İçeriğe geç

FORUM – Av. Barış Birol – İklim Mülteciliği Mümkün mü? Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin Ioane Teitiota Kararının Özet Çevirisi ve Değerlendirmesi

by 24/01/2020

Av. Barış Birol

İstanbul Barosu

Giriş

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, 07.01.2020 tarihli 2728/2016 komünikasyon numaralı resmi hali henüz yayınlanmamış kararında[1] Kiribati uyruklu Ioene Teitiota’nın ve eşinin Yeni Zelanda’ya yapmış oldukları sığınma başvurularının reddedilmesi sonucunda ülkelerine geri gönderilmeleri işleminde yaşam hakkı ihlali bulmadı. Komite, ihlal çıkmayan kararda iklim krizi nedeniyle yaşadıkları yerleri terk edenlerin hangi koşullarda geri gönderme yasağı kapsamında değerlendirebileceğini de belirlemiş oldu. Kararın önemi, uluslararası bir denetim organının yıllardır kuramsal düzeyde tartışılan iklim mülteciliği ile ilgili doğrudan vaka bazında ilk kararı olmasından kaynaklanmakta. Aşağıda, uluslararası koruma hukukunun iklim krizi nedeniyle yerlerinden edilen kişilerle nasıl ilişkilendirildiğini açıkladıktan sonra kararın önemli bulduğum yerlerini anlatıp sonunda da değerlendirerek uluslararası koruma hukukunun iklim mültecileriyle olan güncel sınavını resmetmeye çalışacağım.

Bu mecrada daha önce yayınlanmış olan bir diğer yazıda da görüleceği üzere[2] 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme (Cenevre Konvansiyonu) hükümleri uyarınca ırkından, dininden, uyruğundan, mensubu olduğu toplumsal gruptan ya da siyasi düşüncesinden kaynaklı bir nedenle kötü muameleye uğrama riskinden dolayı yaşadığı ülkeyi terk etmek zorunda kalan ve başka bir ülkenin korumasını arayan kişilere sığınmacı, bu korumayı elde etmiş kişilere de Konvansiyon terimleriyle mülteci denmektedir. Sadece bu tanıma bakarak yaşadıkları yerlerdeki zorlaşan iklim koşulları nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalanların söz konusu korumadan yararlanamayacağı sonucunu çıkarmak mümkündür. Keza Cenevre Konvansiyonu’nun 35. maddesine göre Konvansiyon’un hükümlerinin uygulanmasına nezaret etme görevi olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin iklim mülteciliğine olan yaklaşımı da bu şekildedir.[3]

Sığınmacılar, çeşitli ülkelerde yaptıkları sığınma başvurularının reddedilmesinin ardından ulusal itiraz ve/veya yargı organlarından olumlu yanıt alamamaları sonucunda Cenevre Konvansiyonu’nun ihlalleri denetleyecek bir organ öngörmediği gerekçesiyle aslen sığınma hakkını korumayan ancak devletlerin insan hakları ihlallerini denetleme yetkisine sahip çeşitli uluslararası yargısal ve yarı yargısal organların kapılarını çalmaya başlamışlardır. Kapıları çalınan bu organlar da sığınma hakkının kendi yetkileri dâhilinde olmayan bir konu olarak kabul ederek meseleyi kestirip atmak yerine ülkelerine gönderilmeleri halinde kötü muamele riskiyle karşı karşıya kalacak kişilerin sınır dışı edilmesini yasaklayan geri gönderme yasağını yaşam hakkı ve işkence yasağının bir parçası olarak görüp içtihatlarını bu yönde geliştirmişlerdir. Buna göre, klasik anlamda mülteci statüsü sağlayan beş sebebin[4] dışında kalıp ülkesine gönderilmesi halinde herhangi bir sebepten dolayı kötü muameleye uğrama riski taşıyan kişiler geri gönderme yasağının koruması altında olacaklardır. Yukarıda bahsedilen yargısal ve yarı yargısal organlardan biri ve aynı zamanda bu yazının konusunu oluşturan kararı veren organ olan İnsan Hakları Komitesi (Komite), 36 nolu genel yorumunun 31. paragrafında bu durumu “Sözleşmenin (çn: yaşam hakkını düzenleyen) 6. maddesi uyarınca kişileri iade etmeme, sınır dışı etmeme ya da başka bir şekilde göndermeme yükümlülüğü uluslararası mülteci hukukundaki geri gönderme yasağından daha geniştir.[5] Zira bu koruma, mülteci sayılmayan yabancılara da sağlanacaktır. Taraf devletler, yaşam hakkına ciddi bir tehdit olduğunu iddia eden sığınmacılara sığınmayı ya da başka bir bireysel ya da toplu statü belirleme işlemini sunmalıdırlar” şeklinde açıklamış ve yazıya konu kararında da adı geçen genel yoruma atıf yapmıştır.

Ioele Teitiota

Ioele Teitiota

Komite, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin (Sözleşme)  denetleme organıdır. Yarı yargısal niteliği nedeniyle verdiği kararlarının bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Etkisi tavsiye niteliğinde olup ihlali gerçekleştiren devleti uluslararası kamuoyu nezdinde sorumlu tutmaya yaramaktadır.[6] Türkiye’de uluslararası koruma hukuku alanında çalışan avukatlar kararlarının bağlayıcılığı ve tazminat imkânı sayesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapısını çaldığı için Türkiye’de Komite gibi kurumların pek popülerliği bulunmadığı söylenebilir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu organ içtihat geliştirmek bakımından uluslararası hukuka önemli katkı sağlamasının yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi gibi bölgesel organların yetki alanlarında yer almayan ülkelerden gidecek başvuruları inceleyebilmesi açısından oldukça önemlidir.

Karara dönersek, Ioene Teitiota adlı Kiribati uyruklu başvurucu ve eşi, ülkelerini terk edip Yeni Zelanda’ya gitmiş ve orada sığınma başvurusu yapmışlardır. Başvuruları 25 Haziran 2013’te reddedilen çiftin temyiz başvuruları da 20 Temmuz 2015’te reddedilmiştir. Bu karardan sonra ülkelerine sınır dışı edilen çift, Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca yaşam haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Komiteye başvurmuşlardır. Bu kısımdan sonra Komite önündeki başvuru sahibi Ioene Teitiota olduğu için kendisi tek başına anılacak ancak iddiaların ve iddialarının sonuçlarının tüm aile için geçerli olduğu bilgisinin akılda tutulması gerekecektir.

Başvurucunun İddiaları ve Zeni Zelanda’da Yerel Mahkemelerindeki Süreç

Teitiota, Kiribati’de yaşadıkları Tarawa adasında deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle tuzlu suyun arttığını ve içme suyu kaynaklarının azaldığını belirtmiştir.  Buna bağlı olarak yaşanacak alanlar azalmış, konut sorunu baş göstermiş ve şiddet ortamı artmıştır. Tuzlu su, tarım ürünlerini mahvetmiş, mahsul alınamaz olmuştur. Denizin etkilerinden korunmak için yapılan deniz duvarlarının sürekli zarar gördüğünü belirten Teitiota ve eşi, iklim değişikliğinin koşulları gitgide daha da zorlaştıracağı haberlerinden umutsuzluğa kapılıp ülkeyi terk etme gereği duymuşlardır.

Yeni Zelanda’daki ilk derece mahkemesi, Teitiota’nın iddialarının beş sebebin dışında kalması nedeniyle klasik anlamda mülteciliğe elverişli olmadığını kabul etmekle birlikte mahkemenin kendi ifadesiyle katı ve hızlı bir kabul edilemezlik kararı vermeyi reddetmiş, yani iklim değişikliği nedeniyle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan kişilerin uluslararası koruma mekanizmalarından yararlanabilmelerinin önünü kapamak istememiştir. Yerel mahkemeye göre, başvurucunun iklim değişikliğiyle ilgili ortaya koyduğu kötü muamele riski yeterli seviyede değildir. Örnek olarak, deniz sularının yükselmesinden dolayı çıkan arsa uyuşmazlıklarında başvurucunun herhangi bir fiziksel şiddete uğrama ihtimali bulunmadığı, Kiribati hükümetinin iklim değişikliğiyle mücadele etmekte çeşitli araçlar kullandığı, başka bir deyişle Teitiota’nın uluslararası korumanın temel şartlarından biri olan devlet korumasını elde edememeyi yerine getirmediği mahkemece tespit edilmiştir. Ayrıca, mevcut riskin acil olmamasına da vurgu yapılmıştır. Teitiota’nın daha sonra başvurduğu temyiz mahkemesi ise ilk derece mahkemesi gibi iklim mülteciliğinin yolunu kapatmadığını özellikle vurgulamış ve yerel mahkeme kararının gerekçelerini tekrarlayarak kararı onamıştır.

Teitiota, yaşanabilir alanların azalmasıyla şiddet içeren arsa uyuşmazlıklarının ortaya çıktığını ve iklim değişikliği nedeniyle özellikle tuzlu suyun içme suyu kaynaklarını yok ettiğini belirterek bu hususlardan kaynaklı olarak ülkesine sınır dışı edilmesinin Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında korunan yaşam hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle Komiteye başvurmuştur.

Yeni Zelanda Hükümeti’nin Komite Önündeki İddiaları

Yeni Zelanda hükümeti (Hükümet), Komiteye gönderdiği savunmasında, başvurucu açısından acil bir riskin ve buna bağlı olarak keyfi bir ihlal riskinin varlığının tespit edilemediğini belirtmiştir. Hem yerel mahkeme hem de temyiz mahkemesi gibi Hükümet de Komite önündeki savunmada, iklim değişikliğinden kaynaklanan zorlukların kişilerin insan hakları mekanizmalarından koruma alamayacakları şeklinde yorumlanmaması gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca, Kiribati’deki zorlu koşulları kabul etmekle birlikte Teitiota’nın bireysel olarak bundan etkilenmeyeceğini, özellikle fiziksel şiddete uğrama ihtimalinin olmadığını belirtmiştir. Bunlara ek olarak mahsul yetiştirmenin veya su bulmanın sadece zor olduğu fakat imkânsız olmadığı gibi bir yorum benimsemiştir. Hükümet ayrıca, kendi yerel mahkemesinin Teitiota’nın iddiasına ilişkin “açık bir şekilde tahmin ya da kanaatten öteye geçmediği” görüşünü hatırlatmıştır.

Komite’nin Kararı

Komite, öncelikle taraf devletlerin Sözleşme’nin yaşam hakkı ve işkence yasağıyla bağdaşmayan hallerde kişileri yetki alanlarından başka bir yere iade ve sınır dışı etmemeleri ya da geri göndermemelerine ilişkin yükümlülüklerini hatırlatmıştır. Daha sonra bu yükümlülüğün ortaya çıkabilmesi için gönderilen ülkelerin koşullarının genel anlamda zor oluşunun -istisnai haller dışında- kendi başına yeterli olmadığını,[7] başvurucun şahsına yönelik bir riskin bulunması gerektiğini açıklamıştır. Yazının başında belirttiğimiz gibi geri gönderme yasağı korumasının klasik mülteci korumasından daha geniş olduğu bilgisini ekleyip tüm bu açıklamalara ek olarak başvurucuyla ilgili değerlendirmelerin başvurucunun gönderileceği ülkenin durumuyla ilgili değerlendirmeden bağımsız yapılamayacağını ifade etmiştir. Daha sonra Komite, yaşam hakkının sınırlarının nerelere kadar genişleyebileceğini hatırlatmıştır.  Buna göre, yaşam hakkı geniş çerçevede kabul edilmesi gereken bir hak olup başvurucunun yaşamı sona ermemiş olsa dahi belli durumlarda ihlal edilebilecek bir hak olarak değerlendirilmektedir. Zira yaşam hakkı, kişinin yaşamı doğal olmayan ölümlerle sonuçlanmadığı ve haysiyetli bir şekilde sürdürüldüğü takdirde gerçekleşebilecek bir haktır. Komite bu genel açıklamasının sonunda çevre koşullarının zorlaşmasının, iklim değişikliğinin ve sürdürülebilir olmayan kalkınmanın mevcut ve gelecekteki nesillerin yaşam haklarını kullanmalarının önünde bazı ciddi ve acil tehditler oluşturduğunu hatırlatmıştır.

Bu açıklamalarından sonra Komite, Hükümet’in Teitiota’nın iddialarını özenle incelediğini ve iklim krizinin iddianın temelini oluşturabileceği ihtimalini dışarıda bırakmadığını özellikle tespit etmiştir. Komite’ye göre, yerel mahkeme Teitiota’yı tamamen inanılır bulmuş ve sunduğu delilleri kabul etmiş olsa da sunulan delillerin Teitiota’nin Kiribati’ye gönderilmesi halinde yaşam hakkına yönelik acil ya da keyfi bir riskle karşı karşıya olduğunu göstermediği kanısına varmıştır. Yerel mahkeme bu bağlamda (a) Teitiota’nın daha önce arsa uyuşmazlığından kaynaklı bir şiddet olayına maruz kalmamış olması bilgisiyle birlikte (b) kendisiyle ailesine kalacak yer temin etmek konusundaki iddiasını, (c) mahsul yetiştirmenin ya da temiz suya erişimin imkânsızlığı iddiasını, (d) yaşamını tehdit edecek çevresel koşulların varlığı iddiasını, (e) kişisel durumunun Kiribati’de yaşayan diğer kişilerden farklı olmamasını ve (f) Kiribati hükümetinin temel yaşam ihtiyaçlarıyla ilgili pozitif yükümlülüklerine uymadığı iddiasını incelemiş ve riski yeterli bulmamıştır.

Komite bu açıklamalardan sonra, Tarawa’daki yaşanabilir alanlardaki kıtlığın şiddet içeren uyuşmazlıklara neden olduğu iddiasını incelemiştir. Buna bağlı olarak, iddiadaki çatışma miktarının genel şiddet ortamına varıp varmadığını incelemiş ve Kiribati’de yaşamsal tehdit oluşturacak bir çatışma ortamının varlığının bulunmadığını tespit etmiştir. Bu tespitinde esas olarak Teitiota’nın şiddet içeren çatışmaları ara sıra gerçekleşen olaylar şeklinde tanımlamasını ve Teitiota’nın şu ana kadar böyle bir çatışmaya hiç karışmamış olmasını esas almıştır. Ayrıca Komite, yerel mahkemenin başvurucunun sadece kendisine yönelik değil fakat Kiribati’deki bireylerin tamamını ilgilendiren bir şiddet ortamının varlığına ilişkin ifadesini hatırlatmıştır. Komite, Teitiota’nın Kiribati devletinin ülkede yaşayanları bu tür devlet dışı aktörlerden kaynaklı şiddet olaylarından korumak konusunda yeterli olup olmadığına ilişkin yeterli bilgi sunmadığını belirtmiş ve Kiribati yetkililerinin Teitiota’nın yaşam hakkına karşı gerçek, kişisel ve makul bir riskin olup olmadığıyla ilgili işlemlerinde açık bir keyfilik sergilediklerinin tespit edilemediğini belirtmiştir.

Komite, Teitiota’nın arıtma suyuna erişim yokluğundan kaynaklı ciddi zarar göreceği iddiasına iklim değişikliği araştırmacısı John Corcoran’ın yazdığı bir rapordan alıntı yaparak Güney Tarawa’da yaşayan nüfusun yüzde 60’ının kamu kurumları tarafından sağlanan temiz suya erişiminin olduğunu belirtmiştir. Buradan hareketle, başvurucunun ülkesinde arıtma suyuna erişiminin olmamasıyla ilgili bir bulguya rastlanmadığını ifade etmiştir. Komite’ye göre, Kiribati’de suya erişim zor olsa da imkânsız değildir. Dolayısıyla başvurucu, suya erişiminin olmaması ya da suyun güvensiz olmasıyla ilgili yeterli bilgi sunamamış, dolayısıyla haysiyetli yaşam sürme hakkının bu açıdan ihlal edileceği sonucuna ulaşılamamıştır.

Komite, başvurucunun topraktaki tuz birikimlerinden dolayı mahsullerinin yok olmasına bağlı olarak geçim kaynaklarından mahrum kaldığı iddiasına ise Hükümetin mahsul yetiştirmenin zor olduğunu kabul edip imkânsız olmadığı tespitiyle yanıt vermiştir. Ayrıca Komite’ye göre Teitiota, Kiribati’deki alternatif iş olanakları ve temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için devlet tarafından sağlanan mali yardımlar konusunda yeterli bilgi sağlamamıştır. Yerel mahkemenin en besleyici mahsullerin hala Kiribati’de bulunduğuna ilişkin tespitini hatırlattıktan sonra Komite’ye başvurucunun Kiribati’ye gönderildiği tarihte haysiyetli yaşam sürme dâhil olmak üzere yaşamını tehdit edecek ölçüde fakirliğe, gıdadan yoksunluğa ya da aşırı güvencesizliğe yol açacak gerçek ve öngörülebilir bir riske maruz kalacağı konusunda bilgi ulaşmadığını tespit etmiştir.

Komiteye göre, fırtınalar ve sel baskınları gibi ani gerçekleşen olaylarla deniz suyunun yükselmesi, tuzlanma ve toprakların bozulması gibi yavaşça gerçekleşen olaylar geri gönderme yasağını pekâlâ devreye sokabilecektir. Ayrıca, ülkenin tamamının sular altında kalma riskinin oldukça yüksek derecede bir tehlike arz ettiği göz önünde bulundurulduğunda,  böyle bir ülkedeki yaşam koşullarının tehlike gerçekleşmeden önce dahi haysiyetli yaşama hakkıyla bağdaşmaz hale gelmesi mümkün olacaktır.

Yukarıdaki paragraftan da anlaşılabileceği üzere Komite, Teitiota’nın deniz seviyesi yükselmesinin Kiribati’yi yaşanmaz hale getireceği iddiasını kabul etmiştir. Buna karşılık, Teitiota’nın deniz duvarlarının etkisiz kalacağına ve önümüzdeki 10-15 yıl içinde Kiribati’nin yaşanamayacak hale geleceği iddiasına karşılık, önümüzdeki 10-15 yıllık zaman diliminin Kiribati hükümeti için uluslararası toplumun da yardımıyla müdahale etmek bakımından yeterli olduğunu ve gerekirse Kiribati hükümeti tarafından nüfusun yerini değiştirmek gibi önlemlerin alınabileceğini belirtmiştir. Komite ayrıca Hükümet yetkililerinin Kiribati’nin mevcut hassasiyetleri ve iklim değişikliği kaynaklı zararları azaltmak için uygulanabilir tedbirleri aldığı hususunda layıkıyla inceleme yaptıkları kanısına varmıştır.

Son olarak Komite, gelecekte kendi dikkatine sunulacak olan sınır dışı kaynaklı ihlal iddialarında taraf devletin Kiribati’de devam eden iklim değişikliğinin ve deniz sularının yükselmesiyle ilgili yeni bilgileri araştırma konusunda devam eden sorumluluğunu hatırlatmış ve ihlal bulmadığı sonucuna varmıştır.

Muhalefet Şerhleri

1- Vasilka Sancin’in şerhine göre Hükümet, başvurucunun ve ailesinin güvenli içme suyuna erişimi konusunda makul delilleri sunamamıştır. Sancin, Teitiota’nın ülkesini terk etmesine neden olan unsurlardan biri olarak güvenli içme suyuna erişimlerinin bulunmaması iddiasına hükümetten itiraz gelmediğini belirtmiştir. Sancin, taraf devletin çocukların sağlığı için pekala olumsuz etkileri olabilecek arıtma suyuna erişimin imkansızlığını ispatlamadığını belirtmiştir. Sancin’e göre başvurucunun iddiasındaki güvenli içme suyuyla Yeni Zelanda’nın savunmasındaki arıtma suyu aynı kavramlar olarak değerlendirilemeyecektir.[8] Zira arıtma suyunda başvurucuların tamamı Yeni Zelanda’da doğmuş ve Kiribati’deki su koşullarına hiç maruz kalmamış çocuklarının sağlığını etkileyecek mikroorganizmalar bulunabilecektir. Şerhte ayrıca Yeni Zelanda’nın başvurucunun inanılır kabul edildiğine yönelik gerekçenin Komite tarafından tekrarlandığını ve sunduğu delillerin kabul edildiğini ancak Kiribati’ye dönmesi halinde acil ve keyfi bir yaşam hakkı ihlali riskiyle karşı karşıya kalmadığı sonucuna ulaşıldığına değinilmiştir. Buna göre, yerel mahkeme ürün yetiştirememe, arıtma suyuna erişememe ve Kiribati hükümetinin temel yaşam gerekleriyle ilgili adımları atamadığı konularının ispatlanamadığı sonucuna ulaşmıştır. Bu sonuçlar da sadece Kiribati Hükümeti’nin 2007’de kabul ettiği ulusal programda iklim değişikliğinin etkilerini göstermesine dayanmaktadır. Sancin ayrıca Komite’nin, başvurucunun temiz suya erişiminin bulunmamasının ya da temiz suyun güvenliğini gösterememesi dolayısıyla haysiyetli bir yaşam sürme hakkını zedeleyeceğine ilişkin yeterli bilgi veremediği sonucuna ulaştığını hatırlatmıştır.

Şerhte bu iddialara karşılık, Birleşmiş Milletler’in temiz su içme ve hijyene ilişkin özel raportörü Catarina de Albuquerque’ın 25.07.2012’de Kiribati’ye gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında Kiribati’de 2003-2007 ile 2008-2011 ulusal kalkınma planlarının suyla doğrudan ilişkili politikaları olduğunu fakat 2008 Ulusal Su Kaynakları Politikası ile 2010 Ulusal Hijyen Politikasının belirlemiş olduğu üç yıllık önceliklerin hala uygulanmamış olduğunu tespit ettiği hatırlatılmıştır. Bu durumda Sancin’e göre, Teitiota ve ailesinin Kiribati’de güvenli içme suyuna ve hatta arıtma suyuna erişimi olduğunu göstermek Yeni Zelanda’nın üstüne düşecektir. Zira bu şekilde Yeni Zelanda yetkisi dâhilinde bulunan kişilerin hayatlarını öngörülen doğal felaketlerden korumak konusundaki pozitif yükümlülüğüne uymuş olacaktır.

Tüm bunlarla birlikte Sancin, Yeni Zelanda’nın, Kiribati’deki koşullara ilişkin değerlendirmesinin yeterli olduğu görüşe, yani Komite’nin görüşüne katılmadığını belirtmiştir.

2- Duncan Laki ise muhalefet şerhinde başvurucunun şiddet ortamına ilişkin argümanlarının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Laki de bir önceki şerh gibi taraf devletin başvurucu üstünde makul olmayan bir ispat yükü yüklediğini belirtmiştir. Buna göre, Kiribati’deki yaşam koşullarının önemli ölçüde zorlu ve kişinin hayatına önemli düzeyde tehdit oluşturacak seviyede olduğu gösterilmiş durumdadır. Başvurucu bunu, Kiribati’deki deniz suyunun önemli ölçüde yükselmesini ve bunun sonucu olarak yaşam alanlarının daralmasını, şiddet içeren arsa uyuşmazlıklarının yaşanmasını, çevresel etkilere bağlı olarak su kaynaklarının azalmasını, mahsullerin yok olmasını ve ailesinin geçim kaynaklarının büyük oranda tarım ve balıkçılığa bağımlı olduğunu belirterek göstermiştir. Şerhte ayrıca başvurucunun kendi çocuklarının kan zehirlenmesi yaşadığına da değinilmiştir.

Laki, buradan hareketle, kötü muameleye maruz kalma eşiğinin erişilmez olmaması gerektiğini hatırlatıp bu ilkenin bizatihi komitenin kendi içtihadından kaynaklandığını belirtmiştir. Ayrıca Laki’ye göre iklim krizinin ölümcül sonuçlarıyla mücadele etmek konusunda Komitenin ve taraf devletlerin önemli yükümlülükleri mevcuttur.

Laki’ye göre, Teitiota, Kiribati’deki koşullardan dolayı yaşamına karşı gerçek, şahsi, makul ve öngörülebilir bir tehditle karşı karşıyadır. Temiz suya erişim zorluğu gerekli risk eşiğine ulaşmasına yeterli olup temiz suya tamamen mahrum kalması beklenmemelidir. Zira düzenli ölümler gerçekleşmese dahi konuyla ilgili risk eşiğine ulaşılmış olacaktır. Laki’ye göre, yaşam hakkını korumak için ölümlerin gerçekleşmesini beklemek mantıksız ve hakkın kendisiyle çelişen bir durum olacaktır. Kaldı ki, Komite’nin kendi standartları uyarınca ölüm gerçekleşmese dahi yaşam hakkının ihlali söz konusu olabilecektir. Bu bakımdan, başvurucunun çocuğunun yaşadığı ciddi sağlık sorunları, geçim kaynakları tarıma bağımlı olan ailenin mahsul yetiştirmekte ciddi sorunlar yaşamaları oldukça önemlidir. Tüm bu sayılanlar ışığında, başvurucuyu, ailesini ve menşe ülkesinin durumunu dikkate alarak Sözleşme’nin korumaya değer gördüğü haysiyetli yaşamı süremeyeceğini tespit etmek mümkündür. Laki’ye göre, Yeni Zelanda’nın konuyla ilgili argümanı boğulmakta olan birini orada başka kişilerin de olduğu gerekçesiyle batmakta olan gemiye itmekle eşdeğerdir.

Değerlendirme

Kararın önemi başta da belirttiğim gibi iklim mülteciliği olgusuna değinen ilk uluslararası karar oluşudur. Pozitif hukukçu gözlüğüyle bakıldığında her ne kadar iklim mülteciliği terimini kullanmak hükmün kendisiyle çelişse de artık uluslararası koruma hukuku kapsamında koruma sağlanabileceği Birleşmiş Milletler tarafından tescil edilmiş olan bu kişilere hukuken ne deneceğini tartışmayı bir kenara bırakıp meselenin özüne odaklanmak gerekecektir. Özet çeviriyi dikkatlice inceleyenlerin kolaylıkla farkına varabileceği üzere taraf devletin hem yerel mahkemesi, hem temyiz mahkemesi hem de Komite’ye ilettiği savunmasında belirttiği üzere kişilerin iklim krizinden kaynaklı yerlerinden edilmeleri artık uluslararası koruma mekanizmalarını ilgilendiren bir konudur. Bu kişilere uluslararası koruma kapısının kapatılmasının ağırlığını ise Birleşmiş Milletler başta olmak üzere hiçbir devlet, kurum ya da kuruluş kaldırabilecek durumda değildir.

Buna ek olarak biri Teitiota’ya yüklenen makul olmayan ispat yükü, diğeri de makul olmayan ispat standardı olmak üzere iki husustan bahsetmek istiyorum. Sığınma başvurularında iddianın ispatlanması yükünün kime ait olduğu konusunu özetle açıklamak gerekirse, başvuru sırasında ispat yükü ilk etapta başvurucunun üstünde bulunmakla birlikte, başvurucu, inanılır bir ifadesinin olması ve bu ifadeyi iddiasına uygun olgularla desteklemesi halinde ispat yükünden kurtulacaktır.[9] Bu aşamadan sonra başvurucunun iddialarının uluslararası koruma elde etmeye elverişli olmadığının ispat yükü sığınma başvurusuyla ilgili karar verici makama geçecek, başka bir deyişle yer değiştirecektir. Komite’ye göre Teitiota, geçim kaynaklarının tarıma bağımlı olması iddiasına karşılık alternatif iş olanakları ve Kiribati devletinin ona sunabileceği mali yardımlar konusunda Komite’yi yeterince bilgilendirememiştir. Teitiota’nın inanılırlığının Komite nezdinde kabul edildiği bilgisi ve iddialarını destekleyecek delilleri sunduğu düşünüldüğünde, baş gösterecek çatışmalarla, gıdadan yoksun kalmayla, muhtemel iş olanaklarıyla ya da elde edebileceği mali yardımlarla ilgili soruların muhatabının Teitiota değil, Yeni Zelanda Hükümeti olması gerekecektir. Buradan hareketle Teitiota’ya yüklenmiş olan ispat yükü oldukça ağır ve makul olmayan bir ispat yüküdür. [10]

İspat standardına ilişkin ise özet bir açıklama yapmak gerekirse, sığınmaya başvuran kişiler, yaşadıkları ağır deneyimler yüzünden genellikle ellerinde iddialarını ispatlayacak araçlardan yoksun kalmış kişilerdir. Dolayısıyla bu kişilere erişilemeyecek düzeydeki ispat standartlarını dayatmak son tahlilde korumaya ihtiyacı olan çoğu kişinin koruma alamamasına neden olacaktır. Örnek vermek gerekirse, Gorlick’in de aktardığı[11] üzere Birleşik Krallık, Kanada ve ABD gibi devletlerin ulusal makamları sığınmaya başvuran kişilerin haklı sebeple zulüm korkusuna ilişkin, “makul bir olasılık”, “öyle olduğunu düşünmek için maddi sebeplerin varlığı”, “yüzde 50’den düşük bir olasılık” bulunduğu takdirde başvurucuya koruma sağlanması gerektiğini kabul etmeye başlamış ve medeni yargılama usulündeki alışılagelmiş ispat standardından düşük bir standart benimsenmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Karardaki ispat standardı ise Duncan Laki’nin muhalefet şerhinde de belirtilmiş olduğu üzere başvurucuya hem yerel mahkeme nezdinde hem de Komite nezdinde makul bir ölçüde uygulanmamıştır. Komite tarafından tartışmaya açılmayan bu ispat standardında, Teitiota’nın ülkesindeki koşullara ilişkin iddialarının açık bir şekilde tahmin ya da kanaatten öteye gidemeyeceği belirtilerek iddiaların ispat standardının altında kaldığı tespit edilmiştir. Laki’nin de belirttiği üzere Komite’nin aradığı ispat standardının erişilmez olmaması gerekmektedir.

Bu bilgiler ışığında, gelecekte sular altında kalacağı belli olan bir ada halkı hakkında yaşam hakkı ihlalinin adanın sular altında kalmadan önce gerçekleşeceğini kabul edip üstüne dikkatine sunulan vaka bakımından da başvurucunun yaşadığı ülkenin gelecekte sular altında kalacağını tespit ettikten sonra birkaç cümle aşağıda 10-15 yıl içinde gerekli önlemlerin alınabileceği gerekçesiyle başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesi işleminde yaşam hakkı ihlali bulmamanın makul bir açıklaması yoktur. Zira bu iddia, az önce belirtilen “makul bir olasılık” standardıyla örtüşmeyecek denli aşikârdır. Adanın sular altında kalacağı makul ya da güçlü bir olasılık değil, Komite tarafından da kabul edildiği gibi su götürmez bir gerçektir. Karardaki gerekçelendirmenin tek açıklaması, yargı organlarının iklim krizi kaynaklı başvurular karşısında ayrıca bir krizde olduğudur. İklim krizinin yıkıcı etkilerini önümüzdeki 10 ila 20 yılda göreceğimiz için konuyla ilgili yargı kararlarının da nasıl şekilleneceğini -şayet bizler de haysiyetli yaşam sürme hakkının asgari koşullarını hala bu işlerle uğraşabilecek kadar sağlayabiliyorsak- göreceğiz.

İklim krizinin etkilerinin azaltılabilmesi için koyulan, dünyanın ortalama sıcaklığının 1,5 dereceden fazla artmaması hedefi bile bilim insanlarınca gerçekçi görülmezken Yeni Zelanda’nın, tüm devletlerin ve elini taşın altına koyması gereken tüm kuruluşların bu kararda olduğu gibi her yerde iklim mülteciliğinin önünü kapayamayacaklarını vurgulamaları sıra dışı değil gayet olağandır.

[1] Kararın tamamına https://tbinternet.ohchr.org/_layouts/15/treatybodyexternal/Download.aspx?symbolno=CCPR%2FC%2F127%2FD%2F2728%2F2016&Lang=en bağlantısından erişilebilir. Erişim tarihi: 24.01.2020

[2] https://anayasagundemi.com/2019/10/21/turkiyedeki-suriyeli-multeciler-guvenli-bolge-ve-geri-gondermeme-ilkesi/

[3] https://www.unhcr.org/climate-change-and-disasters.html

[4] Yukarıda sayılmış olan ırk, din, uyruk, belirli bir toplumsal gruba mensubiyet ve siyasi düşünce literatürde kısaca beş sebep olarak anılmaktadır.

[5] Okuyucunun kafasını karıştırmamak adına açıklamak gerekir ki Komite, genel yorumunda uluslararası mülteci hukukundaki geri gönderme yasağı olarak Cenevre Konvansiyonu’nun 33. maddesinde düzenlenen geri gönderme yasağını kast etmiştir. Konvansiyona göre geri gönderme yasağının belirli hallerde (ciddi güvenlik riski, ağır suç işlediğine dair izlenim) istisnası olabilirken günümüz insan hakları hukukunda, ülkesine gönderilmesi halinde yaşam hakkı ihlali ve kötü muameleye uğrama riski bulunan kişilerin geri gönderme yasağı korumasında olmalarıyla ilgili herhangi bir istisna yoktur. Dolayısıyla Cenevre Konvansiyonu’nundaki beş sebebe uymayıp koruma sağlanması gereken kişilerin geri gönderme yasağı koruması altında olacağı hukuken doğru ve gerekli olan tespittir.

[6] Söz konusu etki “Name and shame” olarak anılmaktadır.

[7] İnsan Hakları Komitesi gibi başka organlar da bu konuda benzer ölçütleri uygulamaktadır. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geri gönderme yasağına ilişkin davalarda ilke olarak sığınma iddiasının herkesi ilgilendiren genel bir risk mi yoksa özel bir mensubiyetten kaynaklı bireysel bir risk mi olduğuna ilişkin ayrım yaptığını belirtmiştir. Buna göre, genel riskin varlığını kabul etmek için başvurucunun gönderileceği ülkedeki koşulların herkesçe bilinir olması ve buna bağlı olarak birçok kaynaktan teyit edilmesi gerektiği üzere oldukça ağır olmasını aramaktadır. F.G. v. İsveç, 43611/11, P. 126 vd.

[8] İngilizce-Türkçe çeviri sırasında “safe drinking water” güvenli içme suyu, “potable water” ise arıtma suyu olarak çevrilmiştir.

[9] UNHCR, Note on Burden and Standard of Proof in Refugee Claims, 16.12.1998

[10] İçme suyuna erişime ilişkin ispat yükünün neden Yeni Zelanda’ya ait olması gerektiği Vasilka Sancin’in muhalefet şerhinde ayrıntılı şekilde açıklandığından burada tekrar edilmemiştir.

[11] Brian Gorlick, Common Burdens and Standards: Legal Elements in Assesing Claims to Refugee Status, International Journal of Refugee Law Vol. 15 No. 3, Oxford University Press 2003, sf 367.

Anayasa Gündemi – FORUM sayfasında yayınlanan yazılar herhangi bir denetimden veya hakem kontrolünden geçmemektedir. Yazıların içeriğinden yalnızca yazar(lar) sorumludur. Yazılar ancak kaynak gösterilerek ve link verilerek kullanılabilir.

From → forum

Yorum Yapın

Yorum bırakın