İçeriğe geç

FORUM – İdil Özcan – Türkiye ve AİHM Kararlarının Uygulanmaması Sorunu

by 23/02/2020

İdil Özcan

European Implementation Network

Son zamanlarda Türkiye ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (‘AİHM’) konusunda çok fazla tartışma yaşandı. İlk olarak 28 Ocak 2020’de ilk derece ceza mahkemesinin Osman Kavala’yı tahliye etmediği kararı çıktı. Mahkeme bu kararını, bir hak ihlali tespit eden ve Kavala’nın derhal tahliye edilmesi çağrısında bulunan AİHM kararının henüz kesinleşmemiş olduğu gerekçesine dayandırmıştı. 18 Şubat 2020’de Kavala ve diğer insan hakları savunucuları tüm suçlardan beraat etti. Fakat Kavala tahliye edildiğinde cezaevi dışında bekleyen polis memurları tarafından gözaltına alındı. Bir gün sonra, bu sefer farklı suçlamalarla tekrar tutuklandı. Aynı şey Selahattin Demirtaş’ın da başına gelmişti: ilk derece mahkemesi AİHM’de Büyük Daire önündeki dosyasında tahliye edilmesine karar vermiş, ancak Demirtaş farklı bir soruşturma dosyasındaki yeni suçlamalarla tekrar tutuklanmıştı. Bunlar her iki davada da AİHM kararlarını dolanmak için yapılmış ‘manevralardı’.[1]

Aynı tarihlerde AİHM tarafından yayımlanan istatistiklerde Türkiye ‘üst sıralarda’ yer aldı. 1959-2019 arası dönem için Türkiye, AİHM’in hakkında en fazla karar verdiği ülke oldu. Toplam karar sayısının 3645 gibi çarpıcı bir sayı olmasının yanı sıra, bu kararlardan %88,5’inde en azından bir maddenin ihlal edildiği tespit edilmişti.[2] Yalnızca 2019 yılı bakımından, verilen bütün kararlar içinde Türkiye 113 karar ile Rusya’dan (198 karar) sonra ikinci sıradaydı. En azından bir maddenin ihlal edildiği kararlar açısından ise Türkiye, Rusya (186 karar) ve Ukrayna’dan (109 karar) sonra üçüncü sırada yer aldı.[3]

Türkiye’nin insan hakları karnesine dair bu tartışmalara eklenmesi gereken bir konu ise, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde uygulanmayı bekleyen, Türkiye aleyhine verilmiş kesinleşmiş kararların sayısının çokluğu. 20 Şubat 2020 itibariyle, 667 bekleyen davayla Türkiye Rusya’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Buna ek olarak, son yıllarda birçok tekrarlayan davanın kapatılmış olduğunu gösteren istatistikler de oldukça yanıltıcı, çünkü bu durum Türkiye’nin gerçekten de kararları uyguluyor olmasından ziyade Bakanlar Komitesi’nin denetim politikalarındaki bir değişiklikten kaynaklanıyor.[4] Daha da endişe verici olan, Türkiye’nin derdest tüm davalarından 154’ünün “öncü dava” niteliğinde olması. Davaların “öncü” olması, bu davaların genelde mevzuat değişikliği veya politikalarda değişiklikler şeklinde genel tedbirlerin alınmasını gerektiren yapısal ve/veya sistemik problemleri ortaya koyduğu anlamına geliyor. Bugün itibariyle, son on yıllık dönemde Türkiye’ye ait öncü davaların %63’ü hala uygulanmayı bekliyor[5] ve bu uygulama sorunu yalnızca Türkiye’ye özgü de değil.[6]

Bu sayılar ne anlama geliyor?

İstatistikler, Türkiye’nin kötüye giden bir insan hakları ihlalleri karnesi olduğunu gösterdiği kadar, önemli kararları uygulamak konusunda Türkiye’nin çok yavaş ve hatta isteksiz olduğunu da ortaya koyuyor. Türkiye bireysel tedbirlerin alınmasıyla kapatılabilen, tekrarlayan davalardaki kararlara uymuş[7] ve davaların çoğunda başvuruculara tazminat ödemiş olsa da, daha sistemik ve yapısal problemleri çözmek için adım atma konusunda çok daha gönülsüz gözüküyor. Derdest kararlar; polis ve güvenlik güçleri tarafından yapılan kötü muamele ve işkenceden (Batı ve diğerleri v. Türkiye, Erdoğan ve diğerleri v. Türkiye, Kasa v. Türkiye) gazetecilerin haksız yere tutuklanmasına (Nedim Şener v. Türkiye), Alevi inancının hukuken tanınmaması ve cemevleri ile diğer ibadet yerleri arasındaki farklı muameleden (İzzettin Doğan ve diğerleri v. Türkiye) barışçıl gösterilerin dağıtılmasında aşırı güç kullanılmasına (Ataman v. Türkiye), Cumhurbaşkanına hakaretten (Artun ve Güvener v. Türkiye) Kuzey Kıbrıs’taki kayıp kişilere ve mülkiyet iddialarına (Kıbrıs v. Türkiye) uzanan, Türkiye’de insan haklarına ilişkin halen çözülmemiş çok sayıda meseleyi kapsıyor. Bu kararların çoğu 2000’lerin başında verilmiş ve hala tam olarak uygulanmayı bekliyorlar. Öncü kararların uygulanmaması ise bizi daha fazla ihlalin olduğu ve daha fazla tekrarlayan davanın her sene listeye eklendiği bir girdabın içine sürüklüyor.

Erken kapatılan davalar

Aslında derdest davaların ve öncü davaların sayısının yüksek olması, sorunun yalnızca bir boyutu. Kapatılmış davalara daha dikkatli bakıldığında, bunlardan bir kısmının ulusal düzeyde yeterli tedbir alınmadan, vaktinden evvel kapatıldığı ortaya çıkıyor. Bu durum, hem başvurucuların hem de sivil toplumun uygulama ve denetim süreçlerine daha fazla katılım göstererek kararları takip etmesi gerekliliğinin bir kez daha altını çiziyor.

Buna örnek olarak Aksoy grubunu vermek mümkün. Toplamda 310 tekrarlayan davadan oluşan bu grup “başvurucuların yakınlarının güvenlik güçleri tarafından yasa dışı infazı, başvurucuların yakınlarının yaşam hakkının korunmaması, kötü muamele, mülkiyet tahribatı ve başvurucuların şikayetleri için etkili iç hukuk yollarının bulunmaması”na ilişkin davaları içeriyor. Bu grubun öncü davası gözaltında işkence iddialarına ilişkin. Bu davada AİHM; başvurucunun işkence gördüğü, hakim karşısına çıkarılmadan uzun süre ve yeterli güvence olmadan tutulduğu, dolayısıyla “tamamen onu tutan kişilerin insafına bırakıldığı” ve Cumhuriyet savcısının herhangi bir soruşturma başlatma konusundaki hareketsizliği nedeniyle işkence iddialarını ileri sürebileceği etkili bir başvuru yolundan mahrum bırakıldığı sonucuna varmıştı.

Zorla kaybetme davalarının çoğu Aksoy grubu altında denetime konulmuştu. Hafıza Merkezi ve European Center for Constitutional and Human Rights’ın (ECCHR) 2016 yılında birlikte yaptıkları sunum, çoğu soruşturmanın “ya zamanaşımı hükümlerinden dolayı yasal engelle karşılaşmış ya da böyle bir risk [altında]” olduğuna dikkat çekiyordu.[8] Şubat 2019’da Türkiye makamları, “söz konusu davaların çoğunda Mahkeme tarafından tespit edilen eksiklikleri gidermek için anlamlı soruşturmalar yürütmenin mümkün olmadığını üzülerek belirtmek zorunda” olduklarını söyleyerek münferit davalar bakımından yetersizlikler olduğunu bizzat kabul ettiler.[9] Gerçekten de zorla kaybetme davalarının çoğu ulusal düzeyde benzer bir akıbetle karşılaşmıştı: dosyalar ya zamanaşımına uğramış ve kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmıştı ya da sanıklar dava aşamasında beraat etmişti, ki bu da davalarda yeniden yargılama yapılmasını engelliyordu. Buna rağmen, 12 Mart 2019’da Bakanlar Komitesi, bazı genel tedbirlerin denetimine Batı ve diğerleri, Erdoğan ve diğerleri veya Kasa gibi başka gruplar altında devam etmeye, Türkiye’de yargı önünde derdest 13 kararın da bireysel tedbirlerin denetimi için Mahmut Kaya grubuna aktarılmasına karar verdi. Birçok münferit davada etkili bir cezai sürecin yokluğuna rağmen, Aksoy grubunun denetimi 12 Mart 2019’da kapatıldı.

Bu davalardan bir tanesi Tanış ve diğerleri v. Türkiye’ydi. Bu davada AİHM, devletin zorla kaybetmelere ilişkin etkili soruşturmalar yürütme konusundaki isteksizliğinin yaşam hakkını ihlal ettiğine, ayrıca özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine, başvurucuların yakınlarının kaybedilmesi sonucunda insanlık dışı ve küçük düşürücü muameleye maruz kaldığına ve etkili soruşturmaların olmaması nedeniyle etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine karar vermişti. Uzun yıllar süren, sürüncemede bırakılmış soruşturmalar ve sonuçta verilen bir kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla birlikte başvurucular 2015 yılında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundular. Mehmet Ata Deniz ve diğerleri başvurusundaki (no. 2015/13893) 13 Haziran 2019 tarihli kabul edilemezlik kararı, Aksoy grubunun Bakanlar Komitesi tarafından kapatılmasından yalnızca 3 ay sonra verildi.

Bu kararda Anayasa Mahkemesi başvuruları süre aşımından ötürü kabul edilemez bulmuştu. Mahkemeye göre, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması ve başvuruların yapılması arasında geçen süre makul kabul edilemeyecek bir süreydi. Anayasa Mahkemesi başvurucuların cezai sürecin etkisiz olduğunun farkında olduğu, dolayısıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararlarını beklememiş olmaları gerektiği görüşündeydi. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi’nin kabul edilebilirlik konusuna katı yaklaşımı ve zorla kaybetmeler bakımından bu sorunlu yeni içtihadı Hafıza Merkezi tarafından diğer gruplara yapılan Madde 9 sunumlarında dile getirilse de, ilgili Aksoy grubu halihazırda kapatılmış olduğundan bu konu Bakanlar Komitesi’nin dikkatine gerektiği gibi sunulamadı.[10]

 

Sonuç yerine

Bir davanın Strazburg’a ulaşması ve AİHM’in bir karar vermesi uzun yıllar sürüyor, ancak yolculuk burada son bulmuyor. Dolayısıyla kararların birer ‘amaç’ olarak görülmesi davaların ihmal edilmesi tehlikesini barındırıyor. Bu bakımdan, bir ihlal kararı önemli nitelikte olsa da, bu ihlal yeterli şekilde giderilmediği ve mevzuat ve uygulamada esaslı değişiklikler yapılarak aynı alanda başka ihlaller engellenmediği sürece, bir kararın etkisi çok az oluyor. Ulusal düzeyde gerekli tedbirlerin alınmasını savunmak ve kararların tam olarak uygulandığını temin etmek için sivil toplumun katılımı kritik önem teşkil ediyor.[11] Bakanlar Komitesi önünde derdest olan önemli davaların sayısının çokluğu, bazı davaların vaktinden evvel kapatılması, Türkiye makamlarının kararları uygulama konusunda gösterdiği artan isteksizlik ve kararları etkisiz kılmak üzere yeni yollar bulması karşısında, Türkiye ve AİHM kararlarının uygulanmaması sorununa daha dikkatle eğilmek gerek.

İdil Özcan bu yazıyı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tam olarak ve vaktinde uygulanması için çalışan, Strazburg merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan European Implementation Network (Avrupa Uygulama Ağı) adına yazmıştır. EIN’in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Uygulanması hakkındaki El Kitabı’na Türkçe olarak da erişmek mümkündür. Bu yazının İngilizce hali de EIN’in internet sayfasında yayımlanmıştır.

[1] Başak Çalı, ‘Byzantine Manoeuvres’ (Verfassungsblog, 19 Şubat 2020) <https://verfassungsblog.de/byzantine-manoeuvres>

[2] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 1959-2019 istatistikleri: https://www.echr.coe.int/Documents/Stats_violation_1959_2019_ENG.pdf

[3] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2019 istatistikleri: https://www.echr.coe.int/Documents/Stats_violation_2019_ENG.pdf

[4] George Stafford, ‘The Implementation of Judgments of the European Court of Human Rights is Worse Than You Think-Part 1’ (EJIL: Talk!, 7 Ekim 2019) <https://www.ejiltalk.org/the-implementation-of-judgments-of-the-european-court-of-human-rights-worse-than-you-think-part-1-grade-inflation>

[5] Türkiye hakkında istatistikler ve daha fazla bilgi için bkz. http://www.einnetwork.org/turkey-echr

[6] Avrupa Konseyi’ne üye diğer ülkelere dair istatistikler için bkz. http://www.einnetwork.org/countries-overview

[7] Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmasının denetimi hakkındaki 2018 raporu: https://rm.coe.int/annual-report-2018/168093f3da

[8] Hafıza Merkezi ve European Center for Constitutional and Human Rights, ‘İzleme Raporu: Aksoy Grubu’ (15 Ocak 2016): https://www.failibelli.org/wp-content/uploads/2019/02/Izleme-Raporu_Zorla-kaybetme-kararlarinin-icrasi.pdf

[9] Türkiye’nin Aksoy grubuna ilişkin eylem raporu (12 Şubat 2019): https://search.coe.int/cm/Pages/result_details.aspx?ObjectID=090000168092d61c

[10] Hafıza Merkezi, ‘Batı ve Diğerleri grubu sunumu’ (5 Ağustos 2019): http://hudoc.exec.coe.int/eng?i=DH-DD(2019)870revE

[11] Daha fazla bilgi için bkz. http://www.einnetwork.org/why-you-should-get-involved

Anayasa Gündemi – FORUM sayfasında yayınlanan yazılar herhangi bir denetimden veya hakem kontrolünden geçmemektedir. Yazıların içeriğinden yalnızca yazar(lar) sorumludur. Yazılar ancak kaynak gösterilerek ve link verilerek kullanılabilir.

From → forum

Yorum Yapın

Yorum bırakın