, 2006’da görevden uzaklaştırıldığında ve hatta 2011’de görevden alındığında, disiplin yargılamaları sırasında bir hakimin yetkilerini askıya almaya yönelik bir yasal dayanak bulunmamaktadır. Böyle bir tedbir ancak daha sonra mümkün kılınmıştır (bakınız yukarıda paragraf 106).
  4. Bu nedenle Mahkeme, bir mahkumiyetin yokluğunda, ceza yargılaması sırasında görevden uzaklaştırıldığı dönemde maaşının kendisine ödenmeyeceğinin başvurucu için öngörülebilir olmadığı sonucuna varmak durumundadır. Öngörülebilirliğin olmadığı durumda, Mahkeme başvurucunun 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi altındaki haklarına yapılan müdahalenin kanuni dayanağı olmadığına karar verir. Buna göre, müdahalenin meşru bir amaç güdüp gütmediği ve orantılı olup olmadığını incelemeye gerek yoktur.

(c) Sonuç

Bahsi geçen değerlendirmeler Mahkeme’nin 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varması için yeterlidir.

Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası

  1. Başvurucu, masumiyet karinesinin ihlali olarak gördüğü, ulusal mahkemenin ceza yargılamasına devam edilmemesinin beraat teşkil etmediğine yönelik kararından memnun değildir.

  1. Mahkeme, başvurucunun şikayetinin özünün halihazırda Sözleşme’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi altında incelenmiş ve ele alınmış olduğunu kaydeder (özellikle bakınız yukarıda paragraf 112-116). Dolayısıyla, Mahkeme bu şikayeti kabul edilebilir bulur ama ayrıca incelenmesine gerek olmadığına karar verir.

Adil Tazmin

Başvurucuya 94,370 Euro maddi tazminat, 6500 Euro manevi tazminat ve yargılama giderleri için 5000 Euro ödenmesine karar verilmiştir.

Yargıç Kjølbro ve Yargıç Ranzoni çoğunluk görüşüne katılmamıştır.

Yorum bırakın